1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Kapsamlı Anlayış Noksanlığı
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Kapsamlı Anlayış Noksanlığı

01 Haziran 2008 Pazar 23:27A+A-

Eserlerini ders kitapları, telif kitaplar, tercüme ve hazırlama kitaplar olmak üzere üç kısma ayıran Hayreddin Karaman hakkında, bir yönüyle de olsa kısa bir değini yazısı yazabilmek, şüphesiz öncelikle onunla nasıl tanışıldığını hatırlamakla olur Eserleriyle ilk olarak ortaokula başladığım yıllarda tanıştım. Hayreddin Karaman’ın Bekir Topaloğlu ile birlikte hazırladıkları resimli Arapça Türkçe Yeni Kamus’la tanıştım. Ardından bu gün bile Dergah yayınlarından niçin yayımlandığını anlayamadığım Dört Risale daha sonra da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde Fıkıh asistanı iken hazırlamış olduğu “Başlangıçtan IV. Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad” isimli tezin kitaplaşmış hali olan İslam Hukukunda İctihad kitabı gelir.

İlk baskısı Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından çıkan kitap yetmişli yıllarda başta Enver Baytan olmak üzere pek çok kimsenin husumetini üzerine çekmiştir. Nitekim Baytan Yeni İçtihat Fikri ve Müçtehit Taslakları adını taşıyan bir kitapla karşılık vermiştir bu dev söylemli eseri kafese tıkabilmek için. Baytan ictihat kapısının (böyle bir kapı var mı ki, ne demekse) açık olduğunu ifade eden bu kitapla birlikte Metin Önal Mengüşoğlu’nun Gavur Kayırıcılar kitabından kaynak belirtmeksizin oluşturduğu üç yüz sayfalık içi boş bir kitap kaleme almıştır. Reşid Rıza’nın metodunu uygulayarak o da iki kişiyi konuşturmuştur. Ne var ki temellerini yıkarak yapmıştır bunu. Reşid Rıza’nın muslih dediğine o müfsit, mukallid dediğine de muslih demiştir

O yıllarda başlayan içtihat tartışmalarına kaynak teşkil eden bu çalışma son otuz yıl içinde, bu anlayışın en billûr örnekleri arasında yer aldı. Kimi "vasat idrak"lılar tersini savunmaya kalkışsalar da. İçtihat tartışmalarından sonra Hayreddin Karaman düşünsel anlamda o günkü açılımlarını bir üst aşamaya sıçratamadı. Anlayış dergisinde yayımlanan söyleşisinde düşüncelerinin değişmediğini toplumsal anlamda bir gelişme olduğunun altını çizerken son derece haklı olan Hayreddin Karaman’da eleştirilmesi gereken yön o yıllardaki proaktif tavrını terk ederek asıl uğraşı alanını örneklerini Diyanet’in internet sayfalarında gördüğümüz türden kişiye özel fetvalara doğru yöneltmesiydi bence. Bu anlamda Gerçek Hayat dergisi yazarlığıyla Yeni Şafak yazarlığını kıyasladığımızda Hayreddin Karaman’ın gazete yazılarının daha nitelikli olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunların farklı işlevleri yerine getirdikleri öne sürülebilir. Ama bu gerekçelerden hiç biri proaktif olamamayı izah etmek bakımından herhangi bir açıklama getirmez. Bütün bunları yaparken teraziyle yapan bir bakış açısını ortaya koymaya çalıştığını da eklememiz gerekiyor Karaman için. Damıtılmamış tek satırına rastlayamazsınız onun gazete yazılarında.

Uzunca sayılabilecek ve ana konusunu Hayreddin Karaman ve içtihat düşüncesinin oluşturduğu bu girişi yapmamın temel bir gerekçesi var. Olanaklarını her dönemde zorlayarak, kendini açmayı sürdürmesini beklediğim Karaman’ın edebiyata, müziğe, sinemaya, resme hasılı bütün (güzel) sanatlara sokulmaktan kaçınan demeyelim ama geri duran bir yaklaşımı oldu. Kara Siyasa'yla kavga ederek uğraştı. Ayrıntılardan bütüne, bütünden ayrıntılara giden geniş bir yelpazeyi ufku saymaktan geri durmadı. Ama İslami düşüncenin genel bir eksikliği olan sanat bahsinde ciddi bir emek ortaya koymadı. Bir şeyi derinlemesine bilme, idrak etme ya da anlayış diyebileceğimiz fıkıh konusundaki çabalarını sanat ve edebiyata değgin meselelere doğru ayrıntılı bir biçimde ya da bir makale olarak ortaya koymamıştır Hayreddin Karaman. Elbette bunun çeşitli nedenleri olabilir. Ama neyi söylediğini bildiğimiz nasıl söylediği konusunda tereddütlerimizin olduğu Dert Söyletir adı ile kitaplaştırdığı şiirleri, bestelenmiş şiirleri bulunan Karaman’dan bu konuda düşünsel bir çaba içerisinde olmasını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Kendisini yöneltilen birkaç soruda verdiği yanıtların ötesinde sadece bir iki köşe yazısında ve anılarında çok küçük sayılabilecek yaklaşımlar dışında bu konuda açılımları yok Karaman’ın. Bu sadece ona ilişkin bir eksiklik de değildir. Düşünce dünyamızdaki İslami bütünlük sorunu ile ilgilidir bu durum. Düşünce ve sanat arasına her iki anlayış sahiplerinin ördüğü duvarlar bu konuda yeterince düşünce üretimini sağlayamamış dolayısıyla düşünsel bir kısırlık olmuştur. Edebiyat başta olmak üzere güzel sanatların diğer şubelerine dair hala emekle safhasında olan bir anlayışımız var.

İmam Şatibi meşhur muhteşem eserinin başında “amele dönüşmeyen bilginin ilim olamayacağı”nı ifade etmişti. İmam Şatibi’nin yaklaşımı çoğu zaman doğru ve ihmal edilmemesi gereken bir yaklaşım. Acaba hep kısıtlı/dar ilmihal endeksli düşünmemiz mi bizi teorik konulardan uzak tuttu? Hayatın içinde şöyle ya da böyle var olan sanat olgusu karşısında bihakkın düşünce üretemeyişimiz konusunda Müslüman muhayyilenin ilim algısı da önemli bir engelleyici olmuştur. Sanat ilim kategorisinde görülmemiştir her nedense. Örneğin Farabi İlimlerin Sayımı’nda bu alanla ilgili bir yaklaşım getirmez. Yine adı Bilim ve Sanat olan kurumsal yapıların imkanları olmasına karşın bir sosyoloji bir iktisat alanında ortaya koydukları entelektüel birikimi sanat bahsinde ortaya koymadıklarını müşahade etmemizin temel nedenleri arasında bu yaklaşım son derece etkili olmuştur. Görebildiğim kadarıyla bu konulara ilim çerçevesinde açıklama getiren tek eser Vahiy ve Sanat’tır.

Biz de dert söyletir kabilinden Hayreddin Karaman’ın sanat bahsinde dile getirdiklerini kısaca değinelim. Modern ya da çağdaş sanat olarak anınla sanat etkinlikleri genel olarak ahlaki olanı dışlarlar. Belki bu noktada kendilerince tutarlılık testini geçtiklerini düşünüyorlar. Her sistemin sanat anlayışının kendi içerisinde tutarlılık arz etmesi gerektiğini İslami olan söz konusu olduğunda ayıp, ahlaki olmayan ruhunu şeytana satan ya da kötünün egemenliğini ustalıkla maskeleyerek yaygınlaştıran tuzakların sanat olarak görülemeyeceğini ifade eder Karaman: “İslam'ın sanat, güzellik, çirkinlik ve müstehcenlik anlayışı da kendi içinde tutarlıdır, bütünün uygun bir parçasıdır. (…) Yıllarca önce İstanbul'a yeni gelmiş bir Anadolu çocuğu olarak denizi tanımak istemiş, uygun bir kıyıya gitmiştim. Derin olmayan yerlerde biraz çırpınıp yorulduktan sonra dinlenmek üzere kumsala çıktığımda gençlerin, keçi sakallı bir kırantanın etrafına toplanmış merakla bir şeye bakmak için itişip kakıştıklarını gördüm, ben de merak edip yaklaştım, iki omuz arasından bakınca kırantanın elinde siyah beyaz basılmış, çıplak erkek resimli bir dergi gördüm, seyredenlerden biri "ayıp yahu" deyince kıranta sert bir eda ile "ne ayıbı lan bu sanat" dedi. O gün, bizim ayıbımızın bazı yerlerde sanat diye isim değiştirdiğini, açıkta yapıldığını, genellikle yadırganmadığını, yadırgayanların marjinal kalıp azarlandıklarını fark ettim.

Aradan yıllar geçti, bir sempozyumdayım, sağcı-milliyetçi sanat tarihçisi bir bayan profesör ile yine aynı dünya görüşünü paylaşan felsefeci-ilâhiyatçı bir erkek profesörün ilgi çekici bir tartışmalarına şahit oldum. Konu bir gazetede yayımlanan "çıplak poz verecek bayan manken aranıyor" şeklindeki ilân idi. Ahlâk ders kitabı da yazmış bulunan felsefeci bunun, toplum değerleri ile çatıştığını, kendi kitabını okuyan kızına konuyu açıklamada güçlüğe düştüğünü ifade edince, bayan profesör ona şiddetli bir tepki göstermiş, "bu zihniyetin korkunç olduğunu, sanatla ahlâkın birbirine karıştırıldığını, bunun ahlâk ile bir ilgisinin bulunmadığını" söylemişti, sonra da fenâlık geçirdi. Sanat ve çıplaklık, daha nezih, ilmî, entelektüel bir zeminde yeniden yan yana/çatışmalı olarak karşıma çıkmış ve yine ahlâkı ve toplum değerlerini savunan azarlanmış oluyordu.”

Televizyon dizilerinin çoğunda ideolojik çarpıtmalar, telkinler ve yönlendirmeler olduğunu bunun da sanatın ideolojiye alet edilişinin göstergesi olduğunu ifade eden Karaman’ın yaklaşımında ideoloji bir tür yanlış bilinç olarak kodlanır. Sanatın ‘evrensel ve yerli değerlerden, sosyal ve kültürel gerçekliğimizden hareket etmesi, bunları yansıtması gerekmez mi?’ diye soran Karaman evrensel ve yerli olan konusunda çok belirgin düşünceler ortaya koymaz. Bir Varmış Bir Yokmuş adını taşıyan hatıratının ikinci cildinde yer alan Moda ve Sanat alt başlığını taşıyan bölüm de sanatın insanları etkilemek bakımından önemine değinilmekte Müslümanların bu noktadaki eksiklerine değinerek yukarıda yaptığımız aktarımlara benzer yargılar anılmaktadır: “Dün olduğu gibi bu günde sanat, insanların eğitilmesinde, belli duygu, düşünce ve davranış kalıpları edinmelerinde en önemli rolü oynamaktadır. Ne yazık ki Müslümanların en geri ve en zayıf oldukları sahalardan biri de sanat sahasıdır.” Onun bu  can yakıcı tespitlerinin Mengüşoğlu’nun, Mehmet Yaşar Soyalan’ın, Alev Erkilet’in vb. yaklaşımları kadar derli toplu olmadığını da ifade etmeliyiz.

Hepten boşlanmış bir alan değil bu alan kuşkusuz. Yapılabilenler, yapılabileceklerin ne kadarı? Sanatsal edimlerin düşünceye, düşüncelerin sanat edimlerine getirisinin götürüsünün pay-payda dağılımı ne? Ne kadar billurlaşıyor, ne kadar bulanıklaşıyoruz?

Sanatın genelinin içine yuvarlandığı girdaptan çekip kurtarmaya yetecek bir alıntıyla noktalayalım yazıyı:

Bugün dünyada ve ülkemizde sanat edepsizliği, hayasızlığı, ahlaksızlığı, insanın yüce ve aşkın boyutlarını budayarak onu maddi ve fani varlığının zindanına hapsetmeyi yaygınlaştırmak için kullanılmakta, bu menfi oluşuma vasıta olmaktadır. Başta musiki, şiir, edebi eserler, tiyatro sinema olmak üzere sanatın, İslam ilke ve amaçlarına ters düşmeyen bütün nevilerini ve şekillerini dinimizin (…) hizmetine vermek için hiç vakit geçirmeden harekete geçmek gerekiyor” (Bir Varmış Bir Yokmuş C.2, sf.311)

Şu Dünya’ya, şu Hayat’a karşın ayakta kalabilmenin en manâlı yollarından biridir harekete geçmek ve birlikte aramak.

YAZIYA YORUM KAT