1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Kötülerin kusursuz seçimi
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Kötülerin kusursuz seçimi

14 Nisan 2010 Çarşamba 02:38A+A-

'Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya!' Gülten Akın'ın zarif dizesi halimizi özetliyor. Büyük kategoriler, büyük başlıklar, kolay tanımlara sığdırılan koca gerçekler. Zihinlerde incelikler+e yer bırakmayan çorak bir iklim. Her konuşan; Türkler diye başlıyor söze. Ardından Kürtler, Aleviler, Sünniler, sağcılar, solcular, liberaller.

Asıl bakmamız gereken iyiler ve kötülerdir belki de. İyilik ve kötülük hepimiz hakkında daha fazla şey söyleyebilir çünkü.

Hayat için çırpınan ve hayatı yok edenlerin ruh iklimi bu kadar farklıyken, buna cevap vermek hiç zor değil.

Ahmet Türk'ü önceki gün Samsun'da hedef seçen öfkede bir incelik olabilir mi? O öfkenin altında yatan herhangi bir düşünce kırıntısı, sofistike bir fikir?

Saldırganın Kürt dendiğinde, hissettiği ilk duygunun öfke olması, aklına gelen ilk duyguyla saldırıya geçtiği an arasında bir salise bile olmaması tahmin edilebilir. Ama o ham öfkenin beslediği mekanizmaları da tanıyoruz. Hâlâ devredeler, devamlı varlar. Samsun'daki karakolda Ogün Samast'a çay ısmarlayan, Türk bayrağıyla poz verdiren zihniyetten farklı değil bu. Aynı servisin bu vakada bay Ç.'ye yapılmadığının garantisi var mı?

Belki de sorulacak soru şudur: Kötüler hedeflerini seçerken nasıl bu kadar mahir olabiliyorlar?

İyiler hedefe varmada onca kusurluyken, kötüler nasıl bu kadar başarılı olabiliyorlar?

Yani memlekette bir Ermeni'yi yok etmek gerektiğine inanan birileri tüm Ermenilerin içinden Hrant'ı seçebiliyor. Yahut sıra Kürtlere geldiyse onca Kürt'ün arasından Ahmet Türk hedef oluyor! Nasıl kusursuz bir seçme yeteneğidir bu!

En karşıtında bile vicdan yaratan, insan olan, efendi olan hedefe kolayca yerleşebiliyor. Bilemiyorum belki de seçimin kusursuzluğu, iyiliğin cazibesiyle ilgilidir. Zıtların çekimi yasası da açıklayabilir.

Ahmet Türk'e saldıranın hali pek çoğumuza Ogün Samast'ı hatırlattı. Katıksız bir öfkenin, düşünceden ari bir kabalığın seçtiği hedefti Türk. Mahkeme çıkışında yüzüne yediği yumruk, kırılmış bir burun ve yarılmış bir kaşla itidal telkin ediyordu sevenlerine; 'Bir faşistin saldırısına uğradık, bu bizi yanlış şeyler yapmaya sevk etmemeli.' diyordu. Onu yakından tanıyanlar canı yanarken bile sükûnetini korumasının ne anlama geldiğini bilirler. Efendiliğin, zarafetin ve mazlumluğun her durumda korunmasının onun değerleri açısından ne önem taşıdığını. Dünya ne kadar kötü olursa olsun korunması gereken bir efendilik olduğunu.

80 darbesinin kendisine ve ailesine ödettiklerini, Diyarbakır Cezaevi'nde gördüğü işkenceleri, Ankara'da Meclis'in bir üyesiyken yaka paça derdest edilip kapatıldığı hapishanede geçirdiği on yılı ve daha dün kapatılan partisini, elinden alınan vekilliği. Hepsini yaşamış Ahmet Türk'ün hedefte olmaması için bir neden var mı? Yok edilmek için fazlasına sahip.

Biz asıl, böylesi kusursuz bir hedefe yönelen öfkenin nerelerde demlendiğini soralım. Ve o öfkenin temsil ettiklerinin toplumda yarattığı ağır hasarı.

İnsan keşke diyor; iyiler de hedeflerini seçerken bu kadar mahir olabilse.

Ama bu temenni olarak kalmaya mahkûm. Çünkü bizden alınanların boşluğu hiçbir şeyle dolmuyor. Dünkü saldırganın elinde bir silah da olabilirdi. Ve Ahmet Türk'ün dilinden 'sakin olun, provokasyona gelmeyin' cümlesini duymayabilirdik. O zaman ne olacaktı?

Birlikte yaşamanın köprülerini yıkan bu tavrın önünde neyle duracağız? Büyük kategorilerden bir hayır görmediğimiz ortada. İnceliklere ne zaman vakit ayıracağız?

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT