1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Kürtlerin PKK'ya borcu yok
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürtlerin PKK'ya borcu yok

18 Aralık 2012 Salı 04:45A+A-

Kürt ulusalcılarının Kürtleri kendilerine tabi bir ulus haline getirmeleri için şiddete bir araç olarak başvurmakta ısrar ediyor dedik. Çünkü, siyaset yoluyla devletten kazanım elde etmenin mümkün olup olmaması bir yana, siyaset yoluyla asıl Kürtleri bu işe ikna etmesi imkansız görünüyor.

Bir ortak ulus kimliğine ikna olmak zannedildiği kadar da kolay değil. Ulus kimliği birilerini bir araya getirdiği kadar geriye kalan bir çoğundan da ayıran bir sınır. Birilerine sizi akraba kıldığı kadar daha çoğuna da düşman veya yabancı kılıyor. Türk ulusalcılığının bu kimlik üzerinden kendi etrafına ördüğü sınırların 80 yıl nasıl bir hapishane işlevi gördüğüne bakmak bunu anlamak için yeter de artar bile.

O yüzden, Kürtlerin bir kısmı bu tarz bir ulusalcı kimliğe ikna olabilse de kahir ekseriyeti sırf ırk temelinde başkalarına düşman veya yabancı olmayı benimsemez. Çünkü ulusalcı kimlik milliyetçi duygulara hitap etse de kapatıcı ve dünyaya yabancılaştırıcı bir kimliktir ve bu kimliğin hak iddia ettiği bütün kesimleri rıza ile uhdesinde toplaması hiç bir zaman mümkün olmaz. Hele İslami değerlere sahip Kürtlerin bu milliyetçi kimliği ulusalcıların istediği şekilde benimsemeleri mümkün değil.

Siyaset zemininde Kürtleri ulus olmaya ikna etmek böylece imkansız olduğunda Kürt ulusalcıları için şiddet ikna edici tek yol olarak kalıyor. Tekrarlamak gerekirse, bu ihtiyaçtan yola çıkan şiddetin hedefi devleti ikna etmek değil Kürtleri ikna etmektir. Nitekim, illaki bir tasnif yapmak gerekirse, bu şiddet Türklerden ziyade Kürtlerin ölümüne yol açıyor. Süreç içinde ister devlet eliyle isterse de örgüt eliyle ölen her Kürdün canı bu ikna çabasında azımsanmayacak bir malzeme oluyor. Nihayetinde PKK Kürtleri devletin zulmünden kurtarmak bir yana, sıtmaya razı eden bir zeminde etrafında toplamayı umuyor.

Buna rağmen bu tarz bir ikna çabasının da bir sınırı vardır. Halk bu ölüm siyaseti üzerinden örgütün istediği kadar, istediği zamanlamayla harekete geçip ulusalcı bir irade ortaya koymuyor bir türlü. Çünkü giderek halk kendilerini kurtarma iddiası taşıyan hareketin kendilerine ölümden başka bir şey sunmadığını, nihayetinde bu ölümlere değer sayılabilecek hiç bir şey sunamadığını görüyor.

Kendisini Kürtlere kurtarıcı olarak sunmaya çalışan seçkinci-ulusalcı hareket Kürtler için son zamanlarda yapılmış bütün iyileştirmeleri kendi başarısı, kendi kazanımı, kendi mücadelesinin bir sonucu olarak sunmaya çalışıyor. AK Parti'nin Kürt sorununa dair kendi yaklaşımından kaynaklanan bütün bu iyileştirmelerini de onun bir mecburiyeti olarak sunuyor. Böylece AK Parti geleneksel devlet adına yenilgiyi üstlenen ve Kürtlere haklarını vermek zorunda kalan bir taraf olarak sunuluyor.

Örgütün bunu böyle sunmaya çalışması, aslında anlaşılabilir bir şey, kendi varlığını, etkinliğini daha fazla göstermek ve Kürtlerden daha fazla alacaklı olduğunu göstermek için kendince kârlı bir yoldur. Ama bu hikayenin gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. PKK silahlı mücadeleyle klasik devlet anlayışını bir milim geriletemedi ve geriletemezdi de. Çünkü o devlet anlayışı için insanların şu veya bu miktarda ölmesi hiç önemli değildi. Nasılsa çoğunlukla Kürtler ölüyordu ve nasılsa ölen askerler şehit törenleriyle Türk milliyetçiliğini, dolayısıyla kendi iktidarlarını yeniden üretmeye ve beslemeye devam ediyordu. O savaş mekanizmasının ürettiği politik kâr öyle kolay vazgeçilebilecek gibi de değildi. Doğrusu bu politik kârdan, bu haram kazançtan, PKK da payına düşeni fazlasıyla alıyordu.

Kendi insanının sürekli ölümü pahasına işleyen bu mekanizmaya ancak dışarıdan bir aktör dur diyebilirdi. Kürtlere de Türklere de pahalıya mal olan bu kirli savaşa dur demek ancak AK Parti'ye nasip oldu. Sorunun bir boyutunun Kürt sorunuyla ilgili olduğu tespiti AK Parti'nin yeni uyandığı bir konu deği, PKK'nın şiddeti sayesinde ulaştığı bir sonuçsa, hiç değil. Kürt sorunu daha AK Parti kurulurken parti programında yer almış ve bunun güvenlikçi politikalardan önce halledilmesi gereken bir sorun olduğuna yer vermiş. Üstelik bu çerçevede Kürt dili ve kültürünün yaşaması ve yaşatılması adına Kürtçe yayın da dahil olmak üzere bütün tedbirlerin alınacağı bu programda yer almış. Yani PKK silahlı eylem yaptıkça AK Parti buna taviz vermek adına TRT Şeş'i açmış veya Kürtçe eğitime alan açmış değil.

Üstelik AK Parti bütün bunları pogramına yazdığında sistem tarafından kapatma tehdidi altında, dolayısıyla meşruiyetini de kanıtlama derdindeydi. Laiklik dolayısıyla maruz kaldığı meşruiyet sorununa bir de Kürt meselesine yaklaşımı da ekleniyordu. Buna rağmen AK Parti'nin konuya yaklaşımı buydu ve bu yaklaşıma onu PKK şiddeti değil, aksine kendi referans aldığı değerler ikna ediyordu sadece.

Garipliğe bakınız ki, bu değerlerden hareketle Kürtlere haklarını vermeye çalışan AK Parti'nin önündeki en önemli engel hep PKK oldu. Çünkü hem AK Parti tamamen kendi değerlerine referansla Kürt sorununa düzgün baktı ve çözüm iradesi sergiledi, hem de şiddetin hak mücadelesinde ikna ediciliğinin sadece kocaman bir hurafe olduğunu gösterdi. Bu durum PKK'nın Kürtlere ödetmeye çalıştığı vesayet bedelini boşa çıkaran bir hamle oldu. Sonuçta ortaya çıkan bariz gerçek şu ki, PKK'nın şiddet eylemleri Kürtlerin haklarının verilmesini sağlamış değil aksine Kürtlerin haklarının verilmesini geciktirmiş, Kürtlerin durumunu her bakımdan daha da kötüleştirmiştir.

Daha açıkçası, zaten AK Parti tarafından, AK Parti'nin kendi siyasi anlayışından kaynaklanan bir yolla tanınan hakları dolayısıyla PKK'nın Kürtlerden bir alacağı yok. Kürtler kendileri için ne ölmesini ne de öldürmesini isterken, salt öldürme konusundaki maharetlerini göstererek Kürtler üzerinde bir silahlı vesyet kurmasının yeri yok. Aksine Kürtlerin haklarının verilmesine engel oluşturduğu, gelişmeleri geciktirdiği, üstelik işin içine sürekli entrika, kan ve hile kattığı için Kürtlere ağır bir özür borcu da vardır.

YENİ ŞAFAK 

YAZIYA YORUM KAT