1. YAZARLAR

  2. Atilla Yayla

  3. CHP'deki değişimi nasıl okumalıyız?
Atilla Yayla

Atilla Yayla

Yazarın Tüm Yazıları >

CHP'deki değişimi nasıl okumalıyız?

08 Aralık 2008 Pazartesi 02:28A+A-

Mahalli seçimlere doğru hızla ilerlerken özellikle CHP içindeki dikkat çekici gelişme ve değişmeler devam ediyor ve bunlar etrafında yoğun tartışmalar yapılıyor. Tartışmaların yoğun ve bazen şiddetli olması hiç şaşırtıcı değil.

Çünkü, CHP'deki gelişmeler çok önemli ve Türkiye'nin rengini değiştirecek bir süreci başlatabilecek mahiyette. Niye böyle olduğunu hakkıyla anlatabilmek için önce Türkiye'nin bazı gerçeklerini hatırlamamız lazım. Türkiye I. Dünya Savaşı'nı izleyen, belki iddia edildiği kadar büyük ve çetin olmayan fakat hakikaten kolonyalizmin çözülmesi sürecinde öncü bir örnek teşkil eden -en azından bazı coğrafyalarda böyle görülen- bir kurtuluş savaşının ardından kuruldu. Savaş bitince yeni bir devlet kurma işi başladı. Bu kısmen yeni yapılar inşa ederek ve kısmen de Osmanlı Devleti'nin bazı parçalarını yeni yapıya eklemleyerek yapıldı. Yani ne her şey yeniydi ne de her şey eskiydi bu taze devlet inşa etme sürecinde. Devlet kurma işi başarılı olunca ortaya çıkan, cumhuriyet adını kendine layık görmekle birlikte klasik cumhuriyetin özelliklerini taşımaktan hayli uzak olsa da, ulus devlet denebilecek bir siyasi-bürokratik yapılanmaydı. O, esas itibarıyla bir tek parti düzeniydi. Böyle olması kısmen dönemin ruhuna uygundu ve onun bir sonucuydu ama kesinlikle bir mecburiyet değildi. Daha çok yeni rejimin kurucu kadrolarının entelektüel donanımının, dünya görüşünün, ideallerinin bir sonucuydu.

Yeni siyasi yapı ilke olarak kamu otoritesini Osmanlı Devleti'ndekini çok aşacak derecede merkezileşmeyi benimsedi. Bu hem iktidarı sağlama bağlamak hem de "modern" bir toplum yaratmak ideali için gerekli görüldü. Bunu, ulus devletin mantığına uygun olarak, belli değerler etrafında yeniden şekillendirilmesi sayesinde sisteme sadakati sağlanacak bir yurttaşlar kitlesi yetiştirme hedefine ulaşmak için yapılanlar izledi. Eğitim bunun başlıca aracıydı. Sivil özgürlüklerin neredeyse tamamen budandığı bir ortamda devlet, dönemin tek parti rejimlerinden aşağı kalmayacak şekilde yoğun bir endoktrinasyon kampanyası yürüttü. Bu tablonun son tamamlayıcı parçası yıllar ilerledikçe dozu artacak bir kişi kültünün yaratılmasıydı.

Bu yapı zaman içinde hem, zayıf da olsa, kendi ideolojik altyapısını hazırladı hem de bu ideolojiyle donanmış kadrolar yetiştirdi. Aynı zamanda bir menfaat zinciri oluşturdu. Yeni siyasi yapının baş siyasi aktörü olan CHP, dönemin baskıcı totaliter tek partilerinden hiç aşağı değildi. Ve bu devlet, siyasi katılım, rekabet ve denetim olmadığı için tam bir bürokratik tahakküm devletiydi. Seçim denebilecek seçimler yoktu. "Seçilen"ler daha çok atananlardı. İktidar her yönüyle tek partinin odağını teşkil ettiği bürokratik kadrolardaydı. Halkın demokratik katılım mekanizmaları olmadan bu yapıyı etkileme ve değiştirme şansı yoktu. Sistem kendini sürdürme refleksini ve dinamizmini önemli ölçüde kazanmıştı. Tek parti her şeyi kontrol gücüne sahipti. O kadar ki, benzer başka yapılarda örnekleri görüldüğü gibi, sistemin bir ölçüde banisi olan lider bile bir süre sonra sistemin mahkûmu haline gelmişti ve bir noktadan sonra istese de sistemi dönüştürme gücü yoktu.

Bu ürkütücü tablo içinde II. Dünya Savaşı Türkiye'nin imdadına yetişti. Savaştan sonra saf seçmek zorunda kalan Türkiye, başlangıçta kozmetik olarak planlanan bir değişme ve demokratikleşme sürecine girdi. Tek partinin şefi İnönü ve adamları aslında kimi şekilsel değişiklikler yapılsa bile sistemin kontrollerinde kalacağına inanmaktaydı. İlk seçimlerin sonuçları karşısında gösterdikleri müthiş şaşkınlığın sebebi buydu. Sonraki yıllarda demokrasiye erken geçilmesine sebep olmakla suçlanan İnönü bunun bir mecburiyet olduğu ve Atatürk bile olsa eski sistemin beş seneden fazla sürdürülemeyeceği argümanıyla kendini savundu.

İnönü haklıydı. Sistem evrensel standartlar açısından sürdürülmesini imkânsız kılacak ölçüde başarısızdı. Ancak, değişim süreci başlayınca gelişmelerin tam bir kontrol altında tutulabileceği şüpheliydi. Cinin şişesinin kapağı açılmıştı ve artık şişeden çıkanı kontrol etme imkanı yoktu. Nitekim öyle de oldu. Demokratik süreçler CHP'yi sildi süpürdü. Halk CHP'ye öyle bir ceza kesti ki, bu parti ilk demokratik seçimlerden itibaren asla seçim kazanamadı. Hâlâ bu durum değişmiş değildir ve yakın gelecekte de değişeceğe benzememektedir.

Ancak, bu, CHP'nin kısmi demokrasi döneminde iktidarda olmadığı anlamına gelmemekteydi. CHP aslında her zaman iktidardaydı. Bir kere resmi ideoloji hep CHP ideolojisi olarak kaldı. İkincisi, sistem değişirken CHP kendine iktidara halk tarafından kim getirilirse getirilsin elinde tutacağı iktidar odakları ayırmayı başardı. Bu odaklar hem sivil-askeri bürokrasi içinde tahkimatlıydı hem de sivil toplumda uzantıları vardı. Mesela medyada, akademik dünyada. Bu yüzden Türkiye'de 1950'den itibaren olan aslında CHP'nin iktidardan tam olarak düşmesi değil iktidarı, kısmi olarak, demokratik süreçlerden galip çıkanlarla paylaşmasından ibaretti. CHP çizgisi bundan hiç hazzetmedi. Her zaman iktidar alanını genişletmeye çalıştı. Bu amaçla demokratik siyasetin alanını daralttı. Demokratik iktidarların yetkilerinin kişi hak ve özgürlükleri lehine değil kendi imtiyaz ve iktidar alanı ve ideolojisi lehine sınırlanmasını talep etti. Darbeler ona bu bakımdan çok yardımcı oldu. CHP'yi resmen kapatan 12 Eylül 1980 darbesi bile aslında fiilen CHP ideolojisini tahkim edecek ve CHP'nin iktidarını pekiştirecek icraatlar yapmaktaydı.

Sistem içindeki eşsiz fakat tuhaf yeri yüzünden CHP hiçbir zaman demokratik bir parti anlamında var olmadı. Demokratik siyasi partilerin fonksiyonlarını üstlenmedi. CHP'nin anti-demokratlığı, toplum kesimleri arasında ayrımcılık yapması, topluma tepeden bakması, vatandaşın talep ve ihtiyaçlarına tercüman olmak yerine onu kalıba koymaya çalışması, özgürlüklerden hep kuşku duyması bu yüzdendi. Bir demokratik ülkede iktidara talip bir siyasi partinin CHP gibi davranması imkânsızdı. Ama iktidarını halka borçlu olmayan CHP'nin yıllarca bu bakımdan hiçbir endişesi olmadı. Şimdi bize 'Acaba CHP normalleşiyor mu?' diye sorduracak gelişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır. CHP liderinin çarşaflı ve türbanlı kadınları partiye üye yapmakla, onları eşit vatandaşlar statüsünde gördüğünü ilan etmekle kalmayıp tek parti dönemine yönelik kimi eleştiriler de yapması gerçekten umut vericidir. Aslında tek parti döneminin tipik özellikleri ve demokratik ve medeni değerlerden ne kadar uzak olduğu herkesin bildiği, fakat herkesin dile getiremediği bir gerçektir. Bunun böyle olmasının ana sebebi devlet iktidarını önemli ölçüde kontrol eden CHP zihniyetinin tahakkümüyle ifade özgürlüğü alanının daraltılmasıdır. Başkalarının bunu yapmasına izin vermeyen CHP, şimdi bizzat tek parti dönemiyle ve dolayısıyla kendisiyle bir hesaplaşma içine gireceğe benzemektedir.

Şüphesiz, CHP liderinin yeni söylem ve icraatlarına kuşkuyla bakanların buna hakları vardır. Yıllardır bürokratik tahakkümün temsilcisi olan bu parti acaba takiye mi yapmaktadır? Hedefi sadece yaklaşan seçimlerde biraz daha fazla oy ve biraz daha fazla belediye başkanlığı kapmak mıdır? Kemikleşmiş bir yapıya ve sabit-bürokratik bir zihniyete sahip CHP, bu açılımı olması gerektiği, demokrasinin icap ettirdiği noktalara kadar taşıyabilecek midir? Bu konularda benim de endişelerim ve şüphelerim var. Ancak, sebebi ve hedefi ne olursa olsun bu yeni söylem ve açılım hem CHP hem de Türkiye için olumlu bir adımdır. Türkiye için olumludur zira CHP çizgisi ikna edilmeden ülkenin din özgürlüğü, Kürt meselesi gibi kronik problemlerinin çözülmesi imkansızdır. CHP bu problemlerin çözümünde anahtar rolünü oynayabilir. CHP için iyidir, çünkü şimdiki CHP bir demokratik parti olmaktan ziyade bir sabit fikirliler kulübü gibidir. Bu parti bu haliyle topluma bir şey veremeyeceği gibi yarım asırdan uzun süren demokratik iktidar ve meşruiyet açlığını da gideremeyecektir. Hayalci olmayalım ama umutlu olalım. Umarım 1945'te olduğu gibi şişenin kapağı açılmıştır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT