1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Emperyalistlerin Diktelerine Baş Eğilmemeli
Emperyalistlerin Diktelerine Baş Eğilmemeli

Emperyalistlerin Diktelerine Baş Eğilmemeli

Dikteler kapalı kapılar ardında söylenip de netice alınamayınca, konu kamuoyu huzurunda da açıkta, bir gizli tehdid havası içinde, John Kerry’nin ağzından açıkça dile getirilmiş bulunuyor.

25 Nisan 2013 Perşembe 06:16A+A-

Emperyalistlerin Diktelerine Bu Kez Baş Eğilmemeli..’ 

Selahaddin E. Çakırgil

Amerikan Hükûmeti’nin Başbakan Erdoğan’ın dış gezilerine müdahaleye kalkışmasının meydana getirdiği- getireceği yeni durum üzerinde önemle durmak gerekir.

Bizim geçmişimiz bu konuda hiç de yüz ağartan örneklere sahib değildir, son 100 yılımızda..

Son Osmanlı Padişahı Muhammed Vahiduddin, ingiliz savaş gemisi komutanına yazdığı ve ’can güvenliği tehlike olduğu için, ingiliz devletine sığınmak istediğini’ bildiren mektubunun altına, Osmanlı Padişahı demeyi kendisine yedirememiş; ama, Halife-i Muslimîyn’ sıfatını eklemekten de kaçınmamıştır, yazık ki..

Emperyalist devletlerce Lozan’da dayatılan ağır maddeleri Meclis’in kabul etmiyeceğini bilen ve bunun için o Meclis’i dağıtıp, kendi diktelerini aynen kabullenecek olanlardan oluşan yeni bir göstermelik Meclis oluşturan  M. Kemal’in, 1927 yılında, Amerikan Sefiri (büyükelçisi)’nin, ’Haydi şöyle,  istediğimiz gibi konuş, bakalım..’ dercesine âmirâne bakışları altında,  Amerikalılara hitaben yaptığı ve filme alınan bir konuşması vardır ki, -internetlerden izlenebilir-, traji-komik bir tablodur, o sahneler..

Hele, İran Şahı Rıza Khan’ın 1934’lerde Türkiye’yi ziyareti sırasında,  Şah ile, M. Kemal ve İngiliz Sefiri Sir Percy Loren’ın üçlü poker oyunlarının sonuçları sonunda, (evet, bir büyükelçi ile, cumhurbaşkanı konumunda bulunan kişinin ve Şah’ın birlikte poker oynamaları..) M. Kemal’in ne acaib diplomatik yorumlar yaptığını, Yakub Kadri’nin ’Zoraki Diplomat’ ve ’Politika’da 45 Yıl’ gibi eserlerinde okuyanlar o traji-komik durumdan dolayı eseflenmekten kendilerini alamazlar herhalde..

Dahası, Sir Porcy Loren’in İngiltere’de yayınlanmış olan hatırâtında yer aldığına, aynı zâtın, ölümüyle noktalanan hastalığı döneminde, durumu ağırlaşınca, kendisine, ingiliz sefirine  ’Benden sonra inkılablar tehlikeye girebilir, bunun için, benim yerimi al..’ teklifinde bulunduğu ve mezkûr Büyükelçi’nin de bu durumu o dönemin‚İngiltere Hariciye Nâzırı Lord Halifax’a bildirdiği ve Halifax’ın, ’böyle bir teklifin, kendi siyasî yöntemlerine aykırı olduğunun ona bildirilmesini’ isteyen cevabını hasta yatağındaki ’diktatör’e sunduğunda, onun hayal kırıklığı içinde yeniden uykuya daldığı şeklindeki satırları okuduğunuzda da, eseflenmez misiniz?

*

İsmet Paşa’nın ise, İkinci Dünya Savaşı bittiğinde de, o savaşın galib tarafı içinde yer alan Sovyet Rusya lideri Stalin’in, Türkiye’den Boğazlar’ın güvenliğini sağlamakta bir takım haklar ve Kars- Ardahan’ı taleb etmesi karşısında, Stalin’e yazdığı cevabî notada, bu istekleri reddetmesine rağmen, notanın sonuna, ’Bu mektubun muhtevasından büyük dost ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri de haberdar edilmiştir..’ şeklinde bir not koyup, Amerika’ya sığınmasındaki tuhaf güç gösterisini (!) de hatırlayabiliriz. Amerikan emperyalizmi, Türkiye’nin kendiliğinden kendi kucağına düştüğünü görünce, bu fırsatı kaçırır mıydı?

Nitekim, kaçırmamıştır da.. O günlerde Washington’da ölen Türkiye Büyükelçisi’nin Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye, İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü savaş gemilerinden Missouri zırhlısının güvertesine koyarak İstanbul’a göndermek adına , hemen devreye girmiş ve Missouri Zırhlısı’nın Marmara’ya girdiği 5 Nisan 1946 günü, resmî tatil ilan edilmiş, milyonlar sokaklara dökülüp Rusya’ya ve Stalin’e, ’Haydi gelsene!’  diye bayram sevinci içinde meydan okumuşlar, el kaşığıyla çorba içmeye çalışmanın ilginç bir örneğini sergilemişlerdi.

Tabiatiyle.. Stalin durdurulmuştu, ama, Amerikan emperyalizmi Türkiye’den yığınlarla imtiyazlar koparmış ve arkasından da Kore’de bedel ödettirildikten sonra, lutfen NATO’ya da kabul edilmişti. Bunun ise, gerçekte, Amerikan siyasetlerinin iradesiz bir kuklası durumuna tam düşüşten başka bir mânâsı yoktu.

*

Ve, 1959 yılında, Sovyet Rusya, kendi göklerinde, 20 bin metrede uçan bir casus uçağını yere indirmiş ve pilotunu de esir almış ve B.Amerika ile Sovyetler Birliği ağır bir diplomatik krizle tekrar karşı karşıya gelmişlerdi.

Ama, daha da ağır olan husus, bu casus uçaklarının Adana- İncirlik Üssü’nden kalkmış olduğuydu ve dahası, Türkiye Hükûmeti’nin bu uçuştan haberi bile olmamıştı.

İster istemez de Sovyet Rusya ile Türkiye arasında da ağır bir gerilim oluşmuştu.

Bu olumsuz durumu biraz olsun hafifletmek için, Başvekil Adnan Menderes Moskova’ya bir ziyaret yapmayı planladı. Buna göre, Menderes, 26 Haziran 1960 günü Moskova’da olacaktı.

Bu, bir bakıma, fiilî bir özür dileme mahiyetinde de olacaktı, S. Rusya’dan..

Ama, bu geziden önce, Amerika’nın izni alınmamıştı. Halbuki, Amerikan ve Sovyet emperyalizmleri arasındaki ’Soğuk Savaş’ vargücüyle devam ediyor, hattâ daha bir tırmanıyordu..

Amerika bu gezinin yapılacağını duyunca, müthiş rahatsız oldu.

Çünkü, Nâsır Mısırı’nın Suveyş Kanalı’nı millîleştirmesi ve İngiltere ve Fransa’nın bu kanal üzerindeki vesayet yetkilerini yok etmesiyle ve İngiltere, Fransa ve İsrail’in de üçlü olarak Mısır aleyhine saldırıya geçmesiyle başlayan 1956-Suveyş Savaşı’nın hemen ardından, hem Eisenhover başkanlığındaki  B. Amerika ve hem de Kruşçev liderliğindeki Sovyet Rusya,  saldırgan taraflara karşı ortak bir tavır takınıp, 48 saatlik bir mühlet vererek, saldırıdan el çekmemeleri halinde, saldırganlar aleyhine savaşa müdahale edeceklerini açıklamış olmalarına rağmen..

Nâsır, bu iki güçten Sovyet Rusya tarafına yatmış, böylece Rusya, Ortadoğu’da oldukça etkili bir stratejik üstünlük kazanmış; USA emperyalizmi ise, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı.

Amerikan emperyalizmi şimdi de, ’Menderes, kendilerinin izni olmaksızın, Moskova’ya gidince, Nâsır’ın yaptığı gibi bir sürpriz yapabilir mi?’  korku ve tedirginliğini taşıyordu ve bu duruma seyirci kalamazdı.

Yazının Devamı…

HABERE YORUM KAT