1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Kudret Bülbül ile Küreselleşmeler Arasındaki Türkiye
Kudret Bülbül ile Küreselleşmeler Arasındaki Türkiye

Kudret Bülbül ile Küreselleşmeler Arasındaki Türkiye

Kudret Bülbül ile Küre Yayınlarından çıkan "Zor ve Rıza" kitabını konuştuk.

27 Haziran 2009 Cumartesi 23:44A+A-

İçinde yaşadığımız gelişmeler küreselleşme bakımından nasıl tanımlanabilir? Küreselleşme, 'emperyalizmin yeni bir versiyonu'mudur yoksa içerisinde insanlığın ortak birikimlerini barındıran kendiliğinden bir süreç midir? Sadece 'zor'a mı dayanmaktadır yoksa yaşayanların 'rıza'sını da içermekte midir? Yaşanmakta olan değişimler/dönüşümler tek boyutlu bir küreselleşme ile açıklanabilir mi? Değilse, birbirleri ile çelişen, örtüşen, çatışan süreçlerin aynı anda işlediği çok boyutlu "küreselleşmeler"den mi bahsetmek gerekir? Ve dahası, Türkiye bu süreçlerden nasıl etkilenmektedir?

20. yüzyılın son çeyreğinde varlığı ya da yokluğu tartışılan küreselleşme süreçlerinde bugün oldukça mesafe kat edilmiş durumda. Kudret Bülbül, Zor ve Rıza (Küre Yayınları, 2009) kitabında yukarıdaki sorulara cevaplar arıyor. Zor ve Rıza, küreselleşme süreçlerine ilişkin kuramsal değerlendirmelerden, TBMM üyeleri ile yapılan mülakatlardan ve Türkiyeli düşünürlerin küreselleşmeye ilişkin yaklaşımlarından hareketle küreselleşmeler arasındaki Türkiye'yi tartışıyor. Kudret Bülbül ile kitabını konuştuk.

- Herkesin küreselleşmeden söz ettiği bir dönemi yaşıyoruz. İlgili-ilgisiz her yerde kullanılıyor bu kavram. Sizce küreselleşme nedir? Küreselleşme nasıl ifade edilebilir?

- Evet dediğiniz gibi üzerinde en fazla konuşulan ama en fazla kafa karışıklığı bulunan kavramlardan birisidir küreselleşme. 6 ama bilginin fil tanımlaması gibi herkes bir yönüne vurgu yapıyor küreselleşmenin. Bu nedenle ortak bir tanımı yok denebilir. Ben küreselleşmeyi "siyasetten ekonomiye, spordan sanata, ticaretten kültüre, bireyler, topluluklar, devletler ve uluslar arasında gittikçe artan etkilenim süreçleri" olarak tanımlıyorum.  Tanımın dikkat çeken yönlerinden ikisi küreselleşmeye ilişkin aktörlerin artık önceden olduğu gibi sadece devletlerle sınırlı olmadığı, bireylerin ve toplulukların da artık devletler gibi aktör olduklarıdır. Buna ABD'nin El-Kaide'ye ve Usame Bin Ladin'e savaş açması örnek gösterilebilir. Negatif bir örnek oldu ama, birkaç on yıl önce bir süper gücün bir bireye ve onun içinde bulunduğu bir örgüte savaş açması düşünülemezdi.

Tanımdaki ikinci önemli unsur küreselleşmenin genellikle yapıldığı gibi bir "karşılıklı etkileşim" değil, "etkilenim süreçleri" olarak tanımlanmasıdır. Etkileşim bir ölçüde karşılıklılığı içermekte, güç ilişkilerini gizlemektedir sanki. Ama etkilenim küreselleşme süreçlerindeki güç ilişkilerini de açığa çıkarmaktadır. Somali ile ABD arasında bir karşılıklı etkileşimden bahsedemeyiz. Olsa olsa güçleri oranında bir etkilenim söz konusudur.

- Hem zor hem rıza nasıl bir süreç bu?

- Yukarıda bıraktığımız yerden devam edersek, küreselleşmenin iki boyutunun bulunduğu söylenebilir. İlki güç ilişkileri bağlamında şekillenen belirli merkezlerin daha ağırlıkta olduğu zor ya da baskı boyutu. Küreselleşme süreçlerinde kuşkusuz bütün aktörlerin etkinliği eşit değildir. Belirli merkezlerin daha baskın olduğu söylenebilir. Bununla birlikte ilgili süreçler sadece belirli merkezlerin kontrolünde değildir. Bu merkezlere rağmen ilerleyen, insanlığın ortak birikimlerini, katkılarını içeren boyutu da vardır küreselleşmenin. Bu boyuta da rıza boyutu diyebiliriz. Bugün sıradan insanlar olarak her birimiz gündelik yaşamda 50-60 yıl öncesinde devlet başkanlarının bile sahip olmadığı teknolojik, bilimsel, tıbbi kolaylıklara, donanımlara sahibiz. Bu birikim küreselleşme süreçlerinin 'zor' değil daha çok insanlığın ortak birikimlerini içeren 'rıza' boyutu ile izah edilebilir.

Aslında 'zor+rıza' İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci'nin 'neden doğu toplumlarında sosyalist bir devrim oldu da Batı toplumlarında böyle bir devrim olmadı?' sorusuna yanıt olarak geliştirdiği bir formulasyondur. Ben ilgili kavramları ve yaklaşımı kendisinden ödünç alarak bir başka bağlamda küreselleşme süreçleri için kullandım.

- Peki akademik/teorik dünyanın bu konuda ortak bir tanıma sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa herkes kendi küreselleşme tanımını mı yaratıyor?

Yukarıda da ifade edildiği gibi tanım üzerinde bir konsensüs yok. Herkes içerisinde bulunduğu pozisyona göre küreselleşmeye ilişkin tanımlamalar yapıyor. Bu durumu da olağan karşılamak gerekir. Çünkü küreselleşme süreçleri her toplumu, devleti, topluluğu, bireyi aynı şekilde etkilemiyor. İlgili süreçlerin gerek süreçler açısından gerekse içerisinde yaşanılan toplumlar/devletler açısından farklı sonuçları olmaktadır. Bu nedenle ilgili süreçlere yaklaşımlar da farklı olacaktır. Küreselleşme gibi kazanan ve kaybedenler yaratan bir süreç karşısında bu farklı tavır alışları olağan karşılamak gerekir. Meksika, Küba ya da Avustralya yerlileri "küresel keşif"in yararları ve maliyetleri konusunda negatif düşünceler taşıyabilirler belki ama, Marco Polo, Magellan, Colombus, Captan Cousteau'nun izleyicileri Avrupalı işadamları için bu gelişmeler son derece "kahramanca" ve "asil"dir. Yine Bill Gates ya da Rupert Murdoch'ın deneyimleri ile Meksika, Çin ya da benzeri ülkelerdeki serbest ticaret bölgelerinde çok düşük ücretlerle çalışan kadın ve çocukların küreselleşmeye ilişkin değerlendirmeleri aynı olmayacaktır

- 'Küresel kültür' ne durumda?

- Küreselleşme süreçleri karşısında en sorunlu alan, ya da küreselleşme süreçlerinde bana göre en yeni ve farklı alan kültürel alandır. Ben küreselleşmeyi Giddens'ı izleyerek modernitenin bir uzantısı gibi görüyorum. Modernleşme süreçleri ile bütün dünyada ekonomik, siyasal, bilimsel, teknolojik bir standartlaşma yaşandı. Bütün bu standartlaşmalarla, ekonomik, siyasal ve diğer alanlarda benzer kurum ve kavram ve kuralları kullanmamıza rağmen küreselleşme öncesi dönemde kültürel olarak farklı farklı kompartmanlarda yaşıyorduk insanlık olarak. Küreselleşme süreçleri ile kültürel alanda da bir standartlaşma yaşanacak mıdır? Bu gün en fazla tartışılan konu budur. Medeniyetler çatışması, Cihad versus McWorld, islamofobia gibi tartışmalar hep buradan neşet etmektedir. Küreselleşmeler karşısında kültürel alanın nasıl şekilleneceğine dair teoride üç yanıt verilmektedir. Homojenleşme, polarizasyon ve çok kültürlülük. Pratiğe bakıldığında ise bu üç sürecin şimdilik aynı anda işlediği söylenebilir.

- Son zamanlarda sıkça kullanılan ve sizin de kitabınızda yer verdiğiniz bir terimi sorgulamakla devam edelim: küreselleşmeler. Bilindiği gibi küreselleşme daha çok tekil bir olgu olarak kullanılan bir terim. Farklı ilişkileri düşündüğümüz zaman burada nasıl bir düşünceden hareket ettiğinizi merak ediyorum?

- Dikkat ettiyseniz sıklıkla küreselleşme süreçleri ifadesini kullanarak tekil bir küreselleşme kavramını kullanmaktan kaçınıyorum. Bana göre küreselleşme süreçleri tek boyutlu, tek merkezli, aynı doğrultuda ilerleyen ve sadece belirli merkezlerden yönlendirilen süreçler değildir. İlgili süreçler yer yer birbiriyle örtüşen, çelişen, çakışan ve çatışan süreçler olabilmektedir. Kültürel alandan örnek vermek gerekirse küreselleşme süreçlerinin hem homojenleşme, hem kutuplaşma hem de bir çok kültürlülük süreçleri yarattığı söylenebilir. Ekonomik, siyasal, teknolojik, askeri küreselleşmeler farklı ülkeleri farklı farklı etkiliyor olabilir. Sadece ekonomik küreselleşmenin boyutları (sermaye, finans, emek piyasaları) bile aynı ülkeyi farklı etkiliyor olabilir. Bu nedenle aynı doğrultuda ilerleyen tekil bir küreselleşmeden değil, küreselleşmelerden ya da küreselleşme süreçlerinden bahsetmek daha anlamlı görünmektedir.

- Fikret Başkaya "küreselleşme yerine emperyalizmi kullanmamız gerekir. Çünkü küreselleşme diye bir şey yok. Zira yayılma, genişleme ve merkezileşme eğilimi kapitalizmin özünde var olan temel bir eğilimdir" diyor. Küreselleşme denince daha çok uluslararası şirketlerin bir güç olarak ortaya çıkması konuşuluyor. Küreselleşme eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Aslında küreselleşme kavramını kullanmadan ilgili süreçleri bugünkü anlama en yakın bir biçimde ilk kez tanımlayan düşünürlerin Marx ve Engels olduğu söylenebilir. Ünlü 'Manifesto'larında yaklaşık 150 yıl önce ulusalın ve yerelin gittikçe gerileyeceğine, üretimin gezegen düzeyine taşınacağına işaret etmişlerdir.

Küreselleşme süreçlerine ilişkin liberal ve sosyalist yaklaşımların varlığından bahsedilebilir. Liberal perspektifte daha çok 'her şey çok güzel olacak' gibi bir yaklaşım hakimken, sosyalist perspektifte değişen bir şeyin olmadığı, emperyalizmin yeni bir versiyonu olduğu biçiminde bir derviş dinginliğinde ve inancında ezberi bozmayan yaklaşımlar söz konusudur. Evet küreselleşme süreçlerinin zor ya da baskı boyutu görmezlikten gelinemez. Ama ilgili süreçlerin sadece bu boyutuna dikkat çekmek bana göre gerçekçi değildir. Örneğin sağlık sektöründeki bütün insanlığa katkı sağlayan, bilişim teknolojisindeki hepimizin hayatını kolaylaştıran gelişmeleri emperyalizm ezberciliği ile nasıl açıklayacağız?. Gördüğünüz gibi yine zor ve rızaya çıkıyoruz.

- Düşünce dünyamızda kavram tarihi çalışmalarının önemli bir yeri vardır: Türkiye Küreselleşme literatürü dediğimizde nasıl bir manzara ortaya çıkıyor?

- Benim 2009'lara kadar getirdiğim bir Türkiye Küreselleşme Literatürü ve bu literatürü değerlendiren bir başka çalışmam da bulunmaktadır. 'Küresel' kavramının kullanılması bizde 1930'lara kadar geri götürülebilir. Küresel kavramı çok başka anlamda 'Küresel vanalar' olarak kullanılmıştır o yıllarda. Bugünkü anlamda ise daha çok 90'lı yıllar sonrasında kullanılmaya başlanılmıştır. Yapılan çalışmalara bakıldığında ise ilgili çalışmaların dünyadaki çalışmalar ile paralel bir seyir izlediği söylenebilir. İlk çalışmalarda küreselleşmeye ilişkin daha olumlu değerlendirmeler ağırlıkta iken 11 Eylül sonrasındaki çalışmalar daha kuşkucu ya da küreselleşme süreçlerinin daha olumsuz yönlerine dikkat çeken çalışmalardır.

- Küreselleşmeye karşı yerele dayalı itirazlar denildiğinde Türkiye özelinde neler söylersiniz?

- Küreselleşme süreçlerine başka ülkelerde daha yerel değerler bağlamında eleştiriler getirilmektedir. Ama Türkiye bağlamında bakıldığında ilgili süreçlere en fazla tepkinin ulusalcı, laik ve sol çevrelerden yükseldiği gözlenmektedir. Çünkü küreselleşme süreçleri ile birlikte ilerleyen ekonomik gelişmeler, ulus-devletlerin kendi uluslarına istedikleri gibi bir 'ulusal gömlek' giydirebilme potansiyellerinin zayıflaması ve bireylerin başka ülkelerde birey-devlet ilişkilerinin nasıl olduğunu daha fazla bilmesi toplumsal değerleri ve toplumsal farklılıkları ile barışık olmayan yapıları çok ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Ulus-devletler çağında imparatorlukları parçalayan asıl şey emperyal güçlerden daha çok ulusal aidiyet ve ulus-devlet bilinciydi. Benzer şekilde küreselleşmeler çağında ulus-devletleri, kapalı toplumları ve rejimleri asıl tehdit eden şey, küresel aktörler değil daha çok küresel iletişim ve bilişimdir. Küresel iletişim ve bilişim çağında ülkelerin kendi toplumlarını hâlâ 1940'lar, 50'ler 60'lar dünyasında yaşatabilmeleri mümkün değildir. Türkiye'de son yıllarda yaşanan gelişmelerin özünü de aslında bu tartışmalar oluşturmaktadır. Soğuk savaş döneminde oluşturulmuş bir ulusal kimlik/kültür ve kamusal alan saldırgan bir savunmacılıkla dünyadaki gelişmeler gözardı edilerek aynı şekilde sürdürülecek midir? Yoksa ulusal kimlik/kültür ve kamusal alan o dönemlerde dışlanan toplum kesimlerini de içerecek şekilde barışçıl bir birliktelik temelinde yeniden tanımlanacak mıdır?

- Bu görüşlerden yola çıkarak bir kapitalizm ve küreselleşme eleştirisi yapmaya yönelmenin imkanı nedir?

- Belirttiğim gibi Türkiye'deki tartışmalar yukarıdaki gibi bir bağlama oturmaktadır. Ama bu tartışmalardan bağımsız olarak tabii ki küreselleşme süreçlerinin eleştirisi yapılmalıdır. Yapılmaktadır da zaten. 19. yüzyılda Kapitalizme ilişkin yapılan eleştiriler aslında küreselleşme süreçlerine ilişkin eleştirilere de ışık tutabilir. Nasıl ki 19. ve 20. yüzyılda kadın ve çocukların çok zor koşullarda çalıştırıldığı 'vahşi kapitalizm' özellikle soldan yapılan eleştiriler ile daha insan yüzlü bir hale dönüştürülebilmişse bugün de küreselleşme süreçlerinin zor ya da baskıcı boyutları benzer eleştiriler ile daha insan yüzlü hale getirilebilir.

- Küresel iktidar yapılanması kendisini nasıl sunuyor?

- Yukarıda ısrarla belirtmeye çalıştığım gibi ben tek merkezli, bir iktidar yapılanması tarafından yönlendirilen, her şeye hakim bir 'kadir-i mutlak' küreselleşme yaklaşımını reddediyorum. Eğer öyle olsaydı tarihin hiçbir döneminde değişim, dönüşüm yaşanamazdı. Halbuki tarihe bakıldığında gelişmelerin motoru farklı dönemlerde farklı medeniyetler/iktidarlar olmuştur. Bu gelişmelerin motoru örneğin 15. yüzyıla kadar İslam medeniyetidir. Bugün belirli oranlarla Batı medeniyetidir. Bu nedenle tekil bir küreselleşme ve belirli merkezlerin güdümünde bir küreselleşme bana göre yeterince açıklayıcı değildir. Bazılarımız Tanrı'ya vermedikleri yetkileri belirli merkezlere verme konusunda çok rahattırlar. Onlara göre İsrail, ABD yada başka güçler her şeye hakimdir. Böyle düşünülürse değişime dair umudun ve yaşamın anlamı da kaybolmaktadır. Bu nedenle ben Tanrı'ya verilmeyen yetkilerin başka güçlere kolaylıkla verilmesini, en azından değişime, umuda ve yaşamın anlamına olan inancım nedeniyle anlamlı bulmuyorum.

- Bugün 101 ülkede ABD'nin askeri üsleri bulunuyor ve şu anda ABD bütün dünyaya meydan okuyor. Bu bir güç gösterisi mi? Amerika'nın en üstte yer almasını bir imparatorluk olarak değerlendirmek doğru mudur?

- Tarihin her döneminde güçlü ülkelerin güçlerini maksimize etme çabaları hep olmuştur. Güçlü ülkeler kendilerini merkeze alan bir dünya çabasını hiçbir zaman bırakmamışlardır. Pax Romana, Pax Otomana, Pax Amerikana bunların örnekleridir. Küreselleşme süreçleri bağlamında baktığımda ise Amerika'nın kendi çıkarları çerçevesinde oluşturmak istediği 'yeni dünya düzeni' küreselleşmeler ile karıştırılmaktadır. Yeni Dünya Düzeni bir ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda dünyaya yön verme çabasıdır. Küreselleşme süreçleri ise bunu çok daha fazlası ile aşan belirli merkezlerin ağırlıkları olmasına rağmen, içerisinde isimli ya da isimsiz pek çok kahramanı barındıran çok katmanlı ve çok boyutlu bir süreçler dizisidir. Küreselleşme süreçlerini sadece Amerikan çıkarları bağlamında okumak bana göre ilgili süreçleri yeterince iyi değerlendirememek demektir. Çünkü başka boyutlarını bir tarafa bırakalım, Amerikan çıkarlarının Bush'vari korunması karşısında gösterilen küresel tepkiler, ABD'nin oldukça zedelen imajı ve Barack (kimilerine göre Burak) Hüseyin Obama'nın (şimdilik söylem düzeyinde olsa bile) daha barışçı politikaları bile bir ölçüde küreselleşme süreçlerinin bir sonucudur.

- Küresel piyasa ve üretim, dolaşımı, yani bir "yönetim mantığı" oluşturdu.Bu Türkiye'de siyaseti nasıl etkiledi?

- Bu 'yönetim mantığını sadece piyasa ve üretim ile sınırlamamak gerekiyor. Bugün küresel iletişim ve bilişim çağında devletler artık vatandaşlarına soğuk savaş dönemlerindeki gibi ya da sınırların kapalı olduğu dönemlerdeki gibi davranabilme lükslerine sahip değildirdirler. Bir ülkedeki bir insan hakkı ihlali anında o ülkenin gündemine ve dünya gündemine taşınabilmektedir. Ulus-devletler artık eskiden görmezden geldikleri ya da yok saydıkları farklılıklar karşısında eskisi kadar rahat değildirler. Bu durum doğal olarak ülke gündemlerini de yakından etkilemektedir. Örneğin Türkiye'de bizler babalarımız ya da dedelerimiz ile kıyaslandığında devlete ve devlet yöneticilerine genel olarak daha eleştirel yaklaşmaktayız. Bu durum devletin ya da devlet yöneticilerinin bizlere daha katı davranmasından mı kaynaklanmaktadır? Hayır. Türkiye'de Devlet 80'li yıllar öncesi ile kıyaslandığında bireylere karşı daha açık, daha şeffaf, daha demokratiktir. Ama bizler dünyadaki gelişmelerden, başka ülkelerdeki birey-devlet ilişkilerinin nasıl kurgulandığını daha iyi bildiğimizden daha eleştireliz. Tabii ki herkes böyle değil. Bazı başsavcılarımız bütün bu gelişmelere rağmen devletin hâlâ soğuk savaş dönemlerinde olduğu gibi davranmasını, ekonomik olarak sefalet içinde olsak da kendilerinin tanımladığı biçimde laik kalmamızı arzu etmektedirler.

- Bugünkü küreselleşme dalgasının algılanması noktasında AKP ve CHP milletvekilleri arasında hangi noktalarda benzerlikler hangi noktalarda farklılıklar var?

- Tabii detaylı bir değerlendirme için çalışmaya bakılması gerekir. Ama burada kısaca şunlara değinilebilir. Genel olarak CHP milletvekilleri küreselleşme süreçleri karşısında daha kuşkucu ve karşıt bir tutum sergilemektedirler. AK Partili vekiller ise küreselleşme süreçlerine daha olumlu yaklaşmaktadırlar. Biraz daha detaya girildiğinde CHP'li vekiller kültürel küreselleşme ve sonuçları karşısında daha rahat bir tutum sergilerlerken siyasal küreselleşme, ulus-devlet, ulusal kimlik konularında çok daha tutucu ve korumacı bir tavır takınmaktadırlar. AK Partili vekiller ise siyasal küreselleşme ve ektileri konusunda daha çok değişime açık bir tavır ortaya koyarlarken kültürel küreselleşme ve sonuçları konusunda daha endişeli görünmektedirler.

- Çok yönlü küresel toplumun giderek karmaşıklaşan sorunlarını çözebilmek için alternatif düzenin çok daha küresel olması gerektiğinin bilincinde olan vekiller var mı?

- Sadece kendi ilinin sınırları ilgili sorunlarla ilgilenen vekillerin küresel gelişmeleri doğru okuyabilmesi kolay değildir. Bununla birlikte içerisinden geldiği sektöre bağlı olarak ya da dış dünya ile daha yakından ilgilenen vekillerin ilgili gelişmeleri daha iyi gözlemleyebildiği söylenebilir. Bu gözlem mutlaka 'alternatif bir düzen' önerisi biçiminde kendini ifade etmeyebilir. Bununla birlikte küreselleşme süreçlerinin bazı açılardan teşvik edilmesi gerektiğine, bazı açılardan daha fazla katkı bulunulması gerektiğine bazı açılardan ise karşı durulması gerektiğine işaret eden milletvekilleri yok değildir.

- Osman Ulagay, Türkiye'deki solun ve entelektüellerin küreselleşme karşısındaki tavrını, küresel dönüşümün ne olduğunu anlamaya çalışmaktan çok "tepkici" bularak eleştirmekte ve Türkiye'nin entelektüel birikiminin önemli bir bölümünün bu tür tepkici eğilimlere harcanmasından duyduğu umutsuzluğu ve yakınmayı dile getirmektedir. Milletvekilleriyle aydınlar arasında irtibat noktaları var mı?

- Ulagay'ın tespitine katılmamak maalesef mümkün değildir. Bu çalışmada da küreselleşme üzerine yazan ve belirli bir metodolojiye göre belirlenen aydınların küreselleşme süreçleri karşısında daha negatif bir tutum sergiledikleri gözlenmiştir. Hatta CHP'li vekiller ile kıyaslandığında aydınların küreselleşme süreçlerine karşı daha kapalı ve katı bir tutum içerisinde oldukları söylenebilir. Bu durum kısmen aydınlar üzerindeki sol düşüncenin etkisi ile açılanabilir. Ama aydınların CHP'li vekillerden daha çok toplumdan ve toplumsal gelişmelerden kopukluğu ile açıklamak daha doğru görünmektedir. Gramsci'nin organik ya da kent tipi dediği ve daha çok kapitalizm ile ilişkilendirdiği aydınların Türkiye'de daha çok ideolojiler bağlamında şekillendikleri ve Fransız aydınlanmasına paralel bir biçimde konumlandıkları söylenebilir. Toplumsal değerlerden ve gelişmelerden kopuk Fransız tipi aydınlarımız küresel süreçlere 'fransız' kalmaktadırlar.

- Küreselleşme hem sistemin dayatma gücünü arttırmakta, hem de etkilerini çok daha geniş alanlara yaymaktadır. Bunun karşısında toplumları ve bireyleri koruyacak araç olarak savunulan ulus devlete nasıl bakıyor araştırmanıza katılanlar?

- Ulus-devletlerin hangi toplumları ve bireyleri savundukları sorunlu bir alandır. Bir ulus yaratma ve bir ulusal kimlik yaratma süreçlerinde ulus-devletler genellikle toplumsal farklılıkları bastırma, yok etme ya da en azından görmezlikten gelme yollarına gitmişlerdir. Küresel iletişim ve bilişim süreçleri karşısında ulus-devletlerin bazıları hâlâ eski yöntemleri sürdürme ve farklılıkları bastırma eğiliminde iken diğer bazıları yeni gelişmelerle birlikte daha önce dışlanan kesimler ile barışma politikaları izlemektedir. Araştırmaya katılanların yaklaşımları da dünyadaki genel durumdan çok farklı değildir. Bazı katılımcılar ulus-devletin baskıcı unsurlarının küreselleşme süreçleri ile azaldığını/azalacağını düşünerek gelişmeler karşısında son derece umutlu iken diğer bazıları ulus-devletin zayıflıyor olmasından çok ciddi endişelere kapılmaktadırlar. Sonuç olarak toplumsal kesimleri ile barışık olmayan, toplum kesimlerinden sadece birisini önceleyen ve diğerlerini buna tabi kılmak isteyen ulus-devletlerin küresel etkiler karşısında kendi toplumlarını koruyucu bir işlev görebilmeleri zordur. Tersine böyle durumlarda ulus-devletlere karşı belirli toplum kesimleri küreselleşme süreçlerini kendi özgürlük alanları açısından koruyucu görmektedirler. Ancak farklı toplumsal kesimler ile barışık ve onların taleplerini karşılama konusunda daha istekli olan ulus-devletlerin küresel etkiler karşısında kendi toplumları açısından daha koruyucu olabilecekleri söylenebilir. Dolayısı ile burada her ulus-devlet için aynı şeyi söylemek ve genel açıklamalarda bulunmak doğru görünmemektedir.

- Küreselleşme ve getirdikleri tartışması yapılabilir mi?

- Tabii ki. Küreselleşme süreçleri götürdükleri kadar getirdikleri de olan süreçlerdir. Getirdikleri her zaman pozitif şeyler olmayabilir. Küreselleşme süreçleri teknolojik ve sağlık alanlarında hayatımızı çok daha fazla kolaylaştırmaktadır. Özgürlükler alanında kapalı toplumları ve devletleri açılmaya zorlamaktadır. Küreselleşme süreçleri önceden bastırılan kimlikleri tetiklemektedir. Bu şekilde önceden pek bilinmeyen yok sanılan kimlikler daha fazla görünür hale gelmektedir. Daha fazla görünür hale gelen kimlikler dini, muhafazakar, etnik kimlikler olabildiği gibi, eşcinsel kimlikler de olabilmektedir.

- Peki siz nasıl bir küreselleşme öneriyorsunuz?

- Küreselleşme benim ya da birilerinin önerileri doğrultusunda ilerleyen bir süreç yada süreçler dizisi değildir. Ama ben küreselleşme süreçleri ile kapitalizmin gelişimi arasında paralellik kuruyorum. Nasıl ki kapitalizm yoğun eleştiriler ile daha insan yüzlü bir hale getirilebilmişse küreselleşme süreçlerinin de baskı ve zora dayanan boyutları daha insancıl hale getirilebilir. Bu nedenle ben küreselleşmeye ilişkin toptan bir tavır almak ya da geliştirmektense öncelikle 'hangi küreselleşme' diye sorulması gerektiğini düşünmekteyim. Böyle sorunca küreselleşmeye ilişkin bazı süreçlerin teşvik edilmesi, bazı süreçlerin düzeltilmesi gerektiği ve diğer bazı süreçlere ise karşı çıkılması gerektiği daha iyi görülebilmektedir. Total değerlendirmeler bizi yanıltabilir. Özetle ve sonuç olarak ilgili süreçlerin zor'a dayanan kısımlarına karşı çıkılırken rıza'ya dayanan ve insanlığın ortak birikimlerini içeren alanları olabildiğince geliştirilmelidir.

 

Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber