1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Harold Lamb Ve Ömer Rıza Doğrul
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Harold Lamb Ve Ömer Rıza Doğrul

18 Ocak 2009 Pazar 22:51A+A-

ABD'ye doğunun gizemli kapılarını açan araştırmacı-yazar Harold Lamb pek çok biyografik roman kaleme almış. Cengiz Han, İskender, Timur ve Kanuni Sultan Süleyman bu kişilerden bazıları. Bu kişilerin ortak özelliği hepsinin sultan olmaları yani yönetici olmaları. Eline kılıç almamış bir dahinin öyküsünü yazdığı Ömer Hayyam (Kaknüs Yayınları, 2003) romanı ise yukarıdaki isimlerden bu yönüyle ayrılmakta. Cüretkar şiirleriyle tanınan Ömer Hayyam'ın, ortaçağda İran'ın hüzünlü atmosferinde geçen öyküsü, halktan ve soylu sınıfından seçilmiş renkli portrelerle canlılık kazanıyor. Metafizik zekası ve yıldızlara duyduğu tutku nedeniyle muhafazakarlıkların şimşeklerini üzerine çeken Hayyam'ın hayattan beklediği sadece biraz mutluluk ve astronomi kulesi yapmak için uygun bir yer. Bu yüzden “Dervişlerin tekkeleri var, hocaların medreseleri var. Fakat benim hiçbir yerim yok” demekte son derece haklıdır Türkçe’de ilk olarak 1944 yılında Ömer Rıza Doğrul’un çevirisiyle yayımlanan Hayyam.

Lamb’ın kaleme aldığı biyografik romanı okuduktan sonra, yüzyıllardan beri bizde ve diğer Doğu toplumlarında dilden dile dolaşan Hayyam'ın, gerçek Hayyam olmadığını çok daha açık bir biçimde görüyoruz. Sabahattin Eyuboğlu yaşasaydı eğer, hiç kuşkusuz, işte gerçek Ömer Hayyam bu derdi. Çünkü o da gerçek Ömer Hayyam'ı Rıza Tevfik ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi rubailerinde aramış ve bulamamıştı. Rubaileri Hasan Âli Yücel’in hazırladığı Şark klasikleri projesi çerçevesinde Türkçeleştirirken bile, hangilerini Ömer Hayyam'ın yazdığını, hangileriniyse onu gözden düşürmek için uydurduğunu herkes gibi o da bilememişti.

Harold Lamb’ın adı geçen romanı Yıldızların Efendisi Ömer Hayyam  adıyla Yurt Kitap-Yayın tarafından Suat Kaya'nın çevrisiyle de yayımlandı.Üç aşağı beş yukarı aynı çeviriyle. Ömer Hayyam, ya İranlı mollaların anlattığı gibi dinsiz ve sarhoş bir şair olarak ya da Melik Şah tarafından bazı Türkmenlerin ağızdan ağıza aktardığı gibi ermiş bir tasavvuf şairi olarak bilinegelmiştir. Ömer Hayyam'ın söylediği rubaileri hiç yazmadığını ileri süren  dolayısıyla bir Rubaiyyat'ın (Rubailer Kitabı) olmadığını söyleyenler olduğu gibi Amin Maalouf’un, Semerkant adlı yapıtında bunun tam tersini ileri süren  ve bir Rubaiyyatı'ın varlığından söz eden çalışmalar da yok değil. Lübnan asıllı bir Hıristiyan Arap olan Amin Maalouf'un Semerkant isimli yapıtı, "bir Rubaiyyat'm varlığı" üzerine geliştirilmiş bir kurgudur. Var olduğu ileri sürülen bu Rubaiyyat, 14 Nisan 1912'de batan Titanik'le birlikte kaybolduğuna göre bugün varlığı ile ilgili hiçbir kanıt yok demektir. Ayrıca elimizdeki tüm bilgiler Hayyam'ın söylediği rubaileri yazmadığı, şeklindedir. Bu algılama biçiminin günümüze dek gelmesinde, o zamanki medreselerde yıldızları gözleyerek gelecekteki olayları önceden görme inancına dayanan astroloji (ilmi nücum) ile astronomi (gökbilim) arasında benzerlik olduğuna inanılması, çok önemli bir etken olmuştur. Melik Şah bile Ömer Hayyam'ı bir astronom olarak değil, yıldızlara bakarak kendi geleceğini önceden söyleyen bir müneccim olarak yanında gezdirmiştir. Gözlemevini de bu amaçla yaptırmıştır. Hayyam'ın bir astronom olduğunu, yalnızca Melik Şah'ın veziri Nizam-ül Mülk ve diğer bilim adamları bilmektedirler. Mollalar ise onu hükümdarın müneccimi olarak bildikleri için önceleri karşı çıkmazlar. Daha sonra gerçeği öğrenir öğrenmez gözlemevini yaktırmakta gecikmezler. Yüzyıllar önce yaşamış olan bilim adamları, romanı okurken karşımızda canlanıp yeniden yaşıyorlar. İmam Gazali'nin, Hayyam'ın deneyi karşısındaki korkulu şaşkınlığı bizi gülümsetiyor.

 Harold Lamb, romanın kurgusunu tamamen tarihsel gerçeklere dayanarak oluşturmuş. Romanın sonsöz bölümünde yazarın kendisinin de açıkladığı gibi, kişiler ve olaylar çoğunlukla gerçektir. Ama ben burada romanın kendisinden daha çok romanı çeviren Ömer Rıza Doğrul’un yazdığı çelişkili eşik söz üzerinde durmak istiyorum. Önce Ömer Rıza’nın yaşamına kulak kabartalım. İslam Ansiklopedisi’nde Mustafa Uzun tarafından kaleme alınmış bir Ömer Rıza Doğrul yaşamöyküsü yer alıyor:

Ömer Rıza Doğrul (1893-1952) aslen Burdur’lu olup Mısır’a yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak 1893 yılında Kahire’de doğdu. Eğitimini Ezher’de tamamlayıp Mısır’da gazeteciliğe başladı, 1915’te İstanbul’a gitti; Tasvir-i Efkar’da yayınlanan yazılarıyla Türk basın hayatına girdi. Daha sonra Mehmet Akif Ersoy’un kızı Cemile Hanımla evlendi. 1925’te Vakit gazetesinde yazdığı yazılar dolayısıyla tutuklandıysa da bir müddet sonra serbest bırakıldı.

947-48 yıllarında Selamet Mecmuası adlı bir dergi çıkardı. Çok partili hayata geçiş sırasında yayımlanan bu önemli dergi; ilmi-dini araştırmalar, İslam dünyasındaki düşünce hareketleri, İslam klasikleri konuları yanı sıra, din öğretiminin gereğini ortaya koyarak bu konuda kamuoyu oluşmasına büyük ölçüde katkıda bulundu.

Selamet Mecmuası bir dönem yayın hayatından çekildikten sonra, 1949’da Yeni Selamet adıyla tekrar neşir hayatına girmiştir. Bu dergide Ömer Rıza Beyin yanı sıra; Ahmet Hamdi Akseki, Musa Carullah, Rıza Nafiz Taner, Ahmet Halit Yaşaroğlu gibi yerli yazarlarla birlikte, Ezher rektörü Mustafa Abdurrazık Paşa, A. Cressy Morrison, Muhammed İkbal, Taha Hüseyin, Zeki Ali, John Kingley Birge gibi yabancı yazarlar da mecmuanın yazı kadrosunda yer alan isimlerdi.

Ömer Rıza 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den Konya milletvekili seçildi. Ardından onlarca telif ve tercüme eser bırakarak 13 Mart 1952’de İstanbul’da öldü

Bir metni çevirmek için, bir neden gerekli. Bir başlangıç noktası, tanışma anı, o nesneyle ruh uyuşması, kan uyuşması gerekli Harold Lamb yanında başka yazarları da çeviren Ömer Rıza Doğrul çevirdiği eserlere önsözler de yazar. Lamb’ın romanını Türkçeye niçin çevirme gereği duyduğunu açıklarken özetle iki nokta üzerinde durur Doğrul: İkincisinden başlayarak bu sebepler üzerinde durmak istiyorum. Eseri yalnızca tarihi bir eser olarak değil aynı derede hatta daha fazla sanat eseri olduğunu vurgular. Bir dönem edebiyat çevrelerimizde çok sık tartışılan tarihi roman konusuna da değinir kısaca Doğrul Kimilerinin tarihi roman yazımında illaki gerçeklerin göz ardı edilmemesini savunurken, kimilerinin de kurgunun hüküm sürebileceği bir alan olarak yorumladığı tarihi roman konusuna Doğrul şöyle yaklaşır:”Sanatın tarih ile meczinden maksat, tarihi canlandırmak ve yaşatmaktır. Fakat bu vazifenin hakkıyla başarılması için,tarihi vakalar ve şahıslar hakkındaki bilgimizin, bu vakalar ile şahısların mensup oldukları devre ait malûmatımızın buna imkân verecek bollukta olması gerekir.Halbuki Hayam hakkındaki malûmatımız,bunu sağlayacak özellikte değildir ve onun için bu eserde sanatın payı,tarihin payından daha büyük görünür”  Ne var ki romanın tarihinin tarihin gerçeklerinden daha etkileyici olduğunu anımsamak gerekir: Çoğu roman okuru, Roma tarihini Robert Graves'in "Ben, Claudius"undan, Bizans İmparatorluğu'nu Gore Vidal'in "Julian"ından, Napoleon'un Rusya'ya saldırmasını Tolstoy'un "Savaş ve Barış" romanından bilir. Daha garibi, Claudius deyince aklına, televizyon dizisinde oynamış Derek Jacobi; Mozart denildiğinde "Amadeus" filminde pembe peruk denerken attığı kahkahayla Tom Hulce gelir. Tarihçileri ve biyografi yazarlarını kızdırsa da, elimizde olmadan daha popüler olan gerçeklerden uzak kurgusal versiyonlar aklımıza takılmıştır artık, çok ender olarak tarih kitaplarını araştırıp bu bilgiler doğru mu değil mi bakarız. Elbette bu gerçeğin canı cehenneme demek değildir.

İşte bu noktada Ömer Rıza Doğrul’un Lamb’ın Ömer Hayyam romanıyla alakalı olarak dile getirdiği ve çevirisinde de etili olan ikinci neden olarak tarihsel eleştiri gündeme gelir. Bir roman eleştirisi genellikle farklı boyutlarda aynı anda yapılır. Metin incelemesi, form analizi ve tarihsel eleştiri olarak kabaca üçe ayırabiliriz bu eleştirileri. Metin incelemesi karakterleri, olay akışını ve dili yakından incelerken, form analizi de yapısal olarak metne yaklaşır. Tarihsel eleştiri ise, tarihi veriler ışığında kurgu analizine dayanır. Burada eserin yazıldığı dönemin tarihi, anlatılan öykünün tarihi ve sosyal şartlar çerçevesinde bakılır; ayrıca yazarın yaşamöyküsü ile roman arasında kurulabilecek bağlantılar, roman konusunun oluşumundaki etkenlerden araştırılır. En önemli tutarlılık kuşkusuz romanın ele aldığı zaman dilimini ne denli doğru verilerle anlattığıdır. Metin ve form incelendiğinde, edebiyat eserinin kendisine bakılırken, tarihsel eleştiride dış etkenler önem kazanır. Romanın dışındaki dünya ile bağlantısı ve bu bağlantıların ne denli güçlü olduğuna bakılır. Tarihsel eleştiri açısından bakarken bile asıl amacın romanı daha iyi anlamak olduğunu unutmamak gerekir. Tarihi roman, okurun tarihi daha iyi anlaması için yazılmaz, olsa olsa yazarın o tarihi nasıl gördüğünü anlamaya yarayabilir, bunun dışında diğer romanların verdiğinden daha fazlasını vermesini beklemek yanlış olur.

Doğrul eseri okuduktan sonra hemen içinde bu eseri Türkçeye çevirme arzusunun doğduğunu, bunun için de eseri dikkatle okuduğunu ifade eder. Esere tarihsel eleştiri açısından yaklaşır: “Eserde gördüğüm, kusur, tarihi olayların ve kahramanların tarihi karakterleri ile değil, bir yabancı gözüyle, yabancı hissiyle tahlil edilmesi ve bu şahsiyetleri biraz da hafife alan ve küçültmek isteyen hoppa bir üslup kullanılmasıdır. Sebebi gayet aşikardır. Amerikalı yazar, Alp Aslan gibi büyük bir Türk kahramanını, ancak bir Hristiyan gözüyle görebilirdi. Terbiyesi, tahsili, geçmişin miras bıraktığı etkiler ve gelenekleri onu ancak bu şekilde harekete zorlamakta idi. Fakat onu bu şekilde harekete zorlayan âmiller, benim üzerimde etkili olamazdı ve etili olmasına imkân yoktu.

Onun için eseri okuduktan sonra onu tercüme etmek değil, fakat yeniden yazmak ve eseri Türkçeleştirmekle kalmayarak Türkleştirmek de lâzım geldiğini anladım ve ona göre çalıştım. Bu yüzden Harold Lamb’ın eserini, esas olarak kullandım ve eserin bilhassa Türk tarihini ilgilendiren cephelerine büyük önem verdim” (Harold Lamb, Ömer Hayam, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2003, s.7-8)

Bu şekilde romanın anlattığı tarihle anlatıldığı tarih arasındaki farkın açıkça ortaya konması, sadece tarihi romanın sahteliğini ortaya koymakla kalmaz, belki de tüm romanların sahteliğine (ya da sanallığına) dikkat çeker. Roman Türk kahramanlarını tarihi gerçeklikleriyle değil, roman içindeki anlatım gerçekliğiyle ölçmenin yetersizliğine vurgu yapan Ömer Rıza Doğrul’un tarihsel romanın niteliği, tarihsel gerçekliğe yakınlığıyla ilgili konularda söylediklerinin ya da endişelerinin dönemin Türkçülük ruhu ile irtibatının olup olmadığı da başka bir tartışma konusudur. Tek Partili yıllarda çeviri yapmanın güçlüğüne İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki Türkçü kabarışta eklendiğinde bu pek yabana atılamaz. İşte bu çelişkili haller içinde Ömer Rıza Doğrul şunu da söyler: “Bu böyle olmakla beraber bu eserin tarih ile ilgili safhalarında, tarihî vakıalara gerçekten bağlılık esasına azamî itina gösterilmiş ve tarih ile sanatın güzelce kaynaşmasına dikkat edilmiştir”(s.8)

Evet, bir eşik sözün katmanlarında bile dönemin etkilerini görmek gerçekten ilginç!

 

YAZIYA YORUM KAT