1. YAZARLAR

  2. İhsan Bal

  3. ‘Efendiler’ demokrasiden hazzetmiyor
İhsan Bal

İhsan Bal

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Efendiler’ demokrasiden hazzetmiyor

02 Mart 2010 Salı 14:33A+A-

Efendi psikolojisindekiler dünyadaki değişimi fark etmemekte, Türkiye’deki değişimi de büyük bir fikir tembelliği ile ıskalamaktadırlar. Artık efendi psikolojisinin ürettiği paradigmanın dışına çıkıp bu ülkede neler olup bittiğine daha yakından bakmanın zamanı gelmiştir.

22 Şubat sabahı gözaltılar ile başlayan ve akabinde tutuklamalar ile devam eden Balyoz Harekât Planı ile ilgili soruşturmalar, Türkiye’de hâkim olan pragmatist temelli efendi psikolojisinin daha da kristalize olmasına yol açtı. Efendi psikolojisine sahip cemaatin görüşleri, temelde Türkiye’nin karanlığa doğru gittiği, yurt dışından yönetildiği ve demokrasi ve hukuk temelinden hızla uzaklaştığı yönündedir.

Bu argümanların sahiplerinin en belirgin yaklaşımlarını şöyle sıralamak mümkündür. Onlara göre, TSK’ye yönelik bu tür gözaltı ve tutuklamalar dış mihrakların da desteği ile büyük bir sindirme kampanyasının parçasıdır. Peki, bu söylemi haklı çıkaracak operasyonları yapanlar, izin verenler kimlerdir? Konuya ilişkin eldeki bulgular nelerdir, ilk olarak ona bakalım. Ümraniye süreci ile başlayan, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca atanmış özel yetkili savcılarınca yürütülen soruşturmaların iddianameleri artık ulaşılabilir durumda. Bu iddianamelere bakıldığında ele geçirilen birçok silah, gizli tanık ifadesi, binlerce belge bir kısım kuşkuları ileri bir düzeye taşımış; içerisinde subayların da bulunduğu çeşitli kişiler, bu iz ve deliller çerçevesinde tutuklu veya tutuksuz bir şekilde yargılanmaya başlanmıştır.

Yargı reformunda sessizler

2007 Haziran’ında başlayan ve bugüne kadar devam eden soruşturma ve sonrasındaki kovuşturmaların kuşkusuz aksayan yönleri vardır. Ancak efendi psikolojisine sahip kişiler, bu soruşturmaların tamamen bir düzmece ve komplo olduğunu düşünmektedirler. Oysaki Ümraniye’de gecekonduda bulunan el bombaları, Poyrazköy’deki cephanelik TSK envanterine ait çıkmıştır. Zir Vadisi’nde de ele geçen bombaların askeri mahkeme tarafından askeri mühimmat olduğunun tescil edildiği de bilinmektedir. Ele geçirilen bunca silah, mühimmat, yer altı cephanelikleri bu argüman sahiplerince soruşturmaya değer bir kanıt olduğu izlenimini oluşturamamıştır. Hatta bu soruşturma ve kovuşturmaları ‘Silivri Hukuku’ diye etiketlemek moda haline gelmiştir. Bu bakış açısı, 22 Şubat sabahı başlayan operasyonlar ile en üst seviyeye çıkmıştır. Çoğu üst düzey subay olan 49 kişinin gözaltına alındığı ve yaklaşık yarısının tutuklandığı operasyonlar, yurt dışı irtibatlı darbe dönemlerine veya ‘Malta Sürgünleri’ne benzetilmiştir. Bu bakış açısının TSK’ye hiçbir yararı yoktur. Zira bağımsız yargı tarafından kovuşturmaya tabi tutulamayan ve denetlenemeyen bir silahlı gücün kendini yanlışlardan arındırması olanaksızdır.

Diğer taraftan yargı aşamasına gelmiş davaları etki altında bırakmak için sarf edilen cümleler, hem savcıları hem de yargıçları görevlerini yapma konusunda ciddi etki altında bırakmaktadır. Her şeyden öte bu ülkenin yargıçları insani kusurlar işleyebilirler, hatalar yapabilirler; ancak hiçbir zaman için işgal kuvvetlerinin yargıçları, Malta Sürgünü’ndeki savcılar gibi tanımlanmayı hak etmemektedirler. Türk yargısında bugüne kadarki bir kısım hataları Ergenekon süreci ile ve en son 22 Şubat’ta başlayan Balyoz Harekât Planı’na yönelik soruşturmalar çerçevesinde eleştiriye tabi tutmak elbette ki herkesin hakkıdır. Bu eleştirilerden bir kısmında daha iyi bir hukuk düzeni, daha adil bir yargı sistemi ve daha güçlü bir demokrasi özlemi çekildiği ortadadır.

Ancak dikkat edilmelidir ki bu süreçte efendi psikolojisi cemaati bir yargı reformundan bahsetmemektedir. Onların evrensel standartlarda bir demokrasi özlemi de çok ortalarda gözükmemektedir. Sanki üzüm yeme istekleri de bağcıyı dövmenin önüne geçememektedir. Çünkü her gözaltı ve soruşturma sürecinde en önemli argümanları, zanlıların isnat edilen suçları katiyetle işlemedikleri ve bu soruşturmaların bir komplo ürünü olduğu yönündeki tezleridir.

Oysaki yargının en önemli ilkesi aleniyettir ve mahkeme salonunda hâkim, iddia sahibi savcı, zanlı ve avukatları, aynı zamanda da davanın seyircileri vardır. Komplonun birinci kuralı ise gizli olması ve karanlıkta yürütülmesidir. Dolayısıyla yargılanmanın desteklenmesi, komplo iddialarının açığa çıkarılması, neyin doğru neyin yanlış olduğunun anlaşılması açısından elimizdeki tek geçerli yöntem olarak gözükmektedir. Bunun haricinde bir iddianın gerçek olup olmadığını ortaya koyan yöntemin ne olduğunu açıklamak bu cemaat sahiplerine düşmektedir.

Komplonun boyutları

Türkiye’de bir komploculuk hastalığıdır gitmekte. Gerçekten komplolar da olabilir. Bunu ortaya çıkarmanın yolu hâkim ve savcılara çeşitli yakıştırmalar yapmak yerine, sabırla yargılama süreçlerini desteklemek; aksayan yönler için ise parlamentoda yasalar çıkarmaktır. Ancak bu efendi psikolojisinin cemaati hiç oralı değil gibi gözükmektedir.

Hele hele yargılama devam ederken süreci etkilemeye yönelik açıklamalar kamu vicdanını derinden yaralamaktadır. Çünkü bir yargılamanın üç amacı vardır: birincisi adaletin tesisi marifetiyle kamu vicdanının tatmini, ikincisi suçluyu bulma ve cezalandırma (yani caydırıcılık), üçüncüsü de topluma geri kazandırma ve toplumsal barışı sağlamadır. Daha yargılama bitmeden yargı ile ilgili kesin hükümlerle sonucu ilan etmek ve ‘siz uğraşmayın, gerçeği buldum’ demek kuşkusuz yargıya hakarettir. Bu işin yargı ile ilgili boyutudur. Konunun bir de ordu ile ilgili boyutu vardır.

Efendi psikolojisi ilginç bir şekilde orduyu savunuyor görüntüsü vermekle birlikte gerçek hiç de öyle değildir. Ağır kış koşullarında anlık istihbarata dayalı tarihinin en başarılı sınır operasyonunu gerçekleştiren (2008, Güneş Operasyonu) ve şüphesiz takdiri hak eden ordumuzu o gün yerden yere vuran kişiler, bugün çeşitli suçlamalar ile muhatap olan subayları ironik bir şekilde savunmaktadırlar. Oysa subayları savunmak demek, onların herhangi bir suç işlemeyeceğini, denetlenemeyeceğini savunmak demek değildir. Subayları savunmak demek, onların çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini beklemek demek hiç değildir. Orduyu savunmak demek, bu ordunun yasalar çerçevesinde görevini ifa edenlerin desteklenmesi ve moralinin yüksek tutulması demektir.

Efendi psikolojisinin bir diğer tezahürü, Türkiye’de yaydığı geniş bir söylem ile demokrasiden uzaklaşıldığı ve komplolar ile memleketin çaresiz hale getirildiğidir. Her şeyden önce şunu söylemekte yarar vardır: Türkiye’de demokrasinin mükemmel işlediği ve komplonun olmadığı iddia edilemez. Ancak bununla birlikte Türkiye’nin gerek yasal mevzuatında gerekse de fikri tartışmalar bakımından daha iyi bir noktaya geldiği söylenebilir. Bugün TV’lerdeki tartışma programlarında, gazete köşelerinde neredeyse söylenmedik söz, yazılmadık yazı kalmamaktadır. Tüm bunlara rağmen efendilerin istediği standartlarda bir demokrasi olmayabilir, ancak buna ulaşmanın yolu asla yargıyı zan altında bırakmak, parlamentoyu işlemez kılmak değildir elbette. Doğru yöntem, yargı reformunun yanındabir de demokrasi reformunu talep ediyor olmaktır.

Korku cumhuriyeti yaratmak

Bu argüman sahiplerinin en önemli iddialarından birisi de Türkiye’nin bir korku cumhuriyetine dönüştüğüdür. Bu korku cumhuriyetinin de daha çok dinlemeler üzeriden yapıldığı iddiası yaygındır. İşin doğrusu Türkiye’de dinleme ile ilgili yasal düzenlemeler Avrupa Birliği süreci ile birlikte bir ölçüde kontrol altına alınmıştır. Özellikle 2005 yılında CMK’de yapılan düzenlemeler ile adli ve suç önlemeye yönelik dinlemeler hâkim onayına bağlanmış ve aynı zamanda tüm dinlemeleri takip etmek üzere TİP (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) kurulmuştur. Kısacası bir dinleme kararı, üç ayrı kurumun gözetiminde ve denetiminde gerçekleşmektedir. Kuşkusuz burada da aksayan yönler vardır, ancak Türkiye’de korku toplumunun yaratıldığını söyleyenler nedense baştan sona kanunsuz olan ve Ergenekon dosyasındaki bir kısım zanlıların gerçekleştirdiği binlerce izinsiz dinleme kaydının tartışma konusu yapılmasına bir türlü cevap vermemektedirler. İki yanlışın bir doğru yapmadığını bilenlerdeniz, ancak küçük bir yanlışın izini sürerken büyük yanlışların avukatlığını yapmak, yalnızca efendi psikolojisi ile açıklanabilir diye düşünmekteyiz. Yoksa bir taraftan korku toplumunun yaratılmasından bahsedip diğer taraftan parlamentonun gözetim ve denetimi konusunda bir çabanız ya da özgürlük alanlarını genişletmek için bir manifestonuz yoksa ve tüm çabanız sadece bir kısım ayrıcalıklı sanıkları savunmaya yönelik ise Türkiye sizin için karanlık bir noktaya doğru gidiyor olabilir. Çünkü bugünün Türkiye’si daha fazla özgürlüğü ve daha fazla demokrasiyi herkes için talep etmeye çalışmaktadır. Sadece ayrıcalıklılar ve efendiler için değil, herkes için adalet, özgürlük ve demokrasi talep edilmektedir. Sadece Silivri için değil, Türkiye’nin tüm soruşturma ve kovuşturma yapılan yerleri için usul ve esasların yerli yerinde uygulanmasını talep eden bir Türkiye’ye doğru yol alınmaktadır.

Demokrasi reformu

Efendi psikolojisindekilerin geliştirdiği son argüman ise bu yargılamaların baskı kurmak için bir düzmece olduğu yönündedir. Efendi psikolojisine sahip olanların okumakta zorlandığı gerçek, bugünün Türkiye’sinin eskisine göre çok sesli olduğudur. Onların yanında bu ülkenin diğer insanları da söylemler geliştirebilmekte, projeler üretebilmektedir; hatta onlara çok tuhaf gelecek ama demokrasiye içten inanmakta ve bunu talep etmektedirler. Bugün Türkiye’de yürüyen süreç aslında Türk modernleşmesinin içerisinde kentlileşen bir toplumda kendi burjuvazisini kuran Anadolu’nun ve orta sınıfın aşağıdan yukarı yükselen daha gelişmiş bir demokrasi, daha ileri bir hukuk talebidir. Onun içindir ki yeni Türkiye’nin gittiği yön karanlık değil, tam tersine oldukça aydınlıktır. Hak ve özgürlükler, hukuk ve demokrasi yarım ağız bir dudak servisi değil, aksine bu ülkenin insanlarının gerçek ve reel talepleridir. Ülkedeki bu değişimi doğru okuyan siyasi hareketler ve liderler önümüzdeki dönemin yöneticileri olacaklardır.

Sonuç olarak denilebilir ki, efendi psikolojisindekiler dünyadaki değişimi fark etmemekte, Türkiye’deki değişimi de büyük bir fikir tembelliği ile ıskalamaktadırlar. Oysaki son yıllarda Türkiye’de yaşananlar bir değişimin sosyal, siyasi ve ekonomik alanlardaki semptomlarıdır. Değişim, bir kısım gel-gitler yaşansa bile daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk yönündedir. Artık efendi psikolojisinin ürettiği paradigmanın dışına çıkıp bu ülkede neler olup bittiğine daha yakından bakmanın zamanı gelmiştir. Bunun başlangıç noktası da hukukun, mağdurun, özgürlüklerin ve demokrasinin yanında olmak; temel ilke olarak seçilmişlerin atanmışların üzerinde olduğunu kabul etmek ve daha yansız/güçlü bir yargı için mücadele etmektir.

STAR

YAZIYA YORUM KAT