1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. HSYK ve “sivil” yargının durumu
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

HSYK ve “sivil” yargının durumu

18 Temmuz 2009 Cumartesi 12:49A+A-

Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili yasal düzenlemeye karşı sergilenen kıyasıya müdafaa hukuk sistemimizin altında etkili bir biçimde işleyen bir imtiyazlar rejimini açığa çıkarmıştır. Cumhuriyetin “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış toplum” idealinin sadece kitlelerin inanması beklenen koskoca, içi boş bir ideoloji olduğu bu vesileyle daha iyi anlaşılmıştır.

Açıkçası, hukuka inanmamızı bekleyenlerin kendileri hukuka inanmıyor, kendilerine ayrıcalıklar üretmediği müddetçe onu kabul edilmez buluyorlar.

Yıllardır Türkiye'de kuvvetler ayrılığı ve anayasal kurumların özerkliği ilkesine karşı en büyük tehdidin siyasal iktidarlar olduğu telkin edildi. Oysa kuvvetler ayrılığı ilkesinin bütün demokrasilerde sahip olduğu doğal meşruiyet, arkasına sığınılarak daha derin bağımlılıkların korunduğu bir duvar gibi çalıştı.

Örneğin üniversitelerin özerkliği gibi son derece kutsal ve meşru bir değer, yıllarca üniversiteler üzerinde asıl büyük vesayeti kurup sürdüren, üniversitelere ve bilim adamlarına hiçbir özerklik alanı bırakmayan YÖK'ün gücünü pekiştirmekten başka bir işe yaramayacak hale getirildi.

Açıkçası yakın zamana kadar YÖK'ün tepe tepe kullanarak tükettiği özerklik ve özgürlükten ne bilim adamlarına ne üniversitelere hiçbir pay kalmamıştı. Bütün üniversitelerde hakim olan tek-seslilik ile alabildiğine siyasi konularda bütün rektörlerin katılımıyla sağlanan sansasyonel “oybirlikleri” bu özerkliğin nasıl bir vesayet sistemi ile esir alınmış olduğunu gösteriyordu sadece.

Bugün daha net bir biçimde anlaşılıyor ki, o dönemde üniversiteler, rektörleriyle, fakülteleriyle, bölümleriyle YÖK bünyesinde oluşmuş bulunan bir kayıtsız-şartsız itaat rejimine fena halde tabi kılınmışlardı. Gücünü hiçbir demokratik süreçten almayan bu rejimi rahatsız eden tek şey demokratik süreçler ve taleplerdi. Çatışma mukadderdi. Ama çatışmanın YÖK yönetimi tarafından üniversitelere siyasi baskı olarak sunulması tam bir ikiyüzlülük idi. Çünkü YÖK zaten bu çatışmada kendi özerk anayasal varlığını değil, önceden özerklik ruhunu satmış olduğa daha derin odakları temsil ediyordu.

Yargı konusunda da durum farklı değil. Türkiye'nin demokratikleşme sürecine yargının sergilediği gözle görünür direnç, yargı kadrolarının hukuk metinlerinin yorumu üzerinde alabildiğine keyfi bir tasarrufu kullanmaları, ülkenin neredeyse rutini haline geldi. CHP yargıyı açıkça istediği gibi manevra yapabileceği bir fırsat alanı olarak gördüğünü gizlemeye bile gerek duymuyor. “Hukukun üstünlüğü anlayışı”, tarafsız yargının felsefesinin ve mantığının gözetilmediği, aksine yargı erkini hukukçunun en doğal hakkı ve mülkü gibi gören bir ilkellik düzeyinde seyrediyor.

HSYK atama kararnamesinde yaşanan kriz, sızan bilgiler doğruysa eğer, bu erk üzerindeki keyfi tasarrufun nasıl bir pervasızlık üretebildiğini de gösteriyor ve doğrusu bir hayli ürkütüyor. Ergenekon savcılarının ve hakimlerinin, yanı sıra hem Güneydoğu'daki faili meçhul cinayetleri araştıran hem de PKK'nın şehir yapılanmasına karşı operasyonları başlatan özel yetkili beş savcının hatta bu davaları kabul eden hakimlerin hepsinin aynı anda yerlerinin değiştirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Bütün bunların hepsinin aynı anda yapılmasının nasıl bir görüntü verdiğine hiç aldırmıyor oldukları da anlaşılıyor.

Nokta atışlı atama talepleri hukuk sisteminin foyasını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Aslında yargı erkinin siyasi iktidardan bağımsızlığına artık fazlasıyla inanmamamız için hiçbir sebep yok. Ama siyasi iktidardan alabildiğine bağımsız olan yargı erkinin çok daha kötü bağımlılıklarının var olduğunu da ortaya çıkarıyor bu durum.

HSYK'nın bu kadar serbestçe kullandığı bağımsızlıktan ne yazık ki hukukun asıl aktörleri olan hakimlere ve savcılara hiçbir pay düşmemiş oluyor.

Doğrusu hukuk erkinin bu şekilde kadrolaşıp örgütlenmiş olduğu bir durumda “askeri şahısların sivil mahkemede yargılanması” ile ilgili yapılan düzenlemelerle işin bitmediği anlaşılıyor. Sivil yargı dediğimiz sürecin başını tutan aynı HSYK'nın Şemdinli savcısıyla ilgili yaptıklarını yapacaklarının referansı gibi alacak olursak sivil mahkemelerin askeri mahkemelerden daha bağımsız davranabileceklerini beklemek için fazla iyimser olmak gerekiyor.

Sonuçta Şemdinli savcısının hazırladığı iddianameyle 39 yıl mahkûmiyetin çıktığı dava hakkında “görevsizlik kararı” veren ve dosyayı askeri mahkemeye “teslim” eden sivil mahkemenin Yargıtay'ı oldu.

Sivil Yargının yüksek düzeyinin bu kadar militarize olduğu bir durumda, hukuku bütünleştiren, vatandaşı da eşitleyen bu gelişmeye sevinmek için galiba biraz erken, ama yine de pes etmemek gerekiyor. Türkiye'nin demokrasi sürecinde kat etmesi gereken yol kısa değil; meşakkatsiz, hiç değildir.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT