Kürt meselesi: Kardeşliğin önündeki prangalar
Türkiye’nin en sancılı gündemlerinden biri olan Kürt meselesi, uzun yıllar boyunca kimi zaman şiddetle bastırılmaya, kimi zaman siyasi manevralarla ertelenmeye, kimi zaman da sınırlı açılımlarla çözülmeye çalışıldı. Ancak bugün yeniden masaya gelen çözüm arayışları, artık sadece Türkiye’nin iç siyasetine dair bir mesele olmaktan çıkarak; Kobani’den Gazze’ye uzanan geniş bir coğrafyanın kaderiyle doğrudan bağlantılı hale gelmiştir. Dolayısıyla bu mesele artık bölgesel dengelerden ve küresel hesaplardan bağımsız şekilde ele alınamaz.
Türkiye’de Kürt meselesine dair çözüm arayışları gündemdeyken, gözlerin çevrildiği en kritik yer, hiç kuşkusuz Suriye sahasıdır. Çünkü Suriye’de yaşanacak her gelişme, artık Türkiye’deki dengeleri doğrudan etkileme potansiyeli taşımaktadır. 2014’teki Kobani olayları bunun en çarpıcı örneğidir: Suriye’deki bir gerilim, birkaç gün içinde Türkiye’deki barış sürecini altüst etmiş; Çözüm Süreci’nin umut vadeden iklimi, Suriye’deki gelişmeler dolayısıyla akim kalmış; ardından başlayan hendek olayları ise sorunu bambaşka bir zeminine sürüklemiştir.
Meselenin çözümü ve kalıcı bir barışın tesisi yönünde çaba gösteren aktörlerin, Kobani ve Hendek tecrübelerinden ders çıkarmadıklarını düşünmek safdillik olur. Ne var ki şu kritik soru hâlâ yanıtsızdır: Cesaretle ve iyi niyetle atılan adımların, Suriye merkezli türbülansların yıkıcı etkilerinden nasıl korunacaktır?
Burada altı çizilmesi gereken temel gerçek şudur: PKK, sahip olduğu seküler ve ümmet karşıtı ideolojik kodlar sebebiyle, silah bıraksa dahi gerçek bir barış ve kardeşlik zeminine katkı sunma anlayışından uzaktır. Örgütün sahip olduğu bu ideolojik sabiteler; Türkiye’de AK Parti ile, Suriye’de ise Ahmet el-Şara liderliğindeki Suriye hükümetiyle iyi niyete dayalı ve kalıcı bir işbirliğine yanaşmasına engel teşkil etmektedir.
Suriye devriminden bu yana PYD’nin söz ve eylemlerinde ortaya çıkan çelişki ve tutarsızlıklar, farklı boyutlarda sağlanan temas ve muhataplıklardaki çelişki ve çarpıklıklar; sözünü ettiğimiz bu ideolojik kodların yarattığı “ortak payda” eksikliğinin somut yansımalarıdır. Özetle, aktörlerin niyetinden bağımsız olarak süreç, ideolojik sabiteler ve yapısal çelişkiler nedeniyle sekteye uğrama potansiyelini bizatihi içinde barındırmaktadır.
AK Parti iktidarının son yirmi yılda vesayet rejimlerini aşma ve Türkiye’deki ideolojik kalıpları kırma yönündeki çabaları, bu kesimlerden ilgi veya destek görmek bir yana; “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganında somutlaşan sığlık, düşmanlık ve nefretle karşılanmıştır. Bu tavır, doğrudan PKK/HDP hattının ideolojik kodlarıyla ilgilidir. HDP’nin, AK Parti karşıtlığı ekseninde seküler-Kemalist bloklarla kolayca ittifak kurabilmesi de aynı şekilde aradaki ideolojik hısımlığın ‘kolaylaştırıcı’ bir faktöre dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de Solcular, Aleviler, Kemalistler ve hatta Ulusalcılarla gerektiğinde büyük tavizler vererek ittifak zeminleri arayan bu yapı, Suriye sahasında da benzer bir yaklaşım sergileyerek; Şam hükümetine karşı Dürziler, Nusayriler ve Baas artığı unsurlarla ittifak kurmaya daha yatkın ve istekli görünmektedir. Hatırlayınız, PYD Suriye’de 13 yıl süren iç savaş boyunca zaman zaman Baas rejimi ve İran, zaman zaman da ABD’nin yanında yer almış; ama her zaman Suriye muhalefeti ve Türkiye’nin karşısında yer almıştır. Dahası, Suriye muhalefetini Batılı bir jargonla ‘cihadist’ ve ‘terörist’ gibi etiketlerle tanımlayarak onlarla arasına mesafe koymuştur.
Devrim sonrasında da PYD’nin tutumu değişmedi; zaten değişmesi de beklenmemelidir. Bu durumu bilen Batı ve İsrail, bölgede dengeleri kendi ajandaları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye çalışmakta ve Şam hükümetine karşı PYD’yi yeni bir kart, hatta bir koçbaşı olarak konumlandırmak istemektedir. İsrail ve Batı, Dürziler, Nusayriler ve diğer azınlıklar üzerinden Suriye’yi yeniden domine etme imkânının kalmadığının farkında olarak bu boşluğu PYD üzerinden doldurmak istemektedir.
ABD’nin DAEŞ gerekçesiyle bölgeye yaptığı askeri ve lojistik yığınak, DAEŞ tehdidi ortadan kalkmasına rağmen hız kesmeden devam etmektedir. Zaman zaman ABD’nin Suriye temsilcisi Tom Barrack’ın yaptığı mutedil açıklamalar kimseyi yanıltmamalıdır. Başkan Trump’ın bir gün söylediğini ertesi gün tekzip eden tutarsız açıklamalar yaptığı ve bunun artık kanıksandığı bir siyasi vasat içerisinde, “hangi Amerika?” sorusuna ikna edici bir cevap bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Batı’nın Ortadoğu politikasını, hiçbir ahlaki ilke ve değer tanımaksızın, İsrail’in güvenliği prizmasından süzdürerek şekillendirdiği gerçeğinin en somut kanıtı, Gazze’de devam eden soykırımdır. İsrail’in güvenliğini, saadetini ve konforunu bölgedeki kaos ve istikrarsızlık üzerinden tesis etmeye çalıştığı gerçeğini hesaba kattığımızda, Suriye’ye ilişkin niyet ve projeksiyonunu öngörmek güç değildir. Dolayısıyla, Kürt meselesiyle ilgili atılan adımların ve yürütülen sürecin, Suriye dolayımıyla karşılaşacağı Batı menşeli muhtemel engel ve bariyerler mutlaka hesaba katılmalıdır.
Coğrafyamızın huzur ve güveni, elbette İsrail’in vicdanına ve bölgemizde estirmek istediği fasid rüzgâra emanet edilemeyecek kadar değerlidir. Türkiye’de barış, adalet ve kardeşlik arayışları ise, PKK/PYD’nin ideolojik sabiteleri ve Batı–İsrail eksenli kuşatma stratejilerine rağmen, hiçbir koşulda ihmal edilemeyecek veya ertelenemeyecek düzeyde hayati önem taşımaktadır.
Halkın meşru taleplerini duyan, adalet temelli ve İslami-ahlaki ortak paydayı öne çıkaran bir zeminin inşası, asla ayak diretecek veya pazarlık konusu yapılacak bir mesele değildir. Bununla birlikte, kalıcı bir çözümün ve gerçek anlamda barış ve kardeşliğin tesisine yönelik atılan adımların başarılı ve sürdürülebilir olabilmesi, hem sahadaki aktörlerin niyetine hem de uluslararası aktörlerin stratejik manipülasyonlarına karşı hazırlıklı ve dikkatli olmayı gerektirir.
Tarihin her döneminde dış güçlerle işbirliği yaparak kendi coğrafyasına, tarihine, kültürüne ve toplum yapısına ihanet edenler bu ihanetlerinin bedelini ödemek durumunda kalmışlardır. İnsanın yaşam, özgürlük ve onur hakkından lgbt haklarını anlayan, var olan sınırlı imkân ve gücünü de Diyanet’in Cuma Hutbesini eleştirmek gibi absürtlüklerle tüketen, İsrail’in bölgeyi kan deryasına çevirdiği bir vasatı bile kendi dar çıkar hesapları için araçsallaştırmaktan imtina etmeyen ilkesiz bir anlayış; Kürtlere de, bölgeye de, insanlığa da hiçbir fayda sağlayamaz.
Esasında Suriye sahasında laik, seküler ve despotik Baas rejiminin kaybetmesi, bu ideolojinin Kürt versiyonu olan PYD’nin de kaybetmesi demektir. Bu fasid anlayışın Kürtler üzerinde yeniden tahkim edilmesi, hem devrimin ruhuna aykırıdır hem de Kürtlere büyük bir haksızlık ve zulümdür. Baas ideolojisiyle aynı kökenden gelen sol, seküler ve fıtrat karşıtı anlayışın Suriye’nin geleceğinde yeri yoktur.
Bu çerçeveden hareketle, gerek Kürtlerin gerekse Suriye toplumunun asli birer parçası olan diğer dini, etnik ve mezhepsel unsurların sahip olduğu tüm fıtri ve insani haklar, Suriye’nin üniter bütünlüğü içerisinde anayasal güvence altına alınmalı ve korunmalıdır.
Bu nedenle, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde bir üst kimlik olarak dayatılan “Türklük” anlayışının, benzer şekilde Suriye’de “Arap” Cumhuriyeti etiketiyle yeniden tedavüle sokulması, hikmetli olmadığı gibi doğru da değildir.
Nitekim, Baasçı veya Kemalist anlayışın beraberinde getirdiği; Araplık&Türklük üst kimliği altında hayata geçirilmek istenen toplumsal tekdüzelik dayatmaları, istenilen bütünlüğü sağlamak bir yana; toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek kimlik bunalımı ve ayrışmayı körüklemekten başka bir işe yaramamıştır.
Hâlihazırda Türkiye’de aktüel gündemi işgal eden Türklük/Türkiyelilik tartışmaları, aslında Türklerin kendi etnik kimliklerini inkâr etme baskısıyla ilgili değil; bilakis, Türk olmayan diğer etnik kimliklerin Türklük çatısı altında tanımlanma baskısının doğurduğu bir tartışmadır. Gerçek anlamda bütünlük; Baasçı veya Kemalist anlayışın bir ütopya olarak dayattığı Türklük veya Arapçılıkla değil; ümmetin ortak değerleriyle, adaletle ve kardeşlikle mümkündür.
Bununla birlikte, Lübnan’da uygulandığı gibi “azınlık kotaları” üzerinden Suriye’nin merkezi yapısının zayıflatılmasına izin verilmemelidir. Benzer şekilde, “her topluluğun kendine ait silahlı birimi” talebiyle Suriye’nin askeri örgütlenmesi ve yönetim kademelerinin zayıflatılmasına da hiçbir şekilde fırsat tanınmamalıdır.
Sonuç olarak, Türkiye ve Suriye’de Kürt halkı muhataptır; PKK ise muarızdır. Bu ayrımı netleştirmeyen her dil ve bu hesaptan hareket etmeyen her adım, sonuç getirmeyeceği gibi, yalnızca örgütün tekelini yeniden üretmek ve tahkim etmekten başka bir işe yaramayacaktır.












YAZIYA YORUM KAT