1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Dini hassasiyetlerimizi kaybetmeyelim!
Dini hassasiyetlerimizi kaybetmeyelim!

Dini hassasiyetlerimizi kaybetmeyelim!

Yaşar Değirmenci, Müslümanların hassasiyetlerinden taviz verdikleri oranda düşmanlarına benzediklerine dikkat çekiyor.

10 Mart 2023 Cuma 15:30A+A-

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Dini hassasiyetimizi kaybetmeyelim! Dinimiz, hayat tarzımızdır...

İslam’a göre takva derecesi eşit bulunan iki müminden daha güçlü olanı daha hayırlıdır. İslâm’ın emrindeki maddi vasıtalar ne kadar çoğalırsa, o kadar iyidir. Eskiden Mescid-i Nebevi hurma yaprakları ve dalları yakılarak aydınlatılırdı. İlk defa kandil yakıldığını görünce; Peygamberimiz, bunu kimin yaptığını sormuş ve pek sevinerek iltifatta bulunmuştur. Cenab-ı Hak dileseydi herkese bol rızık verirdi. Fakat bu dünya imtihan mahallidir. Servetler kendiliğinden eşit dağılmayacak, fakat insanlar kendilerine verilen cüz’i iradeyle adaleti sağlamak yolunda gayret göstereceklerdir. Farklılık, imtihan ve tekâmül içindir. 

“O size verdiğimiz şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminize üstün çıkarmıştır.” (6/164) Mülkiyet; mükellefiyettir, yükümlülüktür. “Allah’ın, üzerinde yetki sahipleri olarak sizi tayin ettiği, harcama yetkisi verdiği her şeyden, (servet ve üretimlerden) O’nun yolunda karşılık beklemeden, gönüllü infak edin, harcayın, insanların ihtiyaçlarını görün.” (57/7) Farklılığı tekâmüle götüren yol, işbölümü ve işbirliğidir. “Kiminizi kiminize üstün çıkardık ki, bir kısmınız bir kısmınızı iş adamı edinsin” (43/32). Bu münasebeti, adil ölçülerde yürütmek; kulun vazifesidir. Bazı hadis-i şeriflere bakalım. “Ücretsiz istihdam şenaattir. O kimse ki bir işçi tutar, onu çalıştırır da hak ettiği ücretini vermez, Kıyamet günü Allah onun hasmıdır.” Bir kudsi hadiste, “İşçinin hakkını vermeyenin belini kırarım” buyruluyor. Hırs, kötü şeydir. “Hırsla elde edilen malda meymenet ve bereket olmaz. Az bir kâra razı olanı Allah sever.” Az kâra razı olmak işleri geliştirmeye mani değil, bilakis yardımcıdır. (Modern iktisadın denge dediği şey de budur.) Dağılım sistemi öyle ayarlanacak ki, “Ta ki bu mallar zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın” (59/7). Mallar zenginler arasında dolaşan bir servet olursa; bu servet diğer hücrelerin aleyhine büyüyen kanser hücreleri gibi belli organlarda urlar meydana getirmeye yarar. Adil dağılımı sağlamanın yolu, şu temel düstura bağlılık şuurunu daima canlı tutmaktır: Bir mümin zaman ile mahiyeti belli nispetlerde değişebilen ihtiyacından arta kalanı, Allah için, millet için, İslam’ın güçlenmesi için harcayacaktır. Bunu kabul etmeyenin imanı; yeterince meyve vermiyor, ışık vermiyor, eser vermiyor demektir. Ve bu şart yerine gelmedikçe hiçbir zahiri tedbir tam etkili olamaz. Malının, mülkünün kendini ebedi yaşatacağını zannetmeye başlayan bir kimse, her türlü nisap mükellefiyeti bağlarından uydurma hesaplar yaparak sıyrılmayı bilir ve hiçbir şeyi üstüne almaz. Bir ülkede fakirliğin artması, zenginlerin israfı yüzündendir. Toplar, üstüne oturur. Bu, israfın belki de en kötüsüdür.  Zenginler fakirlerin duası sayesinde merzuk olurlar. Onlara verilen mal-mülk israf etmeleri için değildir. Tasarruf vekaletini su-i istimal edenler, mülkün hakiki sahibine hesap vereceklerdir.

Mikropların varlığını göstermekle, hastalanmayı izah etmiş olmazsınız. Asıl bakımsızlık ve beslenememek sebepleri üzerinde durmak lazımdır. Rad Suresinde buyurulduğu gibi; “Bir millet kendi özünü değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirip bozmaz.” 

Biz ne “biz” olarak kalabildik, ne de onlar gibi olabildik. “Biz” olarak kalamadığımız için kendi kaynaklarımızdan yeterince istifade edemedik. Onlar gibi olamadığımız olamayacağımız için onların kaynaklarından da faydalanamadık. Yaşadığımız dünyanın halini şu kuralın ışığında değerlendirebiliriz: Manevi değerlere bağlılık şuuru, fikren veya fiilen zayıflayınca, tabii farklılıklar hicranlı tezadlar haline dönüşür ve menfaat çatışmalarının neticeleri çeşitli buhranlar halinde karşımıza dikilir. “Allah, ümmetimi dalalet üzerinde birleştirmez.” Adalet, her işi hakkaniyet ölçülerine uygun yapmak ve her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Zulüm, zulmettir. Adaletle hüküm verilmelidir. “Halk’a cebredenlerle, onlara yardakçılık edenler Cehennemdedirler” buyurulmuştur. Debdebeye, sefahate dalanlar, adaletten ayrılmıştır. Sade hayat imandandır. İnsan, Rabbinin emirlerine uygun olarak yaşayacaktır. Fıtratıyla hareket de bunu gerektirir. Dünya hayatı geçicidir. Ancak ahiretin yani ebedi hayatın tarlası olması da düşünülmelidir. Hesap gününe, sadece amellerimizle gideceğiz. Nefeslerimiz sayılıdır. Muayyen vakitte hepimiz öleceğiz. “Her nefs ölümü tadacaktır” ayeti/İlahi hükmü kaldıramayacaktır. İlim bu kadar ilerlediği halde ölüme çare bulamayacaktır. “Her derdin devası vardır. Ölüm müstesna.” Hadisi şerifi de ayeti açıklar. Ölüm, mümin için gerçek uyanış, gerçek doğuştur. Ölümü tadacak olan nefs’tir. Ruh, Allah’ın hikmeti muktezasınca, baki kalacaktır. Ruh’un keyfiyetini bilmeye çalışmamalıyız. Bildirilenle iktifa etmek mecburiyetindeyiz. Cennet, rıza-i ilahiye vuslat mahallidir. Fakat “nasılsa öleceğiz” diye oturup durmak yok. Yarın ölecekmiş gibi hazır bulunup, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışacağız. Dünya nimetleri bizim içindir. Daima şükür hali içinde bulunarak onlardan faydalanacağız. Rızık temini için çalışmak, ibadet gibidir. Lakin hırslı olmayacağız. “Hırsla kazanılan” da meymenet ve bereket yoktur. Kader, Allah’ın “her şeyi önceden bilmesi” ile alakalıdır. Biz kaderimizdeki amelimizi cüz’i irademizle dilemiş olmamızdan dolayı sorumluyuz. Kaderde var olduğu için biz onu yapmak durumunda kalmış değiliz. Bizim cüz’i irademizle o ameli işlemek isteyeceğimizi Cenab-ı Hak bildiği için, kader yazısı öyle yazılmıştır. Şayet külli iradenin taalluku-izni-yaratması olmazsa, cüz’i irademiz hiçbir şeye muktedir değildir. Tedbir, kader inancına aykırı değildir. Tedbir mecali ve imkanı varken tevekkülle yetinmek, İslam’a uymaz. Çünkü Allah, aklını kullanmayana murdarlık verir. Çaresiz kaldığı için sadece tevekkülle ve dahi ihlasla Rabbinden niyazda bulunanın önünde nice kapılar açılır. Allah Teala; “Ol!” der, olur. Yoktan var etmek, O’na kolaydır. Dinimizi korumamız için, bir miktar maddeye ihtiyaç vardır. Peygamberimiz, kendisini sevenlerin, ahir zamanda bir kalkan edinmelerini istemiştir. Bir hadiste, “Hayırlınız ahiretini dünyası için, dünyasını da ahireti için terk etmeyendir” buyuruluyor. Cenab-ı Hak gayretten ve sabırdan uzak kalanı, iki cihanda da hüsrana uğratır. Külli manada “hüsran” iki cihandadır. “İnsanlardan kimi de (Dinin tamamına sahip çıkmayıp, rahatına ve menfaatine uygun tarafından ve) bir ucundan (tutarak ve tam inanmayarak) Allah’a ibadet etmektedir. Eğer, (Allah’ın takdir ve taksiminden ve Kur’an’ın hükümlerinden) kendisine hayır(lı ve yararlı gördüğü bir şey) dokunursa, bununla tatmin (ve razı) olup (teslimiyet gösterir). Yok eğer kendisine (sıkıntı verecek ve sorumluluk yükleyecek) bir fitne (kaza, bela ve hastalık) isabet ederse, (zor ve zahmetli bir emir gelse ve imtihandan geçirilse, hemen) yüzüstü dönmektedir. (Allah’ın emrini ve kaderini bilmezlikten gelir. Nefsi bahanelerle hizmet ve mesuliyetten kaçıverir. Bu gibileri,) Dünyayı da ahireti de kaybetmiştir. İşte bu, (en büyük) ziyan ve en açık hüsran (demektir).” (22 Hac 11)

Kul her ne yapacaksa dünyada yapacaktır, teklif mahalli dünyadır. Hem dünyada, hem ahirette bahtiyar olmanın yolları gösterilmiştir. 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum