1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. Cahiliye pisliğinden arınmak
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

Cahiliye pisliğinden arınmak

14 Mayıs 2022 Cumartesi 13:21A+A-

Azgın bir hal almış görünen ve muhacir düşmanlığını içeren ırkçı tezvirat uzun zamandır gündemimizde. Yaşadığımız ülke ve muhatap olduğumuz toplum adına zaman zaman insanı bunaltan, ümitsizliğe sevk eden bir boyutta kirli, can sıkıcı bir atmosferi soluyoruz.

İslami değerlerle, esaslarla taban tabana zıtlık oluşturan bu durum aslında insani açıdan da tam manasıyla bir felaket hali teşkil ediyor. İnsanlık adına üzülmeyi, utanmayı gerektiren bu manzara bir kere daha sorumluluğumuzu hatırlatırken, aynı zamanda bize sahip olduğumuz İslami kimliğimizin değerini, ayrıcalığını hissettiriyor. Rabbimizin hidayet nimetiyle hayata bakmanın ne büyük bir lütuf, ne muhteşem bir farklılık olduğunu hissettiriyor.

İşte bu hal sıradanlaşmanın, sürüleşmenin, esfeli safiline sürüklenmenin ne kadar basit ve ucuz bir güzergah olduğunu; buna karşın olgunluk, ahlakilik, idrak ve insanlık gibi yetilerinse ancak Rabbu’l-Alemin’e kul olma bilinciyle mümkün olabileceğini daha net biçimde kavramamızı kolaylaştırıyor. Bizi sürüleşmekten kurtarıp hidayet nimetiyle buluşturan Rabbimize hamd olsun!

Kimlik Karmaşası Yaşayan Yığınlar

Gördüğümüz manzarayı öncelikle bir kimlik tartışması şeklinde değerlendirmek zorundayız. Geniş kesimler açısından tam bir keşmekeş hali söz konusu. İman ettiğini söyleyen, İslamilik iddiasını da terk etmeyen ama İslam’ın savaş açtığı cahiliyeye boğulmuş geniş bir küme var.

Bu kesimler açısından durum tam bir çelişki yumağı. Ulusçu-milliyetçi kirlilik ve onun beslediği cahili duygular pek çok insanın zihnini, kalbini örtmüş durumda. Bu insanların sürekli biçimde uyarılmaya, içine düştükleri akidevi ve ameli çelişkiler denizinden çekip kurtarılmaya ihtiyaçları var.

Cahiliye Çukurunun Gönüllü Müdavimleri

Buna karşın bazı kesimler açısından ise durum zulmü ve ahlaksızlığı kimlik edinme anlamında bir kararlılık haline işaret ediyor. Onlar açık biçimde zulmü yol edinmişler. Türkçülüğü, Türk milliyetçiliğini, Türk ırkçılığını hayat tarzı bellemişler. Bununla çelişen, buna aykırı gördükleri her türlü gelişmeye, düşünceye, çağrıya karşı düşmanca bir tutum sergiliyor; içine yuvarlandıkları cahiliye çukurunu giderek daha derinleştiriyorlar.

Yaşadığımız kavga en özet manada “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganını kendileri için bir hayat tarzı, bir düşünme biçimi, bir din olarak benimsemiş olanlarla kimliğini, aidiyetini “Elhamdulillah Müslümanım” şiarıyla ifade edenlerin kavgasıdır, mücadelesidir. Ve bu kavga kıyamete kadar sürecektir.

İbni Ömer’in naklettiğine göre Resulullah (s) Mekke’nin Fethi günü insanlara hutbe irad etmiş ve şunları söylemişti: “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr; bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem"in çocuklarıdır. Ve Allah Âdem"i topraktan yaratmıştır...” (Tırmizi, Tefsirul Kuran; Ebu Davud, Edeb)

Türklük özelinde doğal bir kimliği, Kürtlük gibi, Araplık gibi, başka etnik kimlikler gibi fıtri bir aidiyeti, bir dünya görüşüne, ideolojik/akidevi bir kimliğe dönüştürmenin kaçınılmaz sonuçlarını yaşıyoruz. Bu bakış açısı “biz” tanımını cahili bir zemine oturtuyor. 

Vahy temelinde Rabbu’l-Alemin’in rızasına uygun bir aidiyet yerine asla kendisinin seçmediği, herhangi bir şekilde tercih imkanına sahip olmadığı, verili bir kimliği, üstelik de tamamen hayali-kurgusal bir düzlemde geliştirilmiş, milliyetçilik adlı cahiliye asabiyesine dönüştürülmüş bir aidiyeti kendisine kimlik olarak, hayat tarzı olarak belirliyor.

Buna bağlı olarak, Allah’ın dinini kendince yorumluyor; tarihi yeniden yazıyor; toplumu, ahlakı, mantığı buna göre yeniden inşa ediyor. Vahyden uzaklaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak adaleti terk ediyor.

‘Biz’ Kimiz?

Korkunç bir tercihle, zalimane bir tutumla ‘biz’den gördüklerini tüm günahlarıyla, zulüm ve ifsatlarıyla kucaklarken, ‘biz’den saymadıklarına karşı ise her türlü haksızlığı, ayrımcılığı, düşmanlığı mübah görüyor. İşte sorun bu cahili zihniyetin sapkın “biz” tanımıyla başlıyor ve derinleşiyor.

Sonrasında ortaya çıkan haksızlıklar, tutarsızlıklar, saçmalık derecesine varan akıl, izan dışı iddialar, tezler hep bu batıl ‘biz’ tanımının doğurduğu sapkınlıklardır. Bu düzelmediği müddetçe bundan neşet eden sapkınlıkların, yanlışların düzelmesi mümkün olamaz. Bu hastalıklı, sapkın anlayış hiç durmadan şeytana ve şeytanın yoluna çağıracak; zulüm ve fesat işleyecek; bir cahiliye pisliği olan ırkla, kanla, atalarla övünmeyi sürdürecektir.

Allah azze ve cellenin kesin haram kıldığı, Resulullah’ın (s) kokuşmuşluk olarak niteleyip terk edilmesini emrettiği cahili asabiyeye saplanmışların düştükleri bu bataklıktan çıkmalarının zorluğu açıktır. Birtakım şeytan işi kurguları, düşünce ve tavır bozukluklarına yol açan cahili önyargıları tümüyle bir kenara bırakıp vahye samimi bir kalple teslim olmadıkça bu çukurdan çıkılmaz.

Bilakis yaygın ifsad ortamının ve araçlarının da iteklemesiyle daha diplere düşme, sürüklenme hali artarak devam eder. Ne yazık ki bu Kemalist eğitim sistemi, bu tüketme üzerine kurulmuş modern hayat tarzı, teknolojik gelişmelerle hayatı kolaylaştırdığı düşünülürken insanı esir alan iletim araçlarının yaydığı kirlilik cahiliye çukurunu giderek genişletmekte ve derinleştirmektedir.

Cahiliyye Kirinden Sıçrayanlar

Tam bu noktada belki de asıl üzerinde durmamız husus Allah Teala’ya kulluk gayreti içinde gözüktükleri halde bu cahili atmosferin kirlerini taşıyan kesimlerin, kitlelerin halidir. Asıl garip olan, şaşırtıcı olan bunların durumudur.

Rabbu’l Alemin “Allah’a çağırmayı, salih amel işlemeyi ve Müslümanlardan olmayı’ emrederken, sarih biçimde bundan daha güzel, daha hayırlı bir aidiyet olmayacağını (Fussilet, 33) bildirirken, bu insanlar zihni ve kalbi bir kirlenmişlik içinde vatan, millet, ırk putlarını yüceltmekte, İslami esaslarla bağdaşmayan projeler, politikalar önermekte ve İslam milleti haricinde bir ‘biz’ tanımına yönelebilmektedirler.

Bu tutum tam da Resulullah’ın (s) “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir” (Ebu Davud, Edeb) buyruğunda belirtilen cahiliye tutumu değil midir?

Örtük Milliyetçilik - Mahcup Irkçılık

Ne yazık ki cahiliye asabiyesine karşı çıkması gereken kesimler arasında da çelişik, zaaflı tutum alışlar belirginlik kazanmaktadır. Hatta kendilerini ‘dindar’ şeklinde tanımlayan çevreler arasında dahi büyük ölçüde kabartılan ırkçı-milliyetçi propagandaya yenik düşerek, kısmen de muhalefeti yatıştırma kaygısıyla Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesi söylemi yaygın biçimde dillendirilmektedir. Irkçı sapıkların doğrudan ölüme, işkenceye, sefalete yollamaya çalışmalarına karşın bu kesimdekiler geri göndermeyi şartların iyileştirilmesine, barınma ve geçim şartlarının düzeltilmesine bağlı olarak gündemleştirmektedir.

Tamam da “neden gönderiliyorlar” diye sorulmamakta, 10 yıldır burada iç içe yaşadığımız insanlar hakkında “artık sizi istemiyoruz” anlamına gelecek bir tutumun çirkinliği hesaba katılmamaktadır. Burada da Allah’ın arzını kendi mülkleriymiş gibi görme yanlışı devrededir.

Bu ülkeyi, bu beldeyi havasıyla, suyuyla, toprağıyla her şeyden önce Rabbu’l Alemin’in bir emaneti olarak görmek yerine aralarında vatandaşlık bağı bulunan ya da ulus adı verilen cahili aidiyet temelinde tanımlanmış bir topluluğun söz sahibi olduğu bir mülk olarak görmenin İslami ilkeler nezdinde karşılığı nedir?

Nasıl oluyor da kendilerini dindar olarak tanımlayan insanlar müfsit bir hayat yaşayan komşularını, mahallelilerini, hemşerilerini birlikte yaşamaya layık ama muttaki bir hayat yaşayan Halepli, Hamalı, Şamlı kardeşlerini bu ülkeden gitmeleri gereken insanlar olarak görebiliyorlar, bu cahili bir tutum değil midir?

Bu yaklaşım tarzı İslami esaslarla hiçbir şekilde bağdaşmamakla birlikte, insani, hukuki, ekonomik açılardan da tutarsızdır. Yıllardır burada yaşamış, bir düzen kurmuş, çocukları burada eğitim almış insanların, güvenlik ve barınma sorunları halledilse bile belirsizliğe gitmelerini istemek insani değildir.

Ayrıca da bu talep ülkenin ekonomik işleyişi, üretim ve istihdam politikaları açısından da mantıksızdır. Hiçbir şekilde rasyonel bir yaklaşım değildir, gerçekçilikten uzaktır. Popülist bir nefret dalgasının ardına takılıp sürüklenmektir.

Mamafih tekrar etmek gerekirse bizim açımızdan üzerinde öncelikle düşünülmesi gereken husus bu ülkenin, bu beldenin neden kardeşlerimizi de rahatlıkla barındırabilecek bir mekan, Rabbimizin hepimize bir emaneti olarak görülmediğidir. İşte bu tutum cahiliye asabiyesinin izlerini taşımaktadır.

Muhacirlerle Beraber Hepimiz İmtihan Ediliyoruz!

Yaşanan hadiseler, yalan ve iftira denizi, zalimlik, gaddarlık, anlayışsızlık ve ahmaklık canımızı sıksa da ısrarla, inatla kardeşlik hukukunun gerektirdiği çabayı, gayreti, sorumluluğu üstlenmek zorundayız. Şunu bilelim ki mağdur ve mazlum kardeşlerimiz, “onların yerinde olsak biz onlardan ne bekliyor olurduk” ise, işte bizden onu bekliyorlar.

Öyleyse gayretlerimizi artırmalı, sahiplenme düzeyimizi genişletmeliyiz. Cahiliye asabiyesinin ürettiği, yaydığı kirliliklere karşı her fırsatta sesimizi, itirazımızı, uyarımızı yükseltmeli ve sadece ırkçılık şeklindeki açık sapkınlık biçimiyle değil, milliyetçilik, ulusçuluk denilen cahili yönelimlerin de tümüne tavır almalıyız.

Yaşadığımız süreçte muhacirleri savunmak insanlığı, adaleti, vicdanı savunmak manasına gelmektedir. Muhacir düşmanlarının tezlerine, iddialarına, ortalığa saçtıkları yalanlara karşı mücadele etmek düşmanlıklarına tavır almak kimliğimizi, İslami ilkelerimizi ve cahiliye karanlığına karşı hakkı savunmak demektir.

Bu sorumluluk ihtiyari değil, mecburidir. Farzı kifaye değil, farzı ayn mesabesinde bir vazifedir. Mümin olmanın bir gereğidir.

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum