1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Esas Mesele Roman Kişisi Oluşturabilmektir
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Esas Mesele Roman Kişisi Oluşturabilmektir

24 Ağustos 2008 Pazar 16:00A+A-

   Milliyetçilik, özellikle derin bozgunların travmaya dönüşmeye başladığı Balkan Savaşlarından itibaren yazılan Türkçe edebi ürünlerin hemen tümüne  damgasını vurmuştur.Çocuk dergilerinden Ömer Seyfettin hikayelerine uzanan bu dağarcık günümüz koşullarında özellikle milliyetçi muhafazakar yazarlarca kaleme alınan romanımsı tarihsel anlatılarda da karşımıza çıkmaktadır.Efsanevi geçmişin kaybı ile şimdinin dekadansı arasında bocalayan kahramanlar üzerinden Yeşilçam filmlerinden çok iyi anımsadığımız Kara Murat filmleri repliğinde romanlar birbiri ardına yayımlanıyor. Hüseyin Ünal’ın kaleme aldığı Kayıp Vatan Girit (Nesil Yayınları 2007)de yer verdiği milliyetçi söylemle bu romanlar arasında ön sıralarda yer alabilecek son devir romanlarından.

     Ünal, bu romanında okuyucusunu etkilemek için olağan üstü derecede bir milliyetçilik gösterisi yapmış. Vatan dersleri sunan roman Türkçe ile yazılmış iyi  tarihsel edebiyata duyduğumuz hasreti  bir başka romana bırakması  kadar okuyucuların beklentilerini boşa çıkarmaya aday  bir roman. . Ve hakkında kısa bir tanıtım yazısı kaleme almanın gerekli olduğu bir metin.

      Tarih Türkçe edebiyat dünyasında özellikle Kemal Tahir’den bu yana edebiyatçıların eserlerinin besleyen ana kaynaklardan biri. Başta Kemal Tahir olmak üzere tarih temelli romanlarda hep bir acelecilik, bu acelecilikle at başı giden yorum sorunları hatta yorum yanılgıları görülür. Konusunu tarihten alan romanların en önemli sorunu romanlardaki kişilerin yeterli düzeyde işlenmemiş olmaması gelir. Anlatıdaki küçük kişilerin dünyaları, ızdırapları, tarajedileri yeterince işlenmediğinde  tarihsel roman basit bir hamaset ya da mikro tarihçiliğin karşıt resmi tarihini üretmenin ötesine gidemez

     Kitap kapağında şöyle tanıtılmış Kayıp Vatan Girit: “Üç kıtaya hükmeden Osmanlı, yaşlı bir çınar misali yıldan yıla kurumaya başlamıştı. Sömürgeci ülkelerle işbirliği içerisindeki milliyetçi unsurlar, bu koca çınarı için için kemiriyor, onun uzuvlarının tek tek koparıyordu. Kırım’ın kaybıyla başlayan süreçte Kafkaslar, özelliklede Balkanlar’ın elden gitmesiyle tarihte ender görülen bir insanlık dramı yaşandı. Osmanlı’nın kaybettiği topraklarda yaşayan Müslüman ahali katliama uğradı, zorunlu göçlere tabi tutuldu. İnsanlar, yüzyıllardır yaşadıkları vatanlarından sürüldüler.
Kaybettiğimiz ciğerparelerimizden birisi Girit oldu. 250 yıllık Osmanlı adaletini yaşayan bu cennet vatan, sömürgeci baskılar, milliyetçi isyanlar sonucu anavatandan koparıldı. Bu kopuşun hemen öncesinde, ada üzerinde meskun Müslüman ahalinin önüne iki seçenek sunuldu: Ya ölüm ya göç!
Kayıp Vatan: Girit, yaklaşık yüzyıl önce Giritli Müslümanların yaşadıklarını anlatıyor. Gördükleri zulümleri, maruz kaldıkları baskıları, tarifsiz haksızlıkları aktarıyor.
Kayıp Vatan: Girit  romanında göç etmek zorunda bırakılan Müslüman ahaliyle birlikte, ölüm sekeratını yaşayan Girit’in hazin hikayesini okuyacaksınız. Girit’in şahsında kaybedilen tüm vatan topraklarının hüzün dolu serencamına şahit olacaksınız. Kulaklarınızda kalleş kurşunlarla şehit edilen kadınların, çocukların, ihtiyar dede ve ninelerin gökleri inleten feryatları yankılanacak. Yüzyıllar boyu yaşadıkları topraklardan koparılan Girit insanının bitmeyen ağıtlarına sizde katılacaksınız…”

    Romanın ele aldığı dönem karşılıklı milliyetçiliklerin yükselişe geçtiği bir dönem. Bu dönemin haleti ruhiyesini anlamak için Girit’in on dokuzuncu yüzyıldan itibaren geçirdiği dönüşüme kısaca değineceğim.Osmanlı Devleti'nin her dönemde ayrıcalıklı gördüğü 'hidiv' marifetiyle yönettiği Mısır ve 'han' idaresindeki Kırım dışında  kısmi nitelikte özerklik tanıdığı ilk yer Girit'tir. İmparatorluğun bütün çabası 1822'lerden itibaren sürekli isyan ve bastırmaya sahne olan Girit'e Avrupa devletlerinin müdahil olmasını engellemek, sorunun imparatorluğun 'iç meselesi' olarak görülmesini sağlamaktır. Zira Süveyş Kanalı dolayısıyla adanın stratejik önemi artıyordu. Ancak ne kadar arzu edilirse edilsin bu konuda başarılı olunamadı. Avrupa devletleri her vesileyle, özellikle Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra telkinlerini baskıya dönüştürerek Girit'i İstanbul'un kontrolü dışına çıkarmayı amaçladılar. Vilayet Nizamnamesi çıkarıldıktan sonra Ali Paşa'nın bulduğu özerklik son deneme oldu. Sadrazam Âli Paşa 6 Ekim 1867'de Girit'e giderek hazırladığı ıslahat programını açıkladı. Buna göre, Vergiler önemli ölçüde azaltılacak, valinin yanında biri Müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki danışman bulunacak, yerel ve genel meclisler kurulacak, bunların üyeleri Müslüman ve Hıristiyanlardan seçilecek, ada gerektiği kadar sancaklara ayrılacak ve bunların başına getirilecek kişilerin yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan olacak, resmi yazışmalar Türkçe ve Rumca olmak üzere iki dilde yapılabilecekti. Ama bütün bu çabalar sonuç vermeyecek, Girit 1908'de Yunanistan'a  katılmış, Osmanlı'nın itirazı, hukuki süreci biraz  uzatsa da  fiili durum 1912'de resmen tescil edilmiştir.İşte bu tarihsel arka planda oluşmuş bir roman ele aldığımız roman.

   Kayıp Vatan Girit romanının hikâyesini ayrıntılara girmeden, tarihsel sıçramalardan uzak durarak, kısaca milliyetçi bir roman olarak bakabiliriz. Romanda İslam ve Hristiyan sembollerini karşılaştıran bölümler yok değil. Bunlar tümden anlamsız çabalar ya anlatı özentisi olarak da görülemez. Çan ve ezan kıyaslaması böyle bir örnek olarak anılabilir. Diğer yandan bu bölümler milliyetçi söylemi dinileştirerek sunma çabasının da bir parçası. Üstelik tek yanlı bir durumda değil bu. Rumların Hristiyanlıkları, Türklerin Müslümanlıkları karşılıklı etnik mücadele sürecinde araçsal bir unsur olmanın ötesine pek geçemiyor. İşte bu metni roman yapamayan unsur da tam bu noktada ortaya çıkıyor bana göre. Yazar özellikle betimle(ye)mediği Müslüman Rumlar bahsinde gerçek tarihsel romandan uzaklaşıyor. Bir romancı için karşılıklı etnik kışkırtma ortamında roman malzemesi olabilecek esas unsur mevcut durumu tersyüz eden kişilerdir. İşte Rum kökenli Müslümanlar tam da böyle bir romanda esas roman kişisi olabilecek ve romanın üzerinde yükseleceği esas sacayağı olacak kişilerdir. Oysa yazar bunu hiç denemeyi bile düşünmemiş. Düşünmeyince üstesinden gelebilme gibi bir sorun da olmuyor  haliyle.Romanda bir iki hamasi cümle dışında bu konuyla ilgili herhangi bir anlatıma rastlanmıyor. Zor ve aynı zamanda her iki milliyetçi bütünlüğü ortadan bölen bir durumdur bu. Bu çerçevede sadece Peder Vasilyu’nun şu ifadeleri yer alır romanda: “(. . . ) bir din adamı olarak, inanmış, samimi bir Hristiyan olarak, bugün bizim kanımızı taşıyan  birkaç kuşak ötede soy sopta birleştiğimiz ırkdaşlarımızdan birçoğunun, zalim Osmanlı’nın bitmek tükenmek  bilmeyen baskıları, tehditleri neticesinde, dinlerini terk ederek Müslüman olduklarını hatırladıkça, hem kahırlanıyor hem de utancımdan çatlıyorum. . . Evet,  ne acıdır ki, ne utanç verici durumdur ki, Girit’te yaşanan toplu ihtida olayları, belki de hiçbir Hristiyan ülkesinde yaşanmamış, görülmemiştir. . . (s. 40) Girit’in Osmanlının elinden nasıl çıktığını anlatmaya çalışan yazarın bu çabasının başarılı bir roman oluşturmaya yetmediği de ortaya çıkıyor böylece.  

   Tarihsel gerçeklerin bir boyutu açısından ilginç olmakla birlikte roman olma bakımından pek güçsüz bir eserle karşı karşıyayız. Roman somut insan çatışmalarını anlatıyor ama esas iç çatışma yaşayacak olan ihtida eden Rumları atlıyor. Oysa yazar Peder Vasilyu’nun sözünü ettiği kişilerden birini büyük bir ustalıkla işleseydi hiçbir tarih kitabında bulamayacağımız trajik bir gerçeği okuma olanağı bulacaktık. İşte o zaman sanatın yansıttığı gerçek bizi sarıp sarmalayacak belki de Çağrı, Hz. Meryem filmlerini tekrar tekrar izleme isteğini duyduğumuz gibi esaslı bir romanla karşılaşmış olacaktık.

    Tarihsel roman yazanların içinde debelenip durdukları en temel sorun şu: Tarihi (çarpık çurpuk da olsa) bilirler de romanı öğrenmek gereği duymazlar

   Tarihsel romanı tartışacaksak gözden ırak tutmamamız gereken esas  tarihsel romanın anlatacakların kişiler yaratarak anlatmasıdır. Tarihsel roman yazanların, yazmayı düşünenlerin meseleye bu açıdan bakmalarında yarar var.

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum