1. YAZARLAR

  2. Ayşe Hür

  3. Cemal Paşa ve Arap milliyetçiliği
Ayşe Hür

Ayşe Hür

Yazarın Tüm Yazıları >

Cemal Paşa ve Arap milliyetçiliği

14 Ağustos 2011 Pazar 18:06A+A-

Yavuz Selim (I) zamanında Osmanlı topraklarına katılan Suriye aslında başından beri yarı-özerk biçimde idare edilmişti. Bölge, barındırdığı Hıristiyan nüfus yüzünden daha 17. yüzyılda Fransızların ilgi alanına girmişti. Araplar arasındaki ilk milli uyanış Suriye’nin ‘mütemmim cüzü’ sayılan Cebel-i Lübnan (Dağlık Lübnan) bölgesinde oldu çünkü Osmanlıların 11. yüzyıldan beri bölgede var olan Batınî mezhebi Dürzîlere dayanarak, kökleri 5. yüzyıla kadar uzanan Hıristiyan mezhebi Marunîlere karşı baskı kurma politikaları ciddi bir gerginlik kaynağı idi. Bu durum Batılı devletlerin Lübnan’ın iç işlerine karışması için uygun bir ortam yaratmıştı. Fransızlar Marunîleri, İngilizler Dürzîleri desteklediler ve bölgede Osmanlıların kontrolü giderek zayıfladı. 1860’da 10 bin Marunî ile Rum Katolik ve Ortodoks kiliseleri mensubunun Dürzîler tarafından katledilmesi Fransa’nın bölgenin iç işlerine karışması için iyi bir bahane oldu.

Misyonerlerin faaliyetleri

1861’de Marunîlere özerklik vererek Bekaa Vadisi ile kıyı bölgelerinde tekrar egemenlik kurmayı başaran Osmanlı yönetimi, 1866’da Beyrut’ta Protestan Yüksek Okulu (sonradan Beyrut Amerikan Üniversitesi) kurulmasını ise önleyemedi. Üstüne üstlük bölgede Fransız Cizvitleri ve Lazaristlerinin, Amerikan Protestanlarının, Rus Ortodoksların misyonerlik faaliyetleri ve okulları da vardı. Özellikle öğrenim dili Arapça olan Suriye Protestan Koleji, Amerikan liberalizminin Arap dünyasına taşınmasında önemli rol oynadı. Başlangıçta eski Arap kültürüne dönmeyi ve Arapçaya hak ettiği yeri vermeyi hedefleyen kültürel Arap milliyetçiliği giderek siyasallaştı.

Kararsızlık dönemi

1876-1909 arasında hüküm süren II. Abdülhamid’in devleti birarada tutmak için başvurduğu Pan İslamist politikalar, Araplarla merkezin arasını bir nebze düzelttiyse de, siyasal İslamcılığın filizlenmesine yol açarak, uzun vadede ayrıştırıcı bir rol oynamıştı. Ancak bu dönemde bile Araplar arasında Osmanlı Devleti’ne karşı takınılacak tutumda netlik yoktu. Ancak 1911 Trablusgarp ve 1912-1913 Balkan Savaşları (daha doğrusu hezimetleri) bir dönüm noktası oldu.

Emir Şekip Arslan’ın çabaları

Gerçi İtalyanlar Trablusgarp’ı işgal ettiğinde Araplar eski nefretleri bir kenara bırakıp merkezin etrafında toplanmışlardı. Dürzî lider Emir Şekip Arslan’ın yurtsever çağrıları kısa sürede yankı bulmuş, Irak ve Suriye’deki kabileler, Cezayirli ve Tunuslu göçmenler asker yazılmak üzere kışlaların önüne yığılmışlardı. Ama bu birlik duygusu kısa sürdü, eski gerginlikler tekrar su yüzüne çıktı. Önce Havran ve Doğu Ürdün’de yaşayan Dürzîler ayaklandı. Bunu Doğu Necd bölgesinde Zeydî (Şiiliğin bir kolu) İmam Yahya ayaklanması ile Suriye’deki Bedevi ayaklanması izledi. Balkan hezimetinden sonra sadece devletin değil Halifeliğin de elden gideceği korkusunu iyice arttırınca, Mısır Hıdivi İzzet Paşa, Mekke Muhafızı Şerif Hüseyin, Libya lideri Şeyh Senusi ve Arabistan’daki Necd bölgesi liderlerinden İbn Reşid arasında ilk anlaşma yapıldı. Arap milliyetçiliğinin askerî kanadını ise 1913’te Aziz Ali El Mısri tarafından kurulan El Ahd adlı örgüt temsil etmeye soyunmuştu. Aslında örgüt sanıldığı kadar güçlü değildi ancak Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi durumu kökünden değiştirecekti.

Cemal Paşa Suriye’de

Cemal Paşa’nın 18 Kasım 1914’te, hem İngilizlere karşı Kanal seferini icra hem de bölgedeki asayişi temin etmek maksadıyla, IV. Ordu Kumandanlığı’nın yanı sıra Suriye, Filistin, Hicaz ve Kilikya bölgeleri genel valiliğine atanmasından sonra İstanbul’un Arap politikası iyice sertleşti. Dönemin tanıklarından Ali İhsan Sabis Paşa’ya göre bu atama İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) içindeki Enver- Cemal çekişmesinin bir sonucuydu ve esas olarak Cemal Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırmak için yapılmıştı. Hâlbuki Cemal Paşa daha savaş başlamadan önce, İstanbul’daki Fransız Elçisi Bompard’a “Mısır benim Alsas- Loren’imdir” demiş ve savaşa girildiği takdirde Mısır’ı almakla uğraşacağını söylemişti. Yani ortada bir çekişme olsa bile, Suriye görevi Cemal Paşa’nın hedefleri açısından çok isabetliydi.

Cemal Paşa’ya yazılan kasideler

Cemal Paşa, Şam’a giderken geçtiği Konya-Pozantı-Tarsus-Adanaİskenderun- Halep’te halk tarafından coşkuyla karşılanmış, Arap şairleri Cemal Paşa için kasideler, şiirler okumuştu. İki haftalık bir yolculuktan sonra 8 Aralık 1915 günü Şam’a varan Cemal Paşa, burada adeta taç giyen krallar gibi görkemli bir törenle karşılanmış ve karargâhını Damaskus Palas Oteli’nde kurmuştu.

Emir Subayı Falih Rıfkı’ya (Atay) göre Cemal Paşa’nın Cuma Selamlıkları aynen Padişah Mehmed V. Reşat’ınkilerle yarışıyordu: “Dördüncü Ordu Karargâhı’na gidiş, hele Şam’dan sonra, artık bir mabede çıkılıyor gibi baş döndürür. Bir terör havası vardır. Ses daha pestir ve Cemal ismi Tevrat’tan, İncil’den alınma mukaddes bir ada benzer.”

Cemal Paşa’nın Kurmay Subayı Ali Fuat (Erden) ise Cemal Paşa’ya yazılmış kasidelerden birini aktarır: “Celâl-i Cemâl’in önünde müluk ve hükümdaran titrer/ Ve cemâl-i Cemâl’in önünde şemsü kamer iğtirap eder. (Cemal’in şiddeti karşısında melikler ve hükümdarlar titrer/ Cemal’in yüzü önünde güneş ve ay gözden kaybolur.)”

Benzer ifadeler başka kaynaklarda da vardı. Kimine göre Cemal Paşa “Suriye ve Arabistan’ın taçsız kralı”, kimine göre “bölgenin mahvına sebep olan bir zalim”, kimine göre “her şeye yetkili bir lord” idi.

Müslümanları hoş tutarken

Sonsuz yetkilerle donatılmış Cemal Paşa’nın ilk işi Bağdat, Kerbela, Necef eşrafıyla bölgedeki Arap şeyhlerine, Hicaz’daki İbnürreşid ve İbnisuud’a, Yemen’deki İmam Yahya’ya dostluk mesajları göndermek olmuştu. Sonra uzun süredir İstanbul ile kavgalı olan Dürzîleri yanına çekmeye çalıştı. (Bu konuda en büyük yardımcısı Dürzî lider, Teşkilat-ı Mahsusacı Emir Şekip Arslan’dı.) Şam ulemasından Şeyh Bedrettin ve Şeyh Ebül-Hayd Abidin’le yakın dostluklar kurdu. Arap ahaliyi savaş yükümlülüklerinden muaf tuttu ve kendilerinden satın alınacak her malın parasının peşin olarak ödeneceği güvencesini verdi. Bu arada Alman İmparatoru II. Kayzer’in projesi olan Cihat fikrini işliyordu.

Hıristiyanlara zorbalık

Buna karşılık Hıristiyan ahaliye karşı sert bir politika izliyordu. Örneğin Mısır’da bulunan Rum Melkit Patriği’ni azletmiş ve yerine yenisini atamıştı. Sis (Kozan) Kataliğosu’nu Kudüs’e sevk etmiş, Baalbek ve Harran metropolitleri hakkında cezai işlemler yapmıştı. Kudüs Ermeni Patriği Sehak Efendi’ye İstanbul’a değil kendisine hesap vermesini emretmişti. Cebel-i Lübnan’ın Ermeni Katolik Mutasarrıfı Ohannes Kuyumcuyan’ı (Şam’a geldiğinde kendisi atamıştı) azledip yerine İttihatçı Ali Münif Bey’i getirmiş, Marunî lider Huveyk’i Şam’da oturmaya mecbur etmişti. Ama esas kıyamet Cemal Paşa’nın birlikleri Şubat ve Ağustos 1915’te Süveyş Kanalı’nı koruyan İngiliz birliklerine yönelik iki saldırıda başarısız olunca kopacaktı. Cemal Paşa bundan sonra her iki tarafı da ezen politikalar izlemeye başladı.

21 Ağustos 1915’te casusluk ve yabancı devletleri destekleme suçlamasıyla 11 Arap milliyetçisi Beyrut’ta idam edildi. Paşa durmadı ve bölgenin ileri gelen Arap ailelerinden iki bin kadarını Anadolu ve Rumeli’ye sürdü. Paşa “bu bir ceza değildir” demişti ama emirnamesinde ‘bir suç işleyeni başkalarına ders olacak şekilde cezalandırma’ anlamına gelen ‘tedip’ terimini kullanmıştı. Sürgünler gittikleri yerlerde sıkı takibe alındılar. Kaçmaya çalışanlar daha uzak yerlere sürüldü vs. Sürülenler arasında İstanbul’a, Osmanlıcılık fikrine bağlı pek çok kişinin olması İstanbul’da büyük bir şaşkınlık yaratmıştı ancak Cemal Paşa’yı kararından caydırmak mümkün olmamıştı.

Kıtlık, açlık ve veba

1915 yılı sonunda Suriye’de zahire fiyatları aşırı arttı, bölgede büyük bir kıtlık yaşandı. Buna ertesi yıl veba salgını eklendi. Bütün bu felaketlerin üzerine Cemal Paşa’nın cepheye mühimmat sevkinde kullanılan trenlerin yakıt ihtiyacı için bölgedeki sedir ormanlarını katletmesi, ordunun hayvan ve yiyecek ihtiyacını karşılamak için halkın elindekilere geçersiz Osmanlı banknotları vererek el koyması eklenince Osmanlı idaresi ile bölge halkı arasındaki bağlar kopma noktasına geldi.

Bunlar olurken, Cemal Paşa’nın emriyle 1915 yılının son günlerinden başlayarak 1916 yılının nisan ayına kadar Suriye ve Lübnan’da bir dizi tutuklama yapıldı. Suçlama devlete ihanet etmek, Fransa ve İngiltere’nin himayesinde bir Arap devleti kurmak ve Osmanlı halifeliğinin yerine bir Arap halifeliği tesis etmekti. Suriye’nin Aliye kasabasında kurulan mahkemede 200 kadar kişi yargılanmış ancak sadece üç kişi idama mahkûm edilmişti. Diğerlerine gıyaben idam, kalebentlik, kürek gibi cezalar verilmişti. Cemal Paşa kararı beğenmedi ve kendini mahkeme yerine koyarak geri kalan 23 kişinin de idam edilmesine karar verdi. İddialara göre, Mahkeme Başkanı Şükrü Bey, Cemal Paşa’nın idam cezası verirken dayandığı belgelerin eski tarihli (1913 yılına ait) olduğunu hatırlattığında Cemal Paşa “tarih kafanda paralansın” diye bağırmıştı.

İnfazlar 6 Mayıs 1916’da gerçekleştirildi. Yedi kişi Şam’da, 14 kişi de Beyrut’ta idam edildi. (6 Mayıs bugün bile Suriye ve Lübnan’da ‘Şehitler Günü’dür.) Özetle Cemal Paşa’nın Suriye ve Lübnan’daki “gaddarane idaresi’ ve özellikle idamlar Arap milliyetçiliğinde bir dönüm noktası oldu. İdamlardan 1,5 ay kadar sonra Mekke Şerifi Hüseyin’in kendi adına çıkardığı bir fetva ile başlayan sözde ‘Arap İsyanı’, Türk tarih yazımında “Arapların Türkleri arkadan hançerlemesi” olarak anılıyor. Bu isyanın arka planına bakmayı bir başka zamana bırakıp şimdilik noktayı koyalım...

Hazinede para yok, Suriye’ye yatırım çok

Cemal Paşa, Suriye ve Lübnan’da bölgede önemli imar ve eğitim faaliyetleri de yürüttü. İmar faaliyetlerin önemli bir bölümü, İngilizlere karşı yürütmeyi planladığı Kanal Harekâtı’na hizmet edecek karayolu ve demiryolu inşaatı idi. Bu kapsamda 650 kilometre yeni yol yapıldı, 450 kilometre eski yol tamir edildi. Yollar üzerinde son derece gösterişli menziller oluşturuldu. Örneğin Sina Çölü’nün başlangıç noktası kabul edilen Birüşşeba’daki menzil noktasında binalar, bahçeler, ormancıklar, un fabrikaları, ‘ziraat tecrübe sahaları’, hatta elektrik üretme tesisleri bulunuyordu. Enver Paşa, 1916 yılında bölgeye yaptığı teftiş seyahatinde, bu yoldan geçerken “Çölün bu kadar değişeceğine hiç ihtimal vermezdim!” demişti. Cemal Paşa ayrıca 500 kilometre yeni demiryolu inşa ettirdi ve Yafa-Kudüs hattını Hicaz Demiryolu’na bağladı.

İsviçreli şehir planlamacısı

Paşa’nın askerî amaçlı olmayan imar faaliyetleri de vardı. İsviçreli şehir planlamacısı Zürcher’in, IV. Ordu mıntıkasında kalan şehirlerde hayata geçirdiği projelerinden bazıları şunlardı:

1) Kudüs’te; Mescid-i Aksa’nın siluetini bozan unsurların kaldırılması, iç kalenin müze haline getirilmesi, bitişiğindeki arsaya hükümet dairesi ve küçük bir saray yapılması ve şehrin havasını bozan Bereke deresinin kurutulması;

2) Şam’da iç kalenin tanzim edilmesi, parklar yapılması, yeni bulvarlar yanında, banka, hamam, otel ile adliye, posta-telgraf ve belediye gibi resmî dairelerin inşa edilmesi;

3) Beyrut’ta, limandan hükümet konağına uzanan görkemli bir merdiven, bir saray ve posta-telgraf binası inşa edilmesi;

4) Halep’te iç kalenin tamiratı, hükümet konağı ve posta-telgraf binasının inşası.

Cemal Paşa, ayrıca Şam’daki Emeviyye ve Selimiye camilerinin; Süleymaniye İmaret ve Tekkesi’nin, Selahaddin Eyyubî Türbesi’nin restorasyonu için de girişimlerde bulundu, bölgedeki tarihi eserlerin bir envanterini çıkarmaya çalıştı.

Halide Edip’in eğitim hamlesi

Cemal Paşa, 1916 yazından itibaren Halide Edip (Adıvar) Hanım’la birlikte Suriye ve Lübnan’da bir dizi okul açtı. Beyrut’taki Darü’l Nasırat adlı yatılı kız mektebi ve muallim (öğretmen) mektebi, Beyrut, Şam ve Lübnan’ın değişik yerlerindeki yatılı ve normal kız ilkokulları, Beyrut’ta üç-dört bin kız ve kadının devam ettiği sanayi mektepleri ile Suriye’deki Tanail Ziraat Mektebi) ilk akla gelenler. Ancak, bu eğitim hamlesi, 4 Mart 1917’de Halide Edip’in, 12 Aralık 1917’de Cemal Paşa’nın Suriye’den ayrılması nedeniyle yarıda kaldı.

Cemal Paşa’nın devletin meteliğe kurşun attığı bir dönemde, üstelik savaş koşullarında, Kanal seferlerinde başarısız olduğu halde, devletin ve ordunun tüm imkânlarını kullanarak giriştiği imar faaliyeti hakkında Falih Rıfkı’nın yargısı şu olmuştu: “İhtisası onun kadar iyi kullanan ve verimleştiren devlet adamına pek az rast geldim. Yazık ki bütün eseri, şimdi bizim olmayan topraklar üstünde kaybolup gitmiştir.”

Halide Edip’in yönettiği eğitim faaliyetleri ise Yahya Kemal’in kaleminden şöyle nitelenmişti: “Anadolu bomboş dururken, yalnız Cemal Paşa’nın muvakkat (geçici) bir hükümranlığını tezyin etmek (süslemek) için, bizi ve lisanımızı pek özlemeyen Suriye’de bir maarif hezeyanı (taşkınlığı) bahusus (özellikle) o felaketler arasında birçok insanı acı acı gülümsetiyordu...”

‘Cemal Paşa’nın Sultanlığı’ meselesi

Cemal Paşa’nın Suriye ve Lübnan’da adeta bağımsızlığını ilan etmiş gibi davranması, gösteriş düşkünlüğü, İTC’nin lider kadrolarıyla yaşadığı sorunlar İtilaf Devletleri’nin (Fransa, Britanya ve Rusya) dikkatinden kaçmamıştı. Örneğin 27 Kasım 1915 tarihli L’llustration dergisinde Atina kaynaklı haberlere dayanılarak Cemal Paşa’nın İstanbul’a karşı bir isyan hazırlığında olduğu iddia ediliyordu. Bu üç ülke yetkilileri arasındaki yazışmalardan anlaşıldığına göre, İstanbul’daki bazı Ermeniler Cemal Paşa’nın Almanlara olan antipatisinden ve Ermeni Tehciri sırasındaki olumlu tavırlarından cesaret alarak Rusya’daki Ermeni cemaati aracılığıyla Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bir öneride bulunmuşlardı.

Sazanov’un mektubu

Önerinin ne olduğunu 25 Aralık 1915 tarihinde, Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov’un İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerine yazdığı telgraftan öğrenelim:

“İstanbul Ermeni çevrelerinden bildiriliyor ki, güya eğer devletler [İtilaf Devletleri] kendisine aşağıdaki şartları teklif edecek olursa, Cemal’i İstanbul Hükümeti aleyhine açık bir ayaklanmaya meylettirmek için ümit vardır.

1) Bir sultanın başkanlığı altında Suriye, Filistin, Irak, Arabistan, Kilikya ile Ermenistan ve Kürdistan özerk eyaletlerinden oluşacak Türkiye Asya’sının [Anadolu] dokunulmazlığını ve bağımsızlığını devletler garanti edecekler.

2) Babadan büyük oğla veraset suretiyle geçmek üzere Sultan olarak Cemal Paşa ilan edilecek.

3) Cemal Paşa, İstanbul Hükümeti’ni ve Sultan’ı Almanların elinde esir ve daha sonra da ilga edilmiş sayarak bunlar aleyhine sefer açmayı taahhüt edecek.

4) Cemal Paşa’nın İstanbul üzerine sefer açması halinde devletler onu silah, erzak, teçhizat ve topçu ile teçhiz edecekler.

5) Savaşın sonunda devletler, Cemal’e mali yardımda bulunacaklar.

6) Cemal İstanbul’un ve Boğazların zayiine (kaybına) razı olacak.

7) Cemal şimdiden itibaren Ermenileri kurtarmak ve savaşın sonuna kadar onları beslemek için tedbirler almayı üstleniyor.”

Sazanov, Cemal Paşa’nın Sultanlığı’nın İtilaf Devletleri’ne ne faydası olacağını şu sözlerle açıklıyordu: “Her türlü iç karışıklıklar yalnız ve ancak Türklerin gücünü azaltır ve bize yarar. Dolayısıyla, bize sadık Ermeniler vasıtasıyla Cemal ile gizli görüşmelere girilmelidir. Cemal, Almanları kovmağa ve İstanbul Hükümeti’ni devirmeğe muvaffak olmasa dahi, Osmanlı İmparatorluğu’nda fesat ve karışıklık çıkarılması bile bizim için faydasız değildir.”

“Bu kadar cesur değildir”

Cemal Paşa’nın böyle bir plandan haberi olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak tarihçi Frank Weber’e göre İngiliz arşivlerinde Cemal Paşa’nın Ermenilere özerklik vermeye razı olduğuna dair belgeler var. Cemal Paşa ve İzmir Valisi Rahmi Bey, İttihatçılar arasında gayrımüslimlere nispeten yumuşak davranan şahıslardı. Nitekim Cemal Paşa 1915 Ermeni Tehciri sırasında Şam’da Ermeni yetimlerini korumaya almış, Ermenilere karşı suikast hazırladıkları iddiasıyla iki İttihatçıyı idam ettirmişti. Dolayısıyla hayalindeki Mısır Krallığı’nın kapısını açmak için Ermeniler aracılığıyla Rusları kullanmak istemiş olabilir. Paşa’nın Emir Subayı Falih Rıfkı’ya göre ise Cemal Paşa, Ermenilerin Suriye’de siyasal ve sosyal açıdan herhangi sakınca doğurmayacağını, aksine, Arap milliyetçiliğine karşı güçlü bir tampon olacağını düşünüyordu, ancak böyle cüretkâr bir plana evet diyecek çapta biri değildi.

Elbette bu sultanlık meselesinin İTC liderleri arasındaki çatışmaları abartan Ermeni çevrelerinin fantezisi olması daha büyük ihtimal. Ancak hangi ihtimal söz konusu olursa olsun, Sazanov’un önerisi kabul görmemiş, konu daha o günlerde kapanmıştı

ÖZET KAYNAKÇA: Nevzat Artuç, Cemal Paşa, Askeri ve Siyasi Hayatı, TTK Yayınları, 2008; Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı İmparatorluğu’nda Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve (1908-1918), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998; Cemal Paşa, Hatıralar, (Yayına Hazırlayan: Alpay Kabacalı), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006; Ali Fuat Erden, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıratı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003; Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, 1981; Ali Güler, “Cemal Paşa ve Ona Atfedilen Bir Ermeni-Rus Projesi”, Askeri Tarih Bülteni, S. 45, 1998, s. 9-23; Frank G. Weber, Eagles On The Crescent Germany, Austria And The Diplomacy ofTurkish Alilance (1914-1918), New York, 1970.

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum