1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Dar kalıplarınıza mâhkum değiliz!
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Dar kalıplarınıza mâhkum değiliz!

16 Ağustos 2020 Pazar 21:47A+A-

Sürekli olumsuzluklar üzerinde kafa yormaktan değerlerimizi, değerlilerimizi göremez olduk. Sürekli aynı mekânda dönüp dolaşmaktan, tüm dünyayı sudan ibaret zanneden balıklar gibiyiz sanki. Oysa hikmet süzgecinden damıtılmış, tecrübeyle yoğrulmuş, gönlünü Yaradan’a yüzünü toprağın bağrına dönmüş insanların torunlarıyız biz.

Sanırım “Kırık Cam Sendromu”na tutulduk bizler de. Kim duvarlara ne yazar, kendini nasıl tanımlarsa; yerlere çöp atar, tükürür, küfrederse öyle olmak, öyle yapmakya da bir binada kırık bir cam varsa diğerlerini de bizler kırmak zorundaymışız gibi!

Bu yüzden akla karanın kalın sınırlarında hayatı sıkboğaz eden, “dilinin kemiğini” yüreğinden söküp atmış tahammülsüzlere dönüştük. Ve bir çift gülen göz olmayı esirger olduk insana, dosta, kardeşe daha doğru bir ifadeyle unuttuklarımıza! Belki de unutturulan, yozlaştırılan kimliğimizle alakalıdır bu durum, bilmiyorum. 

Yaratılanı sevmek, barışı savunmak; şiddete, teröre, baskıya, zorbalığa, dayatmaya karşı olmak hümanist ve pasifistlerin tekelinde midir? Bu hasletler, zulme uğrayanların safında savaşma erdemine engel midir?

Adaleti herkes için aramak, adil paylaşıma inanmak için komünist mi olmak gerekir?

Putlara, idollere, hegemonyaya, kula kulluğa, insanın insana tahakkümüne karşı olmak. Tarih, kültür, toplum ve gelenekteki tabuları sorgulamak,devrimci etiketle ya da anarşist olmakla mı mümkündür?

Dünya tüm yaratılanlara nimet, insanlara emanettir. İnsan dünyanın sahibi değil parçasıdır, diyerek dünya nimetlerinin herkese yeteceğine inananlar; ekolojist midir?

İnsanların arzuları sınırsızdır. İhtiyaçların değil arzuların frenlenmesi, eylemlerin  “yapabilir miyim?” değil, “yapmam doğru olur mu?” sorusuyla karşılık bulması gerekmez mi?

Herkesin güvenli, eğitimli, sağlıklı, bağımsız, özgür ve hukuk önünde eşit olmasını; giyinme, beslenme, barınma konusunda onurlu bir hayat sürmesini istemek için sosyalist mi olunmalıdır?

Emperyalizme, kolonyalizme, sömürüye, tekelciliğe, faize, paranın, gücün veya artık değerin gaspına karşı olmak için Marxist-Leninist olmak zorunda mıyız?

Kültürel normları, gelenekleri, toplumsal öğretileri, egemen olanı, statûkoyu sorgulamak insanı reformist ya da modernist mi yapar?

Sözü dinleyip, en güzeline uymak; hür seçimler, toplumsal sözleşme, kamu hayatına dönük karar süreçlerine istişare ile katılmak, azınlıkların çoğunluğa karşı korunması gerektiğine ve her sesin duyulmaya hakkı olduğuna inanınca demokrat, ifade özgürlüğünü ve hakkıyla kazanılması şartıyla özel mülkiyeti savununca liberalist mi olunur?

Kadınlarla erkeklerin birbirlerinin tamamlayıcısı, eşiti olduğuna inanmak; üstünlüğü ancak iyilik ve insanlara hayırlı davranışlarda aramak; iyiliğin veya kötülüğün cinsiyeti olmadığını kabul etmek; Feminist olmayı mı gerekli kılar? İstanbul Sözleşmesine karşı olmak, olanı “tecavüzcü mü” yapar?

Kötülüğü kötüler yapar ve kötülük olduğu için karşı durulur. İyilik ve kötülüğün cinsiyeti, ırkı, kutsal bir vatanı, ulu önderi, kutsal devleti veya bayrağı yoktur. Bu yüzden şucu-bucu olmak insanı kötü ya da iyi yapmaz. Ki “İyiliği emredip kötülükten nehyeden” bir dinin mensubu olan biri asla kötü olamaz. İslam olmak, Müslüman olmak bir onurdur, erdemdir kimliğini taşıyan için.

Allah herkesin Yaratıcısı ve Rabbidir. Zulüm ve şirk en çok lanetlenen şeydir. Zulme ve şirke götüren ise kibirdir. “Müstekbirler”in dini istikbardır. Karanlıkların en tahammül edilmezlerinden biri, hakikati bulduğuna inanan, hakikati tekelinde görenlerdir.Oysa insanlar inançlarıyla değil, davranışları ve halleriyle değerlidir; niyetleri değil beyanı ve davranışları esastır.

Müslüman okur ve paylaşır. Diğerleri elinden ve dilinden emindir. Kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapmaz. Kimsenin maddi veya manevi herhangi bir hakkını ihlal etmez. Evvelkilerin dediği gibi; “Öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre” ilkesi gereğince, “Herkes için adalet” ister ancak tarafsız da değildir.

Müslüman Yaratıcı’ya inanır. Yaratıcı’nın yarattıklarını boş bırakmadığına inanır. Yaratıcı’nın gönderdiklerine ve “son ahit”ine inanır ve sapasağlam bir kulp olarak sarılır. İnsanlara iyiliği tavsiye ederken karşılık beklemez, davet ederken ücret istemez. Bu yüzden ruhbanlara, din uzmanlarına, insanlarla Allah arasında aracılara, şeyhlere, efendilere, kurtarıcılara itibar etmez. Böyle yapınca dinsiz de olmaz.

Yeryüzü Müslüman için mescittir. Zulüm “bizden” diye hoş görmez. Mazluma bizden mi değil mi diye sormaz. Zulmü yapanların ve uğrayanların dili, dini, rengi, ırkı, vatanına bakmaz. Haksızlığı örtmenin suç ortaklığı olduğuna inanır. Haksızlığa tanıklık etmeyi, onu teşhir etmeyi görev bilir. Suçu delillerle ispatlanmamış herkesi masum kabul eder. Mesele ilkeleri olduğunda ne çoğunluğa boyun eğer, ne azınlığa tahammül eder. Yalnız Allah’a kulluk etmek isteyen ve adalet üstüne sözleşmiş insanların ümmetçisidir ama asla ırkçı veya milliyetçi değildir.

Yani kayıtsız ve şartsız Müslümandır. Bu ilkelerin hayat bulması için çalıştığı için İslamcıdır. Ancak kimseyi zorlamaz, imanın iradi olduğuna inanır ve hidayetin tekelinde olmadığını bilir.

Duaları, zikirleri, ibadetleri, nerede ve hangi zamanda olursa olsun, “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” bilinciyle ömrünü tamamlar. Yaratıcı’nın muhatabı olmaya layık olmak yani bu ilkelerle yaşamak arzusundadır.

Hangi ideoloji İslamı ve onun ilkelerini yaşamlaştıran bir Müslümanı kuşatabilir ki? Bu ideolojilerin olsa olsa evrensel değerlerden beslenen değer kırıntıları olabilir, o kadar. Bu yüzden hiçbir bilinçli Müslüman kendini sınırlandıran ideolojilere mâhkum olmaz. Kendini bu ideolojiler üzerinden tanımlamaz. Öykünmez, hayıflanmaz. Selam olsun tüm kirlerden arınmak için çaba gösterenlere…

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum