1. YAZARLAR

  2. Cengiz Güleç

  3. Freud'u huzursuz eden hayalet
Cengiz Güleç

Cengiz Güleç

Yazarın Tüm Yazıları >

Freud'u huzursuz eden hayalet

20 Mart 2011 Pazar 00:13A+A-

Hz. Musa'da kendince gözlemlediği ve Yahudilerde mevcut olduğuna inandığı dramatik yüceltme (sublimasyon) yeteneğinin kendisinde de var olduğuna inanır Freud. Hz. Musa'yı kendisiyle özdeşleştirmesi de bence bu entelektüel yeteneği kadar, 'ego' ideali olan Musa gibi olmak isteğiyle de ilişkilidir.

Biyografisini yazanlarına göre Sigmund Freud, yaşamının son yıllarında eserlerinin kalıcı olmasına her zamankinden daha kuvvetli bir arzu duyuyordu. Kuramının, sadece uygar geleceğin bir parçası olmasına sanki gönlü razı değildi. Düşünceleri ile geleceği yönetmek ister gibi hayli yüksek bir tutkuyla hayata tutunuyordu. Ömrünün son yirmi yılında bütün ilgisini kitle psikolojisi ve lider konusuna yoğunlaştırmış, otoritenin kendisini nasıl kalıcı yapmaya çalıştığı ve bu gibi durumlarda bunun nasıl başarılı sonuçlar verdiğini anlamaya çalışmıştı. İnsanlığın baba-tanrı özlemi çektiğini ve bu otorite figürünün ne kadar haşin, anlaşılmaz ve güçlü ise o kadar başarılı olacağı fikrine ulaşmıştı.

Freud'un eserlerinin ve bizzat kendisinin kalıcı bir etkiye sahip olabilmesinin yolunun da benzer bir otoriteye sahip olmakla mümkün olacağı şeklinde düşünceleri olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası hayatı boyunca hep ego ideali olarak benimsediği 'büyük adam olma' arzusunu bir yandan da eleştirdiği ve insanlığın kurtulmasını önerdiği ataerkil-otoriteryan eğilimlere düşmeden nasıl başarabilirdi? Ömrünün son yılını siyasi mülteci olarak geçirdiği Londra'daki günleri, gerçekten de meşhur olma sarhoşluğuna kaptırmaya çok elverişliydi. Ancak Freud, alkole, dine, tanrıya hatta romantik aşka kendi sözleriyle "nesnenin abartılmasına" ihtiyaç duymayan bir kişilik olarak meşhurluk sarhoşluğuna da düşmemeliydi. Nobel ödülü alacağına dair çıkan söylentilere de kulak asmıyordu. Ne de olsa Nobel ödülü mevcut dünya düzenine muhalif olanlara verilmiyordu.

Sigmund Freud, tüm eserlerinde insanın iç ve dış dünyayla mücadele etmesi gerektiğine vurgu yapar. Ona göre ruhsal yaşam bölünmüş bir varoluştur. Bu bölünmüşlüğü birtakım nesnelerin sağlayacağı bastırmayla yetinmek, gelecek felakete davetiye çıkarmaktır. Sosyal süperego dediği toplumsal ahlak kuralları ve dinî otoriteyle mücadele eden; bu mücadelesini de hep acıtıcı, ödünsüz ve kışkırtıcı bir tarzda yürüten Freud, kendisine teselli verecek başka bir seçenek tanımıyordu.

İç dünyamıza etkisi çok olan sosyal kınama ve yasaklayıcı ahlak kurallarıyla boğuşmuş, içimizdeki ahlak zabıtası 'tiranik süperegonun', zavallı egoyu nasıl boğmaya çalıştığını göstermişti. Mutluluğu zehir eden suçluluk duygumuzun filojenetik (evrimsel) kaynağı olarak 'baba katli'nin uygarlığı nasıl inşa ettiğini aklıyla övünen biçare insanlığın suratına çarpmıştı.

Freud'un 'bilgelik edebiyatı'

Süperego, başka şeylerin yanı sıra sosyal eleştirilerin bir tortusu, kolektif iradenin dayatmaya çalıştığı ve genellikle yazılı olmayan kuralların içselleştirilmiş biçimidir. Bizler toplumuz: Toplum, içimizde yaşar ve libidolarımızla güçlenir. Dolayısı ile toplumla mücadele eden kişi kendisinin bir parçasıyla da mücadele etmek zorundadır. Sosyal kabullere ve normlara karşı gelmeye eğilimli ya da kararlı kişi kendini yaralamaya da aday olmalıdır. Gönüllü muhalif olmaya düşkün olan Freud kendisini onaylayan, destekleyen dost kadar, düşmana da ihtiyacı olan bir kişiliktir Yahudilerin yaratıcılıklarının altında etraflarının düşmanlarla çevrili olmasının çok önemli bir payı olduğu inancını sık sık dile getiren bu aksi ve asi düşünür, kendisine benzettiği Hz. Musa'ya da bu açıdan büyük bir hayranlık duyar. Hatta daha ileri giderek "psikanalizin ilk savunucusun bir Yahudi olmasını da bir tür Yahudilerin kolektif, entelektüel yaratıcılığının bir sonucu olarak" değerlendirir.

Freud, Londra'da bu ikilemle boğuşurken o zamana kadarki en kışkırtıcı eseri olan 'Musa' kitabının üçüncü bölümü önünde durmaktadır. Tamamlandığı ve ilk iki bölümle birlikte yayınlandığında kıyameti koparmasa bile büyük tartışmalara ve mutlaka bir antipatiye yol açacağı kesindir. Viyana'da ilk iki bölümü kendi dergileri olan Imago'da yayınlandığında, yani geniş bir okur kitlesine henüz ulaşmamış iken, epeyce bir eleştiri almıştı. İngiltere'de bile kitabın, Freud'un hak ettiği takdir edilme ve beğenilme halinin tadını çıkarmasına son vereceği ihtimali çok güçlüdür. Resmi biyografi yazarı ve İngiltere'ye iltica etmesini sağlayan en sadık talebesi Ernest Jones'a, "Musa kitabının huzursuz bir hayalet gibi peşini bırakmadığını" yazar. "Onca iç ve dış zorluk varken, üçüncü bölümü bitirmeyi hâlâ başarabilir miyim bilmiyorum. Şimdilik inanmıyorum." der. Tam da bu sırada Kraliyet Derneği üç seçkin üyesi Freud'u evinde ziyaret ederek Kraliyet Derneği Onur Üyeliği Defteri'ni imzalatırlar.

Kendisinden önce bu deftere imza atmış olan Isaac Newton ve Charles Darwin'in hemen altına imzasını atar. Bu imza ile Freud'un hep korktuğu şey olan 'bilim insanı sayılmama' endişesi de kayboluyordu. Böylece onun da en saygın bilim insanları arasında yer almayı hak ettiği onaylanmış oluyordu. Gerçi psikanalizin gerçekten bilimsel bir disiplin ve yöntem olduğuna dair kuşkusu yoktu, ama karşıtlarının en temel iddiası olan "Psikanaliz, spekülatif bir metafizikten öte bir şey değildir." şeklindeki saldırılarından da zaman zaman yılmıyor değildi. 'Musa' kitabının yeterince bilimsel bir nitelik taşımadığının farkında olarak, Hz. Musa'nın aslında Yahudi değil Mısırlı olduğunu yetersiz verilerle savunacaktı. Tektanrıcılığın Yahudiliğe, Hz. Musa tarafından getirilen bir Mısır icadı olduğunu ve Yahudilerin sonunda Musa'yı bu çabası yüzünden öldürdüklerini savunacaktı. Böyle bir kitabı yayınlatmak Kraliyet Derneği'nin armağanının, yani Freud'un ciddi ve saygın bilim insanları zümresine kabul edilişinin değerini azaltacağı kesindi.

Freud, bu çatışkılı duygusal durumuna dahice bir çözüm bulur. Kendisini "bilgelik edebiyatı" yaptığına inandırır. Bilgelik edebiyatının tezleri doğal olarak bilimin önermeleri gibi nicelendirilemez, yinelenemez ve çürütülemez. Kendisi de Schopenhauer ve Nietzsche gibi hem teorik hem pratik yönü güçlü bir filozof olacaktır. Hiç kimse bu iki dev filozofun ya da daha sade bir pozisyon seçen Montaigne'in bilim adamı olup olmadığına kafa yormayıp tezlerini önemsemeleri gibi Freud'un da bilim adamı olup olmadığına takılmadan ne dediğine odaklanmaları mümkündü.

Hz. Musa'da kendince gözlemlediği ve Yahudilerde mevcut olduğuna inandığı dramatik yüceltme (sublimasyon) yeteneğinin kendisinde de var olduğuna inanır Freud. Hz. Musa'yı kendisiyle özdeşleştirmesi de bence bu entelektüel yeteneği kadar, 'ego' ideali olan Musa gibi olmak isteğiyle de ilişkilidir. Hz. Musa'nın Yahudilere armağan ettiği tektanrıcılık fikri ile neredeyse tüm insanlığı yönettiği gibi Freud da, psikanalizle insanlığı yönetmek şeklinde bir misyonu taşıyan dramatik (biz buna trajik desek daha uygun olur) bir kahraman olmak istiyordu. Musa kitabında çizdiği portre, 'yüceltmenin ete, kemiğe bürünmüş hali' olan bir büyük adamdır.Yine de Freud, "bilim eleştirmenlerinden dostça bir karşılama gelmeyeceğini" bilerek Musa'yı eksiksiz bir şekilde yayınlayacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT