1. HABERLER

  2. HABER

  3. Köşeye sıkışan Putin ne kadar ileri gidebilir?
Köşeye sıkışan Putin ne kadar ileri gidebilir?

Köşeye sıkışan Putin ne kadar ileri gidebilir?

Roger Cohen, seferberlik ilanının Rusya'nın savaşın ilk evresinde yaşadığı mağlubiyetin kabulü anlamına geldiğini ifade ederken ilerleyen günlerde Rusya'nın daha tehlikeli yolları zorlayabileceğine işaret ediyor.

23 Eylül 2022 Cuma 17:30A+A-

Roger Cohen / Fikir Turu

Köşeye sıkışan Putin ne kadar ileri gidebilir?

Rusya Devlet Başkanı, Ukrayna ile Batılı ülkeleri hedef aldığı 20 Eylül’deki konuşmasında, Ukrayna’da süregelen savaşı bir “savunma savaşı” olarak tanımlayarak yeniden nitelendirdi. Savaşın yayılabileceği uyarısında da bulundu. Ertesi gün Rusya’da kısmi seferberlik ilan edildi. 300 bin kişinin askere alınacağı açıklandı. Böylece Ukrayna’daki savaş bir sonraki aşamaya geçti.

Ayrıca Rus işgali altındaki dört bölgenin Rusya’ya katılması için referandum düzenleyecekleri de duyuruldu. Bu bölgelerin Rusya’ya ilhakı, Ukrayna’nın işgal edilen topraklarını geri alma girişimlerinin Rusya tarafından kendi topraklarına yapılan bir saldırı olarak görülmesine yol açacaktır. Bu durum da nükleer silahlar da dâhil olmak üzere her türlü misillemeyi Rusya’nın gözünde meşru kılacaktır.

New York Times köşe yazarı Roger Cohen tarafından yazılan makalede Putin’in Salı günü yaptığı tehdit dolu konuşmanın sonuçları, ortaya çıkardığı muhtemel riskler ve Biden, Macron gibi Batılı liderlerin tepkileri ele alınıyor.

Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:

“Vladimir Putin’in Salı günü televizyonda yaptığı tehditkâr konuşma, Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın gidişatını değiştirmeye yönelik bir teşebbüsten çok daha fazlasıydı. Bu konuşma, komşu bir ülkeye karşı yürütülen bir saldırganlık savaşının, tarih boyunca vatanseverlik ile yoğrulmuş Rus halkı arasında yankı uyandıran bir tema olan tehdit altındaki “anavatanın” savunulmasına yönelik bir savaşa dönüştürülme çabasıydı.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in amacı, ülkesi için savaşın doğasını değiştirmekten ve tüm dünya için riskleri artırmaktan başka bir şey değil. Putin, “bu bir blöf değil” diyerek, Rusya’yı zaafa düşürme ya da yenilgiye uğratma girişimlerinin nükleer bir felakete yol açabileceği konusunda Batı’yı açık bir dille uyardı.

Nükleer tehditler savuran, Batı’yı ülkesini “yok etmeye” çalışmakla suçlayan ve 300 bin rezervin askere çağrılması emrini veren Putin, 24 Şubat’ta başlattığı savaşın planladığı gibi gitmediğini dolaylı olarak kabul etmiş oldu. Ukraynalıları “Batı’nın savaş makinesinin” piyonları olarak nitelendirdi.

Bir farenin verdiği ders

Ukrayna’yı tamamen silahsızlandırma ve “Nazilerden arındırma” diye açıklanmış olan asıl hedeften uzaklaşarak, Kremlin’in savaşın planlandığı gibi seyrettiğine dair zorlama iddialarını boşa çıkarttı ve her zaman inkâr ettiği bir şeyi zımnen kabul etti: Birlik olan Ukrayna ulusu gerçekliğini ve bu ulusun Rusya karşısındaki artan direncini.

Ancak en tehlikeli Putin, köşeye sıkışmış Putin’dir. Bir röportajında da anlattığı gibi, gençliğini zor koşullar altında didinerek geçiren Putin, o yıllarda Leningrad’da bir merdiven boşluğunda bir fareyi kıstırmış, fare de kaçacak yeri kalmayınca ona saldırmıştı. Bu, Putin’in hayatını şekillendiren derslerden biriydi.

Vladimir Putin’in Zihninin İçinde (Inside the Mind of Vladimir Putin) kitabının Fransız yazarı Michel Eltchaninoff, “Rusya, Napolyon ve Hitler’e karşı verdiği savunma savaşlarını kazandı. Putin’in burada psikolojik olarak yaptığı en önemli şey, Ukrayna Savaşı’nın da savunma savaşı olduğunu öne sürmekti” diyor ve ekliyor: “Bu bir saldırı savaşıydı. Artık bu, Batı’nın Rusya’yı parçalama girişimine karşı Rus dünyasının savunulmasıdır.”

Putin’in söylemlerine bakacak olursanız, bu hayali dünya giderek büyüdü. Putin, Ukrayna’nın dört bölgesinde Rusya’ya katılıp katılmama konusunda yapılacak referandumların Rusya tarafından destekleneceğini söyledi. Söz konusu oylamalar Ukrayna ve Batı tarafından düzmece olduğu gerekçesiyle kınandı ve muhtemel bir ilhakın ilk adımı olarak değerlendirildi.

Rusya’nın nükleer tehdidi

Kremlin, bu toprakları ilhak etmesi halinde, Rusya tarafından ele geçirilen toprakları geri almak için doğuda ve güneyde devam eden Ukrayna karşı saldırılarının Rus topraklarına yapılan saldırılar olarak kabul edileceğinin ve nükleer bir karşılık da dâhil olmak üzere her türlü misillemeyi meşrulaştıracağının sinyalini verdi.

Putin, “Ülkemizin toprak bütünlüğü tehdit edildiği takdirde Rusya’yı ve halkımızı savunma için elbette elimizdeki tüm araçları kullanacağız” dedi.

Putin’in, kendisi öyle olmadığını iddia etse bile, blöf olabilecek konuşması, savaşın başlangıcından beri Batı’nın politikasının temelini oluşturan bir ikilemi tekrar gündeme getirdi: Ukrayna’ya sağlanan yoğun askerî ve lojistik destek, NATO birliklerinin sahaya inmesi seçeneği dışında kalan diğer en uç seçeneğe, yani nükleer bir savaşa yol açmadan daha ne kadar artırılabilir?

Fransa’nın eski Rusya Büyükelçisi Sylvie Bermann, “Nükleer tehdidin bir blöf olduğuna inanıyorum ancak bu tehditler Putin’e Batı’yı korkutmak ve Ukrayna’ya silah sağlanması konusunda Batı’daki görüş ayrılıklarını daha da güçlendirmek için bir yöntem sağlıyor çünkü bazı ülkeler artık silah sağlanmasını tehlikeli buluyor” dedi.

Putin’in Moskova’daki bu konuşmasından saatler sonra ABD Başkanı Joe Biden, Putin’in Avrupa’ya yönelik “bariz nükleer tehditlerini kınadı” ve bunları “pervasızca” olarak nitelendirdi.

Biden, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitaben yaptığı konuşmada Putin’in Ukrayna’daki “acımasız ve gereksiz savaşı” karşısında Batı’nın kararlılığında “net, sağlam ve tereddütsüz” olacağını söyledi.

Biden, “Bu savaş, bariz bir şekilde Ukrayna’nın bir devlet olarak var olma hakkının ortadan kaldırılmasıyla ilgili” dedi. Sözlerine şu şekilde devam etti: “Kim olursanız olun, nerede yaşarsanız yaşayın, neye inanırsanız inanın, bu sizin kanınızı dondurmalı.”

Tırmandırma siyaseti

Amerikan ve Rus liderlerin savaş kızıştıkça birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştıkları bir tırmandırma siyaseti oyunu başladı. Ukrayna ve Batılı destekçileri şimdilik avantajlı olsalar da bu avantaj hiçbir şekilde güvence altında değil.

Savaşın başlangıcından yedi ay geçti, sonlanması her zamankinden daha uzak bir ihtimal olarak görülürken etkileri de daha tehlikeli hale geliyor.

Belki de altmış yıl önceki Küba füze krizinden bu yana Amerikalı ve Rus liderler nükleer savaş tehlikesi konusunda ilk defa birbirleriyle bu kadar bariz ve keskin bir şekilde karşı karşıya geliyorlar.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un da dediği gibi, ABD ve Batılı müttefikleri Ukrayna’ya yardım etmek için “gerilimi kontrolsüz bir biçimde tırmandırmadan” “mümkün olan tüm yöntemleri “ kullanmaya çalışıyorlar. Ancak gerilimin daha da tırmanması riski, hatta belki de Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlaması riski, Putin tarafından Rusya’nın sınırlarının yeniden yorumlanma olasılığı nedeniyle daha da arttı.

Ukrayna’yı neo-Nazilerin karargâhı, Batı’yı da “Rus düşmanlığının” esas kaynağı olarak niteleyen öfke ve kin dolu Putin, savaşı ilan ettiği 24 Şubat tarihli konuşmasında olduğu gibi saldırdığı komşusu hakkında da yanılgıya düşmüş görünüyor.

Putin, Eylül ayı başında Kiev’deki Rus yenilgisi ve kuzeydoğu cephesindeki kayıplar nedeniyle tepetaklak olan askeri hedefleri küçülttü ama otuz yıl önce Sovyetler Birliği’nin dağılması esnasında Rusya’nın aşağılanmasına ilişkin takıntılarını küçültmüyor.

Putin, konuşmasında Ukrayna devletini etnik Ruslara karşı soykırım yapmakla suçladı. Batı’nın sahip olduklarından “daha gelişmiş” olan nükleer silahlarıyla övündü. Rusya’ya yönelik tehditler hakkında çılgın iddialarda bulundu. Örneğin, “önde gelen NATO ülkelerinin bazı üst düzey temsilcilerinin Rusya’ya karşı nükleer silahlar gibi kitle imha silahlarının kullanılma olasılığı ve bunun kabul edilebilirliğine ilişkin açıklamalarını” zikretti.

Bunlara dair bir kanıt yok.

Biden, “Putin, Rusya tehdit altında olduğu için harekete geçmek zorunda olduğunu iddia etti. Ancak hiç kimse Rusya’yı tehdit etmedi ve Rusya dışında hiç kimse çatışma istemedi” dedi.

Avrupa’nın barış arayışı

Putin’in konuşması, enflasyon ve enerji maliyetlerinin arttığı Avrupa’da sert geçecek bir kışın arifesinde ve aşırı sağcı Giorgia Meloni’nin favori aday olduğu Pazar günü yapılacak İtalya seçimlerinden birkaç gün önce yapıldı. Meloni’nin kendi tutumu değişiyor gibi görünse de Avrupa’nın aşırı sağı genel olarak Moskova’ya sempatiyle yaklaşıyor.

ABD Başkanı Biden şimdiye kadar Batı’nın birliğini sağlamada çok etkili oldu. Ancak Biden yönetimi bu aşamada Moskova ile diplomasiye pek inanmasa da Fransa ve Almanya, Macron’un 20 Eylül Salı günü Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada bahsettiği üzere Rusya ile diyalog arayışını sürdürüyor. Macron, bu diyalog arayışını “çünkü biz barış istiyoruz” diyerek gerekçelendiriyor.

Ancak ne pahasına olursa olsun değil. Macron’un tutumu sertleşti. Rusya’nın “emperyal” saldırganlığının bir sonucu olarak savaşların ve acımasız bir kutuplaşmanın eşiğinde olan dünyanın karamsar bir portresini çizdi.

Dünyanın “egemenliğin ve güvenliğin güç ve orduların büyüklüğü ile belirleneceği geniş çaplı ve kalıcı çatışmalar çağının” eşiğinde olduğunu söyledi. Bariz bir şekilde diğer ülkelerin yanı sıra Hindistan ile Çin’e göndermede bulunarak tarafsız ülkelerin seslerini daha da yükseltmesi gerektiği konusunda ısrar etti.

Macron, “Bugün buna karşı sessiz kalanlar, kendi iradelerinin dışında ya da gizli bir şekilde emperyalizmin amacına hizmet ediyorlar” dedi.

Tehlikeli yol ayrımı

Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kaybettiği imparatorluğunu tekrar inşa etme girişimi çok tehlikeli bir yol ayrımı ile karşı karşıya. Çok sayıda askeri başarısızlığın ardından Putin, yedi ay öncesine kıyasla daha zayıf bir ele sahip.

Bermann, “Vaziyet çok tehlikeli çünkü Putin köşeye sıkışmış durumda” diyor.”

HABERE YORUM KAT

1 Yorum