1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Hâlâ yere çakılmadık!
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Hâlâ yere çakılmadık!

23 Temmuz 2011 Cumartesi 05:00A+A-

Mathieu Kassovitz’in bir efsane haline gelmiş olağanüstü filmi La haine (Nefret) özellikle her Türk ve Kürt evladının (tabii diğerlerinin de) görmesi gereken ders gibi bir filmdir.

Film, göçmen kökenli bir gencin polis tarafından öldürülmesinin akabinde, beyaz Fransız kibrinin gölgesi altında kararmış Paris banliyölerindeki öfkeyi ve nefreti üç genç etrafında anlatır.

Filmin en başında, kararmış ekranda bir dış ses “50 katlı bir binadan düşen bir adamın hikâyesi”ni anlatır. “Adam düşüşü boyunca, kendini rahatlatmak için sürekli tekrarlar: ‘Buraya kadar her şey yolunda.’ ‘Buraya kadar her şey yolunda.’ ‘Buraya kadar her şey yolunda.’” Ve dış sesin anlatısı şu cümleyle biter: “Ancak önemli olan düşüş değil, yere inme ânıdır...”

“La haine” filmi gene dış sesin devreye girmesiyle biter; ama bu sefer söz konusu olan “bir adam” değil;düşmekte olan “bir toplum”dur.

Bu köşede yazılan yazılar genellikle –inatla– “itidal” ve “iyimserlik” takıntılıdır. Ruhun içinde kopan fırtınalar, küfürler gemlenir. Savaş dilinin, savaş isteyenlerin iktidarlarını yeniden ürettiğinin farkında olarak...

Ama bazen film kopuyor... şimdi olduğu gibi...

Bu memlekette bizi aptal köpek yerine koyanların, değil 50 katlı binaların tepesinden; uçurumların tepesinden iterek, “safları seçtirme” operasyonu tam gaz sürüyor. Barışa dair bir umut doğan her seferinde adeta fotokopiyle çoğaltılmış, tıpkıbasım bir marifet sergiliyorlar. Ve saf seçtiriciler bir bakıma çok akıllı: her seferinde oyuna gelen bizim aptallığımıza çok güveniyorlar. Evet, biz aptalız ama en çok aramızdaki geri zekâlılara güveniyorlar. Mesela Açık Hava Tiyatrosu’ndaAynur’u yuhalayan beyaz faşistlere ve BDP binalarını yakan, yakaladıkları üç beş Kürt işçiyi linçe kalkışan, böylelikle ucuzundan kahramanlık ve vatanseverlik yaptığını zanneden diğer faşistlere...

Belli ki bizim aptallığımızla oynayanların medyası, inandırma araçları, bu toplumda açtıkları yaralarla oynama yetenekleri çok güçlü ve daha az aptal olan insanların cılız sesler çıkarmaya devam etmesi pek bir işe yaramıyor ve “düşmeye” devam ediyoruz...

50. kattan düşüşümüz sürerken, alt katlardan birinden altımıza bir ağ serilmedikçe, “mesele yok terördü”, “yok şuydu buydu” demenin bir âlemi kalmayacak.

O zaman, sağda solda çığlık çığlığa “durun!” diye haykıranların sesleri, yere çakılma ânından önce, kenara sadece bir “not düşmeye” yarasın... Yere çakıldıktan sonra kırık dökük kemikleriyle tekrar ayağa kalkabilenler için –belki– “aaa, meğer başka bir alternatif varmış!” demelerini sağlasın...

Bir tarafta “milli/ulusal birlik-bütünlük”, diğer tarafta “Kürt ulusal kimliği” adına parlatılmaya çalışılan söylemlerle ne “birlik” ne “demokratik özerklik” ne de doğru dürüst hayat kalacak...

Yarım yamalak, kırık dökük bir şeyler olarak kalacağız...

Bu savaş dilleri sayesinde, şimdiye kadar her seferinde olduğu gibi, en soğuk ve basit ifadesiyle “eksilmiş” olacağız. Uluslarımız adına... Şu kıytırık, uyduruk, modern dünyanın ucubesi, insan zenginliğine aykırı kurgu ürünü “ulus” adına... Kırılmış kemiklerimizle, kendi kırık dökük uluslarımız içinde, parçalarımız eksilmiş olarak, adları kutsallaşmış Türkiye ve Kürdistan kelimelerimiz içinde bir halt etmiş gibi, yaşar gibi yapacağız...

Öncelikle, kapitalist, burjuva sömürü aracı “ulus” kurgusunu devşirip, Türk ulus tapınmasını tanrı vergisi haline getirenlere ve insanları inanılmaz zenginliğinden kopararak, tekleştirip fakirleştirmeye inat edenlere tebrikler! İthal ettiğiniz deli saçmasının tıpkıbasımının, şimdiye kadar inkâr ve imhayla düşman bellediklerinizde de üremesini sağladığınız için... Yok saydıklarınızın var olduklarını göstermek için aynı sizin dilinizi kullanmalarını sağladığınız için... Tebrikler, iyi halt ettiniz!

Sonra tabii ki, “demokratik özerklik” gibi, zihni açılan her insan topluluğunun en sıradan talebi olacak bir talebi adeta “ulus” kurgusu ve retoriğiyle anlatanlara tebrikler! Tabii ki “kendi kaderinizi tayin etme” hakkına sahipsiniz... Ama “kazandığınız” her “askerî” başarı ortalıkta “demokratik cumhuriyet” falan bırakmıyor; basbayağı “iki ulus” kuruyor. Tabii haklısınız, ilk günah size ait değil; var olmak için başladınız bu mücadeleye... Ama sizi yok sayanlar sizi kurduğu gibi, siz de onları tekrar kuruyorsunuz... Yani iktidarın dilini yeniden ürettiğiniz, ona hayat verdiğiniz için size de tebrikler!

“Ulus... ulus... ulus...” (buraya kadar her şey yolunda... buraya kadar her şey yolunda... buraya kadar her şey yolunda...) diyenlerin başarıları sayesinde, birimizin Kürt yanı, diğerimizin Türk yanı dumura uğrayacak. Biraz daha aptallaşacağız ve dünyaya biraz daha aval aval bakacağız...

Ve inadıma geri dönüyorum: düşüşümüzü engelleyecek bir ağ var... Çünkü aptalız, kafaya geliyoruz ama gene de çoğumuz geri zekâlı değiliz (geri zekâlılar, açık hava tiyatrosunun en fazla birkaç koltuğunu doldurabiliyorlar)... Yani hâlâ yere inmedik. Hâlâ cesetlerle beslenen ölü kıvamına gelmedik. Hâlâ yaşamayı seviyoruz! Hâlâ... Hâlâ... HÂLÂ!

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT