1. YAZARLAR

  2. SALİH ORHAN

  3. İdeolojik körlük ya da ideolojik savrulma: Bu yolun düzü yok mu?
SALİH ORHAN

SALİH ORHAN

Yazarın Tüm Yazıları >

İdeolojik körlük ya da ideolojik savrulma: Bu yolun düzü yok mu?

29 Temmuz 2020 Çarşamba 12:42A+A-

Mesel herkesin malumu: Deveye sormuşlar “Yokuşun çıkışını mı seversin inişini mi?” Deve  “bu yolun düzü yok mu” demiş. Müslümanlar Türkiye’de öyle ya da böyle iktidardalar. Bu iktidar tecrübesi içinde alınan kararlar ve buna bağlı olarak ortaya konulan icraatlarda yanlışlık, haksızlık, adaletsizlik vb durumlar yaşanabiliyor. Bu gibi durumlara -doğrudan dahli olmayıp da sadece- şahitlik eden Müslümanların serdettikleri iki yanlış tutumdan bahsedebiliriz. Birinci tutum- ki kahir ekseriyetin yaklaşımı bu şekilde- ideolojik körlük içinde yanlışı görmemek, susmak, tevil etme yoluna gitmek. İkinci yaklaşım ise daha münferit örneklerde karşımıza çıksa da bize göre olan bitenden rahatsız olan herkesin önünde bir tehlike olarak duruyor: İdeolojik savrulma.

Hakikatin üstünü örten veya örtülmesine göz yuman bir ideolojik körlük ya da İslami kimlikten/ İslamcılıktan rücu edip yeni bir siyasi pozisyon belirleme şeklinde kendini gösteren bir savrulma dışında Müslümanların önünde bir seçenek bulunmuyor mu? Müslümanların tutabilecekleri başka bir yol yok mu? Yani bu yolun düzü yok mu?

Olduğu kanaatindeyiz.

Ne Yaman Çelişki Bir Müslümanın İdeolojik Körlük İçine Düşmesi!

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki Müslümanın hakikate olan bağlılığı herhangi bir sebepten askıya alınamayacak bir bağlılıktır. Hakikat onun varlığına her daim merbuttur. Yani hakikat onun için ontolojik/varoluşsal bir mesele olmanın da ötesinde ontik/varlıksal bir meseledir. Bu bağlamda “Müslüman” kavramının mefhum-u muhalifinin (hakikati) “örten” anlamına gelen “kafir” kavramı olması çok dikkat çekicidir.  

Tabii “hakikati bile isteye çarpıtmak, üstünü örtmek asla bir Müslümanın yapacağı iş değildir” demekle mesele hallolmuyor. Hakikate şahitlik eden Müslümanın şahitlik ettiği hakikati hikmetle değerlendirmesi ve bunun neticesinde hikmetli bir şekilde hareket etmesi de ondan beklenenler arasında.

Ancak “ideolojik körlük” içindeyse insan daha hakikati kabul etme aşamasında Müslümana yakışmayacak bir hale düşebiliyor. “İdeolojik körlük” derken “menfaati öyle gerektirdiği için” değil; “öyle düşündüğü, ona inandığı için” (hakikati) görme yetisini yitirmiş insanların durumunu kastettiğimizin altını çizelim. Yoksa çıkarını düşünerek olanı görmemek, dahası çarpıtma yoluna gitmek başka bir hale denk düşüyor. Ne var ki insanın bu dünyadaki imtihanı dünyevi çıkarları önceleyip öncelememesinden ibaret değil. Yanlış bir zihin işleyişi de belki birincisi kadar olmasa da insanı yanlış yerlere sürükleyip, zulme bulaştırabiliyor.  

“Körlük” malum olduğu üzere görmemekten ziyade görememek demek. Burada da ideolojinin kendisine tabi olan insanı düşürdüğü durumdan dolayı olguların görülemediğini, en yalın gerçeklere bile “kör” kalındığını söyleyebiliriz. Yani girdiği ideolojik angajmanların neticesi olarak kişi için hakikati görmemek tabii bir süreç halini almış oluyor. Tabi hakikat “hakikat” olarak görülemeyince geliştirilen tavır -gayri ihtiyari bir şekilde de olsa- çoğu zaman hakikatin üstünü örtmek sonucunu doğuruyor.

Herkes Bulunduğu Yerde Kendi İmtihanını Oluyor

Bir yerde siyasi iktidar sahibi olmanın insanı adaleti tesis etmeye de, zulmü yaygınlaştırmaya da vesile kılabilecek büyük bir imkana kavuşturduğu ortada. Türkiye’deki iktidar sahipleri de ellerindeki imkanlar ölçüsünde yani iktidarları nispetinde bu imtihandan geçiyor. Onlar bu imtihandan geçerken olan bitene şahitlik edenler ise yine bu konuda kendi imtihanlarını veriyor.

Yaşadığımız ülkede iktidarın eliyle bazı konularda adaletten uzak yaklaşımlar hakim hale gelirken, “Müslümanların yönettiği bir yerde şunlar şunlar olmaz” diyeceğimiz bazı şeyler olurken ne yaptığımız, bunlara karşı çıkıp çıkmadığımız bizim imtihan sahamıza giren konular olarak karşımızda duruyor.  “Kınayıcının kınamasından korkmamak” herhalde tam da böyle zamanlar için bir hatırlatma. Öyle ya “dosdoğru olmakla” emrolunmuş Müslümanın “hakkın hatrını ali tutmak” hususunda kimseye eyvallahının olmaması beklenir.

Buna karşılık verdiği oylarla ve sunduğu kamuoyu desteğiyle mevcut iktidarın yanında yer alan Müslümanların iktidarın elinden sadır olan haksızlık ve adaletsizliklere ses çıkarmaması elbette bir çeşit onaylamadır ve mesuliyet doğurur. Ne var ki Müslümanların büyük küçük çeşitli yanlışlarına rağmen mevcut iktidara olan desteğini sürdürmesi pek çok anlaşılabilir sebebe dayanmaktadır. Kaldı ki iktidarın alternatifi olanların başa gelmelerinin daha büyük haksızlık ve adaletsizliklere gebe olduğu bu iktidar alternatiflerinin geçmişleri ve bugünkü halleriyle ortadadır. Burada sorgulanması gereken yapılan yanlışlar karşısında neden doğru bir tavır geliştirilemediğinden önce yanlışların görülme imkanının büyük oranda yitirildiği bir noktaya nasıl gelindiğidir.

Genel itibariyle ideolojik körlük içinde olayları değerlendiren bu kişilerin artık mızrağın çuvala sığmadığı durumlarda da  “ehveni-şer” karşısında “eşer” olanın önünü açmamak amiyane tabirle “karşı tarafın ekmeğine yağ sürmemek” endişesine kapıldığını görüyoruz. İktidar alternatiflerini düşündüğümüzde yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun anlaşılabilir bir endişe olduğunu görmemiz gerekir. Ancak böyle bir duruma sebebiyet vermeden yapılan yanlışlara itiraz etme imkanı yok mudur? Bize göre böyle bir siyasi hat tutturmak imkan dahilindedir, üstelik bunun ötesinde bugün için bir zorunluluktur.

Dinime Dahleden Bari Müselman Olsa!

Bu bağlamda Müslümanların içinden bazı kişilerin bir haksızlığa karşı çıkmaya İslam ve onun modern dönemde siyasi sahadaki tezahürü olan İslamcılıktan daha elverişli bir zemin bulunabilirmişçesine farklı arayışlar içine girmesi dahası iktidarın eliyle yapılan yanlışları, haksızlıkları tamamen Müslümanlara ve İslamcılığa fatura etmeleri şeklinde bir tutum karşımıza çıkıyor.

Örneğin bu kişilerden birisi “Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin totaliter bir ütopya” öngördüğünü söyleyip bugün Türkiye’de yaşanılan durumu İslamcılığın düşünsel köklerine bağlıyor. Bu zat-ı muhteremin Seyyid Kutup’tan ne anladığı ise şu sözlerinden çıkartılabilir: “SeyyidKutub’un da hiçbir zaman dünyaya sağlıklı bir mesaj verebileceğine dair bir şey hissetmedim. Ama onun doğal şartları içerisinde yazabileceği, belki sadece oydu. Çünkü hayatı boyunca işkence görmüş. Oradan çıkmak için başkalarını ezmesi gerektiğini düşünen bir tasavvur.”

Bu tutum sahiplerinin ortak özellikleri ise kendi tutarsızlıklarını göz ardı ederek alakalı alakasız her konuda Müslümanları/İslamcıları sigaya çekmeye kalkmaları. Terk ettikleri ideolojik konumla kendi içlerinde yaşadıkları gerilimden dolayı olsa gerek ilgili ilgisiz bütün meseleleri “oraya” bağlama,  bütün yanlışlardan “oradakileri” mesul tutma, “oradakiler” doğru bir şey yaptıklarında bir şekilde kulp takma vs şeklinde devam ediyor bu durum. Anlaşılan o ki bir yerden bir yere savrulunca insan serinkanlı bir şekilde sağlıklı değerlendirme yapma imkanını da yitiriyor.

Sonra yaşadığımız ülkede zulmün, haksızlık ve adaletsizliğin müesses hali olan Kemalizmle bir meselelerinin kalmadığını görüyoruz bu zevatın. Sadece işkenceyle öldürdüğü insan sayısı onbinleri bulan toplamda ise yüzbinlerce insanın katili Esed rejimine tam destek vermeye devam eden, buna bağlı olarak Avrupa’daki ırkçı partileri aratmayacak şekilde mülteci düşmanlığını sürdüren CHP’nin bu başat politikasının bu kişilerce sumen altı edildiğini görüyoruz sonra ve alıyor bizi bir düşünme hali: İnsan hakları şampiyonluğunu kimselere bırakmayan bu kişiler Suriye’deki katliamlara destek vermeyi ya da mülteci düşmanlığını o kadar da önemli görmüyorlar herhalde ki CHP’ye bu konuda eleştiri getirdiklerini görmüyoruz.

Adaleti İkame Etme Çabası: Müslümanın Alameti Farikası

Dedik ya herkes kendi imtihanını oluyor. Her şey herkesin gözü önünde oluyor ancak herkes de hesabını tek başına verecek. İslam’ın ölçülerini yeri geldiğinde Müslüman kardeşlerine karşı savunmak zorunda kalsa bile her halükarda Müslümanlardan ayrı düşmemeye çalışmak şeklinde özetlenebilecek bir istikamet tutturabilmektir esas olan.

Bu bağlamda son söz yerine şu söylenebilir: Herhangi bir haksızlığa karşı çıkış ve adalet arayışında sadece İslami ilkelere sadakat, sadece ve sadece Müslüman kimliği bize yeter. Adaleti ikame etme çabası en çok Müslümana yakışır, bu çaba içindeki insanlara da en çok Müslümanlık...

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum