1. YAZARLAR

  2. Fatma K. Barbarosoğlu

  3. Kimin gözüyle görüyor ve kimin kulaklarıyla duyuyoruz?
Fatma K. Barbarosoğlu

Fatma K. Barbarosoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Kimin gözüyle görüyor ve kimin kulaklarıyla duyuyoruz?

28 Kasım 2008 Cuma 16:57A+A-

Görünürde yoğun bir kimlikler çatışması yaşıyoruz. Ama ortada sahici bir kimlik yok. Bir kimlik uğruna meydana çıkanların cilalarını kazıyınca, kimlik uçuyor, piyasa değerleriyle flört edebilmek uğruna, uygun maskeyi yüzüne uyarlayanlar kalıyor sadece.

Salı günü kendi romanımın çıkmış olduğu Eylül ayını merkeze alarak bir tarafta O.Pamuk'un Masumiyet Müzesini diğer tarafta üç yazar kadının kaleme almış olduğu üç politik romanı koymuştum. Denklem bu.Yer gök Masumiyet Müzesi diye inledi.Beğenenler,beğenmeyenler,okuyanlar,asla okumam diyenler,sevenler ve nefret edenler; “reklamın kötüsü “ olmaz ilkesine katkı sağlayabilmek için canla başla harfleri yan yana getirdi.

Sonra bitti.Türkiye'de yaşayan ve ekran üzerinden analiz biriktiren bir yabancı, bu “hareketlilik” karşısında Türkiye'nin edebiyat tartışmasına çok meraklı olduğu halde, yazar sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu neticesine varabilir.Çünkü “dumanı üstünde” diye pazarlanan kitap yılda bir iki adet oluyor.Oysa Türkiye' 2004 yılından bu yana her yıl onlarca roman çıkıyor.Ama bu kitapların raf ömrü günlük süt muamelesine tabi tutulduğu için, pek çoğu daha rafta yerini bulmadan “eskimiş” itibar görmemiş oluyor.Raflarda muhkem bir ev sahibi olarak oturanlar, genellikle sabun köpüğü tercüme kitaplar oluyor.Yazılanlar sabun köpüğü ama kendilerine bahşedilen alan oldukça muhkem.Bir çelişki yok mu burada?Salı günü bunu işgal kavramıyla açıklamıştım.

Kültürel bir işgal altındayız.

Sadece romanlar mı?

Fevkalade bir dil ile anlatılan ve dönemini temsil eden bir avuç genç mühendisin “başarı hikayesi” olarak Türkiye'de yedisinden yetmişine herkesin seyretmesi gereken “Devrim Arabaları”, gişe sıkıntısı çekiyor.Vizyondan kalktı kalkacak.Önce herkes “Mustafa”daydı.Şimdi Herkes “Osmanlı Cumhuriyeti” yada Issız Adam'da.

“Devrim Arabaları”nı neden sevmedik diye bir soru sormanın doğru olmadığını düşünüyorum.Çünkü bütün samimiyetimle inanıyorum ki, seyretmiş olsaydı, birazcık sinema zevki olan herkesin çok beğeneceği bir hikaye vardı orada.Gitmedi ve seyretmedi.

Soru şu:Neden herkes “gitmediği halde bazı şeylere gitmiş gibi yapıyor? Neden bazı kitaplara,bazı filmlere bigane kalamazken ille de beğenimizi ya beğenmeyişimizi ifade etmek zorunda hissediyoruz? Neden medyanın sunduğu hazır kalıp beğenilerin ve yargıların dışında kalmaktan korkuyoruz? Neden kaynatılan ama içinde ne kaynatıldığı ve kaynatılan ile ne yapılacağını bilmediğimiz kazanın buharına yakın duruyoruz?

Filmler üzerinden cevaplayalım bu soruları.Peşinen söylemeliyim ki,ne “Mustafa” ne de “Issız Adam” filmlerine gittim. “Mustafa”yı seyretmek için bir teşebbüste bulundum, ilk okul öğrencilerinin bilet kuyruğunu görünce vazgeçip, DVD'sine kadar beklemeye karar verdim. “Issız Adam” merak edeceğim bir film değil. “Devrim Arabaları”na gittim ve meşrebimizin tuttuğu herkese de gitmesini söyledim.Şimdiye kadar hiç kimse “ya niye beni bu film için ikna ettin” diye bir şikayetle geri dönmedi.Tam tersine “çok teşekkür ederim sen olmasaydın belki de bu filmi hiç görmeyecektim” dedi.

Demek ki “Devrim Arabaları” seyircinin duygu dünyasını yakalayan bir film.O halde bu ilgisizliği ne ile açıklayacağız?Yönetmenini medyanın sevmeyişi üzerinden açıklamak mümkün mü?Hayır.Çünkü aynı yönetmenin daha önce çekmiş olduğu iki belgesel oldukça yoğun bir ilgi görmüştü “necip medya” mızdan.

Soruyu bir de şöyle soralım:Medyanın ilgi göstermediği “Devrim Arabaları”na tesettürlü bir köşe yazarının bu ilgisi niye?

Bizi biz yapan şey adalet.Adaletsizliğe tahammülüm yok. “Devrim Arabaları”na yapılan tek kelime ile adaletsizlik .Sinematografik açıdan mükemmel bir film.Şiddet ve cinsellik olmadan “başarı” hikayesini olabildiğince yüksek bir heyecan ile seyircisine aktarabilmesi her türlü takdirin üstünde.Merkezdeki hikaye kadar o hikayeyi besleyen geri plandaki küçük hikayelerin sıcaklığı ve sahiciliği de mükemmel.

Bir dönem filmi olarak, Cemal Gürsel'in projesini anlattığı halde ne 27 Mayıs'çılardan, ne de Menderes'ten yana olmadan, hayatı kavrayışı ile destansı cümleleri hak ediyor.Hak ediyor çünkü film , “BİZ”den yana.

“BİZ”den yana olanı görmediğimiz sürece dıdı vıdı ile geçecek ömrümüz.Önce şikayet edip, sonra şikayet ettiğimizin tam orta yerinde konuşlanmak için çaba sarf ederek, gün be gün küçüleceğiz; küçüldüğümüzü,basitleştiğimizi,ilkelleştiğimizi fark etmeden.Gördüklerimizden ibaretiz.Ama esas mesele, o asla göremediklerimizde.Görmeyi ret ettiklerimizde.

“Devrim Arabaları neden görülmedi” nin en can alıcı kısmını sona sakladım.Çünkü “Devrim Arabaları”nda çok damardan bir medya eleştirisi var.

Neyi ne kadar göreceğimize ,hangi iltifatlar ya da hakaretler eşliğinde göreceğimize medya karar veriyor ya.(Geçen haftanın raiting tartışlamalarını hatırlayınıs lütfen.) Karar verildi.Yokmuş gibi davranmak en iyisi idi.Onun için aynı yönetmenin tartışmalı Gelibolu belgeseline gösterilen ilgi,ilk sinema filminden esirgendi.

II-

Salı günü yayınladığım yazıdan sonra, eşten dosttan “ama biz Medyasenfoni”yi okumuştuk diyen serzenişler geldi.Bu serzenişlerden birini özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum.Kültür Bakanlarımızdan Atilla Koç Bey aradılar.(Musahhih arkadaş için yazıyorum.Cumhurbaşkanları için eski kelimesini yakıştıramayıp her birinin önüne bir rakam ilave ettiğimize göre bir önceki Kültür Bakanımız için eski kelimesini kullanmayı ret ediyorum.) “Medyasenfoni” nin bir senaryoyu andıran kurgusu üzerinde durduktan sonra “Ben okudum şimdi eşim okuyor” dediler.

Kitaplar üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Ortak yazarımız üzerine konuştuk. Ortak yazarımız kim mi?Nurdan Gürbilek.Atilla Koç Bey'in özellikle Kur'an tefsiri ve meali üzerine söyledikleri çok çarpıcı.Ama kendilerinden izin almadığım için burada sizlerle paylaşamıyorum.Bu merak size yeter.

Fakat şu sorunun cevabını düşünün lütfen: Cumhuriyet tarihinin edebiyata,felsefeye,tarihe en meraklı bakanlarından biri olan, yoğun iş temposunu muhakkak gece yarılarına kadar kitap okuyarak tamamlayan Atilla Koç'u, medya neden “uyuyan fotoğraf”lar eşliğinde “imajladı”?

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT