1. YAZARLAR

  2. MURAT KAYACAN

  3. Hz. Âdem’in sınavı ve Âdemoğullarının zaafı
MURAT KAYACAN

MURAT KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Hz. Âdem’in sınavı ve Âdemoğullarının zaafı

27 Kasım 2025 Perşembe 12:01A+A-

A‘râf sûresinin insanlık tarihine tuttuğu aynaya her hafta bir ya da birkaç ayetle baktıkça fark edilmektedir ki Kur’an Hz. Âdem kıssasıyla sadece eski bir kıssayı hatırlatmıyor; görünmeyen ama hayatımıza dokunan bir düşmanla aramızdaki kadim mücadeleyi yeniden düşünmeye çağırıyor. Bugün de “günah psikolojisi” ve “vesvese mekanizması” tartışılan soruların bir benzeri olarak önümüzde duruyor: Şeytan, insanı nasıl yanıltır; bu yanıltma hangi sınırlar içinde gerçekleşir, insan hangi zeminde savrulur, hangi zeminde korunur? Ayetteki (el-A`râf 7/27) vurgu, bizi hem bireysel kırılganlığımızla yüzleştirmekte hem de “insanın tarih boyunca hep en zayıf noktasından (tesettür bilincini aşındıran vesvese) yakalanması” hipotezini gündeme getirmektedir. Bu haftaki incelememizde gördüğümüz bulgular ise açık: Âdem’in elbisesini “soyan” şeytani strateji bugün hâlâ mahremiyeti, hakkaniyeti ve kulluk bilincini hedef alan başka biçimlerle sürmekte. Öyleyse sorumuz netleşiyor: İlk düştüğümüz yerde bir ömür tökezlemek zorunda mıyız; yoksa Rabbin bize öğrettiği gibi, görünmeyen düşmana karşı görünmeyen ama en güçlü sığınağa mı yönelmeliyiz?

Saptırıcı Düşmana Karşı Allah’a Sığınma

Şeytan ve ait olduğu cinler topluluğu görünmeyen düşmanlar olduğu için onların vesveselerine daha fazla dikkat kesilmek gerekir. Öncesindeki ayette (el-A`râf 7/26) olduğu gibi şu ayette de sözün önemine binaen kelâmın anlamına büyük bir önem verildiğini zımnen bildirmek için “Ey âdemoğulları” lafzı kullanılmıştır: “Ey âdemoğulları, şeytan sizi saptırmasın; nitekim ebeveyninizi de onlara ayıp yerlerini göstermek için onlardan elbiselerini soyarak cennetten çıkarmıştı; çünkü o ve kabilesinden olanlar sizi onları görmediğiniz yerlerden görürler. Muhakkak biz şeytanları iman etmeyenler için dostlar kıldık.” (el-A`râf 7/27). Hz. Âdem’i vesvesesiyle kandırıp cennetten çıkmasına neden olan şeytan, âdemoğullarını daha rahat yoldan çıkarıp onların cennete girmesine engel olabilir. Diğer kıssalarda olduğu gibi insanların ibret almaları hedeflenmiş olan bu kıssada şeytanın Hz. Âdem ve eşinin “elbiselerini soyarak cennetten” çıkarması, bu fiili doğrudan işlemesi değil, verdiği vesvese ile buna neden olması anlamındadır. İnsanlığın başlangıcıyla yaşanan bu sorun, cahiliye döneminde çıplak tavaf(1) ile somutlaşmıştır ve ne yazık ki şeytanın tesettür karşıtı vesveseleri (ve hatta madden tesettürlü manen tesettürsüzlük hâli) bugün hâlâ etkisini sürdürmektedir. Tarihten ibret almamanın sonucu, yaşanmış yanlışlıkları sürdürmektir. Çözüm, o saptırıcının şerrinden onun da göremediği yüce Allah’a sığınmaktadır. Şeytanın “kabilesinden olanlar” arkadaşları, askerleri ve nesli diye yorumlanmıştır. 

Cinlerin Görünmezliği ve Şeytanın Kabilesi

Cin şeytanlarının kendi tabiatlarında görünmemesi genel durumu ifade eder. Her ne kadar “Onlar Süleyman’a, isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi.” (Sebe' 34/13) ayeti onların görülmemelerinin istisnası olarak akla gelse de Hz. Süleyman’ın onları gördüğünün kesin delili olmaz. Cinler, istedikleri zaman istediği görünüme girebilselerdi, o zaman dünyada işlenen suçların gerçek özneleri belli olmazdı. İnsanlar kimle görüştüklerinden, anlaştıklarından ya da kavga ettiklerinden emin olamazlardı. Yüce Allah, şeytan ve soyunun insanlara çok şiddetli bir düşmanlığının bulunduğunu açıkladığı hâlde (el-Kehf 18/50), onlar insanları çarpmaya ve onları delirtmeye güçleri yetseydi öncelikle onların amansız düşmanı âlimlerin akıllarını giderirlerdi. Demek ki onların, insanın bedenine girip (2) hâkim olması gibi bir şeyin aslı yoktur. İddia edenler, bunu en azından Kur'an’a dayandırmamalıdır. Zaten şeytan vesvese verir, insanın kontrolünü ele alamaz (İbrâhim 14/22). Yüce Allah’ın “şeytanları iman etmeyenler için dostlar” kılması, azaplarını artırmak içindir; çünkü onlar, bu sayede batıl yolda sürekli aleyhlerine delil biriktirmektedir.

Sonuç

el-A’râf 7/27’den öğrendiğimiz hakikat bugün de aynı sadelikle karşımızda duruyor: Şeytanı hafife alan insan, onun ve yolundan gidenlerin tuzağına düşüyor. Hz. Âdem’in cennette yaşadığı savrulmayı hatırlamak, sadece bir kıssayı hatırlamak değildir; kendi zaaflarımızın kapısını nereden araladığımızı fark etmektir. Bu haftaki okuma, bize şeytanın insanın iradesini esir alamadığını (İbrâhîm 14/22) ama zaaflarını istismar ederek onu kendi kendisine yenik düşürdüğünü gösterdi. Bu yazının ortaya koyduğu katkı, belki de bu eski hakikatin bugünün karmaşasına yeniden tercüme edilmesi ve ışık tutmasıdır. Elbette burada insanın tüm sorularını bitiren bir hüküm vermiyoruz. Cinlerin niteliği ve görünmezliği üzerine literatürde hâlâ tartışmalı alanlar var; fakat kesin olan şu: Rabbimiz, iman etmeyeni şeytanla baş başa bıraktığını bildirmekle bizi korkutmak için değil, korunmanın yolunu göstermek için konuşmaktadır. Bundan sonrası her birimizin kendi hayatına dönecek sorusudur: Günümüzün hız, teşhir ve dikkat dağınıklığı içinde görünmez bir düşman bizi nereden nereye çekiyor ve biz hangi kapıyı kendi elimizle aralıyoruz? Bu ayet bize şu gerçeği göstermektedir: Yüce Allah’a sığınmayı öğrenen, kaybetmez.


  1. Kureyşliler hariç Kâbe’yi tavaf eden müşriklerin zengin olanları günah işledikleri elbiselerle yüce Allah’ın huzuruna çıkamayacaklarını düşünüp Kureyşlilerden elbise temin eder ve o kıyafetlerle tavaf yapardı. Fakir olanların ise erkek olanları gündüz, kadın olanları gece elbisesiz tavaf yapardı.
  2. Damarlarda kanın dolaşması gibi şeytanın dolaşması, fiilî bir durumu değil, vesvese vermesini ima eder.

YAZIYA YORUM KAT