1. YAZARLAR

  2. Oral Çalışlar

  3. Darbecinin değil, haber verenin peşine düşmek
Oral Çalışlar

Oral Çalışlar

Yazarın Tüm Yazıları >

Darbecinin değil, haber verenin peşine düşmek

06 Kasım 2009 Cuma 06:06A+A-

Bir kısım medya ve bir kısım politikacı, darbecilerin değil, darbeyi haber verdiği söylenen subayın, ya da subayların peşine düşmüş durumdalar. Tam anlamıyla bir karamizahla karşı karşıyayız. Gazeteler Genelkurmay’ın ışıklarının sabaha kadar sönmediğini yazıyorlar. İddiaya göre; ‘ıslak imzalı belge’ dahil darbe ve kargaşalık planlarını haber veren, belge yollayan subayı saptamaya çalışıyorlar, bunları kimin sızdırdığını arıyorlarmış. ‘Olmayan belge sızdırılır mı?’ diye sorsak acaba ne cevap verirlerdi.

Onları anlıyorum. Birçok kez hazırladıkları, bir anlamda alışkanlık haline getirdikleri planlarına kimse bir şey diyemezken bu kez tepki yüksek çıkıyor. Hükümet işin peşine düşmüş durumda. Yargı, darbecileri takip ediyor. Medyada daha yaygın bir eleştiri söz konusu. Bu nedenle onlar da belki ilk kez karşılaştıkları bu durum karşısında şaşkınlar.

Ne gibi önlemler alabileceklerini düşünüyorlar.

Onları anlamasına anlıyorum da, gazeteciyi, politikacıyı anlamakta güçlük çekiyorum. Diyebilirsiniz ki, bunda anlamayacak ne var.

Birçok gazeteci ve siyasetçi de militarizm gölgesinde yaşıyor. Bu tercihleri sayesinde belki de belli koltukları, belli köşeleri, belli makamları ellerinde tutuyorlar. ‘Askerin gücünü unutma’ diye uyarınızı sürdürebilirsiniz.

Tamam onları da anladığımı söyleyeyim. Militarizmden nemalanan, askerin önerisiyle ve desteğiyle güç elde edenlerin böyle düşünmesini, böyle konuşmasını, hedef saptırmasını kabul etmesem de anlayabiliyorum.

Benim anlamadığım, askeri müdahalelerin acısını çekmiş, darbelerde büyük baskılara uğramış olanlar. Bakıyorum bir yazara mesela: 12 Eylül 1980 askeri darbesinde anlamsız suçlamalarla hapis yatmış, hatta 12 Mart 1971 askeri darbesinde de olmadık eziyetler çekmiş olmasına rağmen darbe planlarının ortaya çıkmasından üzüntülü gibi konuşuyor, üzüntülü gibi yazıyor. Zannedersin ki darbeciler başa geçse bunu kral yapacaklar. Yok öyle bir şey. Bunu kendisi de bilir. Darbeci geldiği zaman gazeteciler ancak onbaşı, çavuş düzeyinde muhatap bulabiliyorlar. O da bulabilirlerse.

***

Buradaki çarpıklık nereden kaynaklanıyor?

Nasıl oluyor da böylesine vahşi, kanlı iç çatışmalar çıkararak, toplumu kaosa sürüklemek isteyen, darbe yapmayı planlayanlar, hâlâ belli kesimlerce meşru görülebiliyorlar?

Asıl sorun burada. Sanki kendi tecavüzcüsüne âşık bir ruh hastası psikozuyla karşı karşı gibiyiz. Geliyorlar, özgürlükleri elimizden alıyorlar, insanları işkenceden geçiriyorlar, hapishanelere tıkıyorlar, yıllarca onarılması mümkün olmayan yaralar açıyorlar. Bütün siyasi sistemi hastalıklı hale getiriyorlar. Gidiyorlar.

Sonra çok marifetliymişler gibi, yeniden geri gelmek üzere yeni senaryoları sahneye koyabilmek için başlıyorlar planlar yapmaya.

Bunların neler yaptığını. Neler yapabildiğini, yaşadığımız askeri darbeler döneminde gördük.

Peki, bunları yaşadığı halde militarizme sempati duyanlara, biri gelse de bizi kurtarsa diyenlere ne demeli?

***

Burada bir çarpıklık olduğu kesin. Bu durumu yalnızca AK Parti’ye öfkeyle açıklamak da mümkün değil. 27 Mayıs 1960 öncesi günleri de hatırlıyorum. Bugünkü ruh halinden farklı değildi CHP’liler. Ailem CHP’li olduğu için her şeyi çok iyi anımsayabiliyorum. 

Adnan Menderes’i, Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar’ı bile şeriatçıların adamı gibi görüyorlardı. Askerin bir an önce gelip bunları alaşağı etmesini bekliyorlardı. Hatta ben çocuk kafamla Demokrat Partililerin bütün yöneticilerinin idam edilmesini istiyordum. Bu yolla Türkiye’nin kurtulacağını düşünüyordum. Çevremde hâlâ böyle düşünen, böyle davranan yakınlarımı gördükçe o günleri hatırlıyorum.

Militaristlerin ‘psikolojik savaş’ı başarıyla yürüttüğünü kabul ediyorum. Kamuoyu oluşturmak, bilinçleri saptırmak için oldukça etkili propaganda yöntemlerini kullanıyorlar. Medyada da bu işler için iyi yetişmiş elemanlar olduğunu görebiliyoruz.

Ancak, hiçbir teknolojik birikim, hiçbir kamuoyunu yönlendirme başarısı, hayatın ve çağın gerçeklerine karşı direnemez. Ordunun siyaset içindeki varlığı artık Türkiye demokrasisi için ağır bir yük haline geldi. Militarizmin egemenliği yıkılmak zorundadır.

Birileri ‘darbeciyi boş ver, ihbarcı nerede’ diye bağırsa da boşuna.

Hayat hükmünü yürütüyor.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT