1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. ‘Milli birlik ve beraberlik’
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Milli birlik ve beraberlik’

24 Aralık 2011 Cumartesi 05:24A+A-

Fransa’da “Ermeni soykırımını inkârı suç sayan” yasa tam zamanında geldi... “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda” yani!

Milletvekili maaşları ve şikeye hoşgörü mevzuları dışında ilk defa, iktidar partisi ve iki muhalefet partisi biraraya geldiler. Onlara “sivil” toplum örgütleri de dâhil oldu; “milli birlik ve beraberliğimiz” sağlandı yani...

Fransa’da da ise Kibir ve kompleks abidesi Sarkozy de vaziyeti kurtardı...

Öncelikle, bilgisizlikle malul insanları yargı-parlamento kararıyla “adam etmeye” çalışmak totaliter ya da en hafif tabiriyle tepeden inmeci, otoriter bir zihniyeti yansıtıyor.

Pratikte ise, Fransız Parlamentosu’nun aldığı bu karar, nihai olarak Türkiye’de Ermeni meselesine dair atılması gereken adımları daha da zora sokuyor, milliyetçi kutbu güçlendiriyor; ikili ayrımlar (soykırım- sözde soykırım) temelinde, “meseleyi” kimlikler arasında kazanılacak maça dönüştürüyor.

Peki Ermeniler? Yani karşılıklı olarak reel politikanın hükmünün, çıkarların, ulusal boy gösterilerinin sürdüğü bu yasayla, dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalmış Anadolu Ermenileri? Hafıza, vicdan, ahlak?

“Cepheleşen” bir durumda Türkiye’nin yürütmekte olduğu ve “tarihimizin temizliği” teziyle sürdürülen kampanyaya, “reel politika” çerçevesinde, çıkarların bir “tehdit unsuru” olarak kullanılmasına ne demeli?

Sarkozygillerin göz yaşartan çabalarına karşı dışarıda verilen savaş, içerideki “milli birlik ve beraberliğimize” muhteşem bir katkı sağlayacak...

Türkiye’de “milli birlik ve beraberlik” fikri esas olarak bir modele uygunluk anlamına geldi. Yani tepeden aşağıya vazedilen ve dayatılan bir “çağdaş ve de makbul vatandaşlık” modeline herkesin uyması gerekiyordu. Bu modele en uzak olan üç grup içinde iseniz, yani Kürt’seniz, Kürtlüğünüzü unutacak; Müslüman’sanız, Müslümanlığınızı unutacak; Hıristiyan’sanız, Hıristiyanlığınızı unutacaktınız, hatta bu durumda –tercihan– yok edilecek ya da yok sayılacaktınız...

Bu sembolik üçlü, modernist buldozerin önündeki en önemli engellerdi. Çünkü Kürtlüklerini unutamayan Kürtler, bizim “toptan Türk olmadığımızı”; Fransız usulü bir laiklikle ehlileşmeye direnen Müslümanlar, bizim “toptan ulusal ve de protestanlaşmış Müslüman olmadığımızı” hatırlatıyorlardı.

Tabii ki başta Ermeniler olmak üzere, bu topraklardan nasıl silindiklerini unutamayan Hıristiyanlar da ulus-devletin inşası için elzem olan “temiz tarih” varsayımının sahteliğini hatırlatıyorlardı sürekli olarak...

Makbul vatandaşlığın peşinde koşan “sosyal mühendis seçkinler” bu üçlünün her birini izole edip, savaş açtı. Diğerleri pek bir şey duyamadılar; duysalar bile kendilerini koruyabilmek için sessiz kaldılar.

Başka hafızalardan, başka hatıralardan sonsuz bir şekilde korkan “Milli birlik ve beraberlik” projesi epey başarılı oldu. Ama sadece “epey”... yani “tamamıyla” değil...

O yüzden “Dersim katliamı” derin kuytulardan, travma dehlizlerinden, sessizlik sarmalından çıkıp geldi... Dersim katliamından bugüne kadar uzanan sessiz çığlıklar, “geçmişte utanılacak hiçbir şeyimiz yok!” söyleminin koca bir balon olduğunu fısıldadı; sonra da o balonu patlattı...

İstiklal Mahkemeleriyle, 6-7 Eylül’lerle, darbelerle, Mendereslerin, Denizlerin idamıyla, faili meçhullerle dolu olan bir “milli birlik ve beraberlik” tarihi bu... Ayhan Çarkın çok yakın bir geçmişin bile ne kadar kirli olduğunu itiraf ediyor.

Evet, bugün yaşayan bizler –çoğunlukla– “Ayhan Çarkın ve arkadaşları” değiliz. “Biz” “Teşkilat-ı Mahsusa” değiliz; biz masumuz ve tabii ki “bize” toptan bir suç isnat edilemez. Ancak bizim “masum” olmamız, Ayhan Çarkın ve benzerlerini kullanan devlet ya da devlet içindeki odakların masum olduğu anlamına da gelmez. Eğer bu suçları işleyen “devlet” değil de, devletin içindeki birtakım “odaklar” ise ve bugünkü devlet yöneticileri “masum” olsalar bile, içinde oturdukları devletle ve o devletin geçmişiyle hesaplaşabilirlerse o zaman “biz tarihimize şeffaflıkla, çekinmeden bakıyoruz” diyebilirler.

Gerçekten masum ve temiz bir tarihe sahip olduğumuzu iddia ediyorsak, “unutturma makinesi”nin bütün dişlilerini çıkartıp, ele almaktan başka çaremiz yok. Çok basit, fakat önemli adımlar atan insanlara destek verilebilir. Mesela İzmir’de üç avukat 12 Eylül soruşturması başladığı zaman Kenan Evren’e verilen fahri doktor unvanın geri alınması için dilekçe hazırlamışlardı. O günden bu yana yapabildikleri ölçüde bu davayı takip etmeye, çeşitli yerlere dilekçeler vermeye devam ettiler. Ve bir an önce savcının dava açması gerektiğini söylüyorlar. Bu konuda yaptıkları etkinlikleri ise ne hükümet, ne devlet, ne de medya duyuyor.

Kenan Evren ve onun damarının beslendiği İttihat Terakki mantığını içimizden atmadan, hesaplaşmadan “tarihimiz temiz” dememiz mümkün değil... Bu haliyle sağlanan “milli birlik ve beraberlik” ise ancak lafta kalır...

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT