1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Medyanın anakronik siyaseti: T24 örneği
Medyanın anakronik siyaseti: T24 örneği

Medyanın anakronik siyaseti: T24 örneği

Turgay Yerlikaya, söylem üretmekten ziyade karşı tarafın söylemlerini hedef alan medya organlarını analiz ediyor.

28 Mayıs 2023 Pazar 12:20A+A-

Doç. Dr. Turgay Yerlikaya / Açık Görüş

Alternatif medyanın anakronik siyaseti: T24 örneği

Center for American Progress'in 2020 yılında yayınladığı "Turkey's Changing Media Landscape" (Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı) başlıklı çalışma, Türkiye'deki birtakım medya mecralarının nasıl işlediği ve hangi gerekçelerle fonlanması gerektiğini anlamamıza önemli ölçüde katkı sunmaktadır. Kendilerini alternatif medya olarak takdim eden ve raporda bazı koşullar doğrultusunda finanse edilmeleri gerekliliği vurgulanan (özellikle Kürt sorunu) söz konusu mecraların ürettikleri haber ve analizler, son dönemde önemli tartışmalara konu olmaktadır. Bahse konu medyaların sosyal gerçeklikle kurduğu ilişkilerin sorunlu olmasının yanında kurgusal ve aşırı politize bir yönlerinin olduğu açık. Nitekim 14 Mayıs seçimleri öncesinde tercihte bulunarak olağan akışın dışında bir Erdoğan karşıtlığı sergilemeleri ilgi çekici.

Türkiye'deki muhalif medyanın ısrarlı pozisyonu, 14 Mayıs seçimleri öncesinde bütün enerjisini "Erdoğan Gitmeli" söylemi üzerine yoğunlaştıran Batı basınının birinci tur sonrasındaki 180 derecelik revizyonunu göz ardı etmektedir. Halbuki Türkiye'deki alternatif medya için de bir rehber olabilecek bu revizyon nedense ciddi bir alıcı bulamamaktadır. İkinci tur öncesinde seçmenin, parlamento aritmetiğinde üstünlüğü elde eden Cumhur ittifakı adayı Erdoğan'ı yeniden oylayacağını söyleyerek anlamlı bir dönüş yapan Batı Basınının göz ardı edilme gerekçesi belki de alınan finansal desteğin sürdürülüp sürdürülmemesi ile ilişkilidir. Öyle ki adı geçen raporda, Türkiye'deki Batı destekli alternatif medyaya verilen bunca desteğe rağmen söz konusu mecraların Sputnik kadar etkili olamadığının da altı çizilmektedir. Seçimleri Erdoğan'ın kazanması durumda yeterince etkili olmayan bu platformların performanslarının sorgulanması ve yakın gelecekte finansman sorunu yaşamaları da olası. Böyle bir ortamda bu medyaların Türkiye'deki medya ekosistemindeki yerlerine dair de ciddi soru işaretlerinin oluşması ve yeni kaynak arayışlarının gündeme gelmesi kuvvetle muhtemel.

Bir örneklik olarak T24 ve aşırı politik angajman

Son yıllarda medyada görece bir genişleme yaratan aktörlerin politik pozisyonları ve oluşturdukları söylem alanları önemli bir tartışma konusu. Örneğin T24'ün 14 Mayıs seçimleri öncesindeki ısrarlı karşıtlığını 28 Mayıs öncesinde de sürdürmesi buna önemli bir örneklik teşkil etmektedir. Hiç kuşkusuz alternatif medyalar, etik ve ilkesel bir habercilik pratiğiyle iktidara yönelik de ciddi eleştireler yöneltebilirler. Fakat bunun tek taraflı ve aşırı politize bir hal alması, medya-siyaset ilişkilerinde tesis edilmeye çalışılan ilkesel düzlemle çelişmektedir. Bu açıdan Batı'da son yıllarda eksen değişikliği tartışmaları ile başlayan ve süreç içerisinde her kritik evrede ölçeğini genişleterek artan Erdoğan karşıtlığı Türkiye'deki alternatif medyalarda da ciddi bir karşılık buldu.

Örneğin T24 yazarlarından Cansu Çamlıbel'in 26 Mayıs tarihli "Hakikatten Sonra Şempanzelerden Önce" başlıklı yazısı bu bağlamın en bariz örneklerinden birisidir. Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun'u hedef alan bu yazı, Altun ile Goobbels arasında kurulmaya çalışılan analojinin devamı niteliğinde. Nitekim yazıda Çamlıbel, Altun'un dezenformasyonla mücadelesi stratejisine yönelik teorik bir eleştiri getirmek ve somut bir gösterge üzerinden yorum yapmak yerine Altun'un inşa ettiği iletişim modelini 1940'lardaki Nasyonal Sosyalizm'in propaganda mantığıyla özdeşleştirmektedir. Farklı ve eleştirel bir söylemin kendisini bir medya kanalı aracılığıyla ile ifade etmesi bir kenara her şeyin mutlak biçimde Führer'e itaati icbar ettiği bir dönem ile 21.yüzyıl Türkiye'sini karşılaştırmak, anakronik bir tutumdur. 2010'lu yıllardan bu yana etkisini farklı bağlamlar üzerinden hissettiren Erdoğan karşıtlığı söyleminin bir devamı olan bu dilin, Türkiye demokrasisine katkı sunmadığı açık.

Çamlıbel'in kendi iddialarını ispatlamak amacıyla ortaya koyduğu yaklaşımın gerçeklikle kurduğu ilişkide de ciddi sorunlar söz konusu. Örneğin yazar bir yerde Le Bon'un "Kitlelerin Psikolojisi" tezine atıf yaparak Erdoğan seçmenini edilgen ve homojen bir kitle olarak kategorize ederek, onları her ve hal şartta AK Parti ve Erdoğan tarafından yönetilen mekanik topluluklar olarak kabul etmektedir. Bireylerin harici uyaranlara otomatik olarak tepki veren pasif özneler olarak kabul edildiği Le Bon'cu yaklaşımı, bireyselliğin alabildiğince arttığı günümüz dünyasında geniş kitlelere uyarlamak anlamsız bir arayış. Her seçmen tabanında olduğu gibi Erdoğan'ı oylayan sosyoloji de kendisiyle Erdoğan arasında bir özdeşlik kurmakta ve Türkiye'nin Erdoğan liderliğinde nereye geldiğinin muhasebesini yaparak rasyonel kararlar vermektedir. Rasyonel seçim teorisi gibi bir analiz üzerinden Erdoğan seçmenini tarif etmek yerine her defasında o kitleyi anlamsız tercihlerde bulunan bir yığın olarak kabul etmenin de hiçbir mantıksal karşılığı yok.

Bir yankı odası olarak alternatif medya

Le Bon'cu Kitle psikolojisi, bugün ancak sosyal medya ya da kendi alternatif medyalarında Erdoğan düşmanlığı ile bütün rasyonel izah süreçlerini bir kenara bırakan birtakım "echo chamber"lar (yankı odası) üzerinden analiz edilebilir. Çamlıbel'in Le Bon'dan alıntıladığı "kitleleri kontrol etmek için bir telkini aralıksız olarak kanıt içermeyen basit cümlelerle tekrarlamak o telkini eninde sonunda kitlelerin zihninde gerçek haline getirir. Bu hipnotik telkin sonucunda ise otoritenin mesajı halk arasında bir virüs gibi yayılmaya başlar" cümleleri, tam da Erdoğan'ı ve onu anlamamakta ısrar eden yankı odalarındaki Erdoğan karşıtlığının bir sonucu olabilir.

Yazıda iletişimle ilgili sınırlı bir literatürü selektif bir okumayla kendi argümanını kanıtlamak açıklamak için kullanan yazarın, anakronizme düşme noktasındaki kayıtsızlığı da dikkate değer. Propaganda ve tek yönlü enformasyon ekosisteminin hakim olduğu Nazi Almanya'sını Türkiye ile mukayese etmek de saplantı haline gelen Erdoğan karşıtlığının bir göstergesi. Erdoğan ve onun hitap ettiği sosyolojiyi ısrarlı biçimde anlamamak ve politik psikolojinin bütün kavramları ile Erdoğan desteğini irrasyonel bir temele indirgemeye çalışmak, hiç de bilimsel bir yaklaşım değil. Hitler Almanya'sı ile günümüz Türkiye'si arasında bir bağ kurarak kitleleri edilgen ve baskı altındaki pasif yığınlar olarak gören bu yaklaşım, yankı odalarının içerisinde kendi seslerini duyan ve dışarıya kendisini kapatan bir kitlenin bir perspektifi olabilir ancak. Nitekim seçmeni belirli iletişim becerileri üzerinden hipnotize edilen edilgen bir yığın olarak görerek onu 20. yüzyıl Nasyonal Sosyalizmin tek yönlü enformasyon akışına teslim olan Nazi esaretindeki halk ile karşılaştırmak, Türkiye'deki seçmen tercihlerini okuyamamak demektir.

Seçim gecesi muhalefet tarafından öndeyiz ve kazanıyoruz söylemleriyle ortaya koyulan süreç yönetiminin önemli ölçüde dezenformasyon içermesi de bu kertede dikkat edilmesi gereken bir husus. Enformasyon akışını zehirleyen bu süreç yönetimini açık biçimde ortaya koymak ve Türkiye'deki dezenformasyon sürecini etkisiz kılmak hiç kuşkusuz İletişim Başkanlığının işidir. Son dönemde deprem süreci başta olmak üzere seçim döneminde de sosyal medyadaki bir dizi planlı manipülasyon siyasetini etkisiz kılan Altun Başkanlığının hedef alınması bu açıdan dikkate değerdir. Erdoğan'ın hızlı ve etkin yürütme sistemine entegre olarak tamamlayıcı bir işlev ortaya koyan Altun'un pratikteki karşılığı, onun neden hedef alındığını da açık biçimde göstermektedir.

Medya-siyaset ilişkileri ve alternatif medyaların geleceği

Güncel siyaseti ve Türkiye'deki toplumsal gerçekliği okuyamayan ve medyadaki dönüşüme entegre olamayarak marjinalleşen medya aktörlerinin bugünkü durumu, medya-siyaset ilişkilerinin geleceği açısından da önemli ipuçları vermektedir. T24 Genel Yayın Yönetmeninin "Kılıçdaroğlu'na Oy Vermenin Zorunluluğu" başlıklı yazı ile Economist'in "Erdoğan Gitmeli" analizi önemli ölçüde örtüşmektedir. Buradaki tek fark Türkiye'deki muhaliflerin seçimler öncesinde inşa ettikleri pozisyonda ısrar etmeleri ve cari politik gerçekliği ısrarlı biçimde göz ardı etmeleridir. Batılı basın-yayın organlarının 14 Mayıs sonrasında kendilerini önemli ölçüde revize ederek rasyonel öngörülerle Erdoğan'ın ne denli avantajlı olduğunu yazmasına rağmen Türkiye'deki "alternatif medya" nın bu gerçekliği ne pahasına olursa olsun görmeyi ve göstermeyi reddetmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

HABERE YORUM KAT