1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Katsayı uygulamasının ekonomi-politiği
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Katsayı uygulamasının ekonomi-politiği

27 Temmuz 2009 Pazartesi 10:37A+A-

Katsayı uygulamasının gerçek amacının ne meslek liselerinin tanzimi ne de eğitimde belli bir seviyeyi gözetmekle ilgisi olmadığını herkes biliyor. Uygulamanın aynen devam etmesini isteyenler hangi gerekçeyi veya hangi argümanı ileri sürerlerse sürsünler, kafalarının arkaplanında İmam-Hatip liselerinden başka bir mücadele alanı yok. Dolayısıyla katsayı uygulamasının pedagojik işlevleri üzerine yapılan tartışmalarda girilen detaylar asıl niyetleri daha fazla gizlemekten başka bir işe yaramıyor.

Yine de katsayı uygulamasından maksadın sadece İHL'lerin önünü kapatmak olduğu, diğer meslek liselerinin de arada kaynayan kurbanlar olduğu düşüncesi, sistem toplamda irdelendiğinde pek doğru görünmüyor. Aksine sistemin en az İHL'ler kadar bütün meslek liselerini birinci dereceden hedeflediği çok daha net anlaşılıyor. Hatta ortaöğretim başarı puanının da ÖSS puan hesaplamasında devreye sokulmasıyla sadece meslek liselerinin değil aynı zamanda taşra veya çevre okullarından mezun olanların da hedef alındığı görülüyor.

Kişinin mezun olduğu okulun başarı ortalamasını bireysel başarısına eklemek fikri tam bir cin fikirliliktir ve bu basitçe sadece meslek liselileri hedef almıyor. Açıkçası 11 yıldır uygulanmakta olan sistem sınıf ayırımcılığına dayalı bir zihniyetin bütün izlerini taşıyor.

Meslek liselerinin eşit şartlarda yarıştıkları düz liselilerden, mesleki eğitimlerinden dolayı daha avantajlı bir duruma geldikleri iddiası sıkça dillendiriliyor ve bu ilave avantajın ancak meslek liselerinin karşısına katsayı engeli çıkarılmasıyla aşılabileceği de iddia ediliyor. Bunu dillendirenlerin katsayı sisteminin detaylarını bilmedikleri çok açıktır. Bir defa lisede alınan meslek eğitimi (orta öğretimle desteklenmemiş olduğu için) piyasada hiçbir işe yaramıyor (bunu anlamak için sadece sanayi sitelerindeki bir iki usta-başını dinlemek yetiyor). Ayrıca meslek liselerinden mezun olanlar kendi sahalarında bir mühendislik tercih ederek ilerleyemiyorlar. Yani meslek liseli, meslek lisesi okumanın bedelini “bu senin neyine yetmez!” denilerek ödemek zorunda bırakılıyor.

Diğer yandan bu mevzu belli ki eğitim kaynağının çok kıt olduğu varsayımıyla bu kaynağın mümkün mertebe kendi ideolojik taraftarlarına tahsis edilmesi “ötekilerinse” bundan dışlanması mantığına dayanıyor.

Doğrusu bu şiddetli ayırımcılık da ancak üniversite sayısının çok az olduğu bir ortamda çalışan bir ayırımcılık. Oysa eski YÖK yönetimi veya iktidarlar, bütün enerjilerini bazılarının bu kaynaktan mahrum bırakılmasına harcamak yerine bu kaynağı artırmaya harcasaydı dışladıkları öğrencilere de yetecek bir eğitim imkânı oluşturabilirlerdi. O takdirde, en azından meslek liseleri ile düz liseliler arasındaki eğitim eşitsizliğine dayalı hiçbir kaygıya yer kalmazdı; herkese yetecek kadar eğitim imkânı olurdu çünkü. Oysa yüksek eğitim kapasitesini artırma yönünde en ufak bir çaba içinde olunmadı çünkü amaç mümkün mertebe herkesin eğitim alması değil, aksine bir sınıfsal yükselme vesilesi olan eğitim imkânını sadece belli kesimler için açık tutmak suretiyle toplumun sınıfçı yapısının korumasıydı.

O yüzden, hatırlayalım, Gürüz'lü ve Teziç'li YÖK yönetimlerinde katsayı uygulamasındaki inatçı ısrarın yanı sıra en önemli duyarlılıklardan birisi de yeni üniversitelerin açılmasına karşı sergileniyordu. Yeni açılan üniversitelerde kaliteyi bahane ederek üniversite kapılarında yığılan umutları görmezden geldiler. Tıp alanında hoca başına sadece 3.8 öğrencinin düştüğü süper lüks seviyelere ulaşmasına rağmen kontenjanların artırılmasına karşı anlamsızca direndiler.

Bu veriler karşısında kendisinden sınıfsal bir duyarlılık beklediğimiz bazı solcuların, bilhassa Eğitim-Sen çevrelerinin, katsayı uygulamasındaki bütün bu sınıfsal boyutları görmezden gelerek, olayı İHL hattında karşılamaları tek kelimeyle bir skandaldır. Bu, ekonomi-politik bir bakışın ideolojik bir körlüğe kurban gitmesinin trajik bir örneğidir.

Geçtiğimiz yıl YÖK basit bir çalışma ile üniversite kontenjanlarının hiçbir ek yapılanmaya gerek olmaksızın yüzde 25 artırılabildiğini gördü ve artırdı. Arkasından yeni uygulamalarla, açılan yeni üniversitelerle birlikte şu anda üniversite okumak isteyip de okuyamayan hiç kimsenin bırakılmayacağı bir düzey hedefi ufukta görülmeye başlamış durumda.

Böylece, birilerinin dışlanmasına dayalı bir sınıfçı yapıyı baz almayan bir eğitim siyasetinin yürütülebildiği görülmüş oldu. İlginç olan burada ilgili ilgisiz her tarafı tüketen bir rekabet anlayışı yerine pastayı büyüterek herkese yetecek bir paylaşım ortamı sunan bir siyasetin giderek daha fazla mümkün görülmeye başlamasıdır.

Eğitim alanını sıfır toplam alanı gibi görmekten, yani biri kaybettiğinde öbürünün kazandığı, biri kazandığında öbürünün kazandığı bir alan gibi görmekten vazgeçmekle başlamak lazım.

Bugün meslek liseleri kazandığında düz liseleri kaybetmiyor. Aksine açıkça görüldü ki, bir tarafı mahrum bırakmak üzere geliştirilen sistem, herkesi mağdur ediyor. Hâlbuki herkesi kucaklayan bir yaklaşımla toplumun her kesimimin kazandığı bir sistemi geliştirmek pekâlâ mümkündür.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT