1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Buğz zamanı
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Buğz zamanı

14 Ocak 2012 Cumartesi 13:26A+A-

Hrant Dink’i öldürdüklerinden beri tam beş yıl geçti!

Vicdanlarımız aralıksız olarak kanıyor... Hrant’ı katleden derin şebeke, içinden sadece üç tane tetikçiyi feda ederek, mahkemeyi sonlandırma operasyonuna son noktayı koyacak muhtemelen...

Bu memlekette haksızlıklar ve adaletsizlik hiç bitmedi... Her dönem farklı derecelerde de olsa, türlü çeşitli baskı, zulüm, cinayet, işkence ve aşağılamaya tanıklık etti.

Çocukların oynadığı tarzdaki oyunlara benzer bir şekilde gözlerinizi kapatın ve parmağınızı rastgele “Türkiye tarihi” adlı bir kronolojik oyun tahtasına koyun... Iskalamazsınız; her halükârda boş çıkmaz... Parmağınızı koyduğunuz tarihten sayısız insanlık suçu, acımasızlık, insansızlık, adaletsizlik ve insanın böğrüne oturan bir travma çıkar...

Geçen perşembe günü Taraf gazetesinde, 78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can, 12 Eylül işkencehanelerinde kendisinin maruz kaldığı ve aylarca süren işkenceleri, bir hemşireye günlerce süren tecavüzleri ve işkencede öldürülen iki ülkücü çocuğu anlatıyordu. Yani elinde silah, sopa, omzunda rütbe, ruhunda resmiyet ve devlet olan birilerinin “solcu”, “sağcı”, kadın, erkek ayırmadan yaptıkları “yok etme” faaliyetleriydi bunlar... (Sadece “faaliyet” diyorum, çünkü vahametin derecesini anlatacak kelime gelmiyor aklıma...)

Bu faaliyetlerin öncesi de var, sonrası da...

Mesela... İşte aleni olarak, utanmazca yapılan işkenceleriyle, idamlarıyla meşhur 27 Mayıs, 12 Mart darbelerinin ve tabii ki darbelerin şahı 12 Eylül’ün yanında, 28 Şubat darbesi de psikolojik işkencenin en “başarılı” olduğu bir darbe oldu. Olağanüstü ama bir o kadar da sefil bir organizasyonla (Fadime Şahin, Aczmendiler, kasetler, “brifingler” vb.), medya ve yargının sağladığı koltuk değnekleriyle insanların hayatları karartıldı...

Aslında bu türden örnekleri uzatmaya hiç niyetim yok... derdim başka...


Nasıl bir sonuç yaratır bu bitmez tükenmez, bıktıran, sindiren faaliyetler? Faaliyetlere muhatap olan insanların gücüne, direnişine, zihinsel ve fiziksel kapasitesine göre değişir bu sonuçlar... Kimisi fiziksel ve ruhsal olarak çöker; kimisi intikam duygusuyla yanıp tutuşur, ama elinden pek bir şey gelmez; kimisi de çok ender olarak intikamını alır... Bizzat işkencecisini otobüste sıkıştırıp, öldürerek intikamını alır ya da yıllar sonrasında o işkenceciyi gördüğü zaman öyle bir laf eder ki, işkenceci ezilir, büzülür, küçük bir böceğe dönüşür...

Derdim başka... Herkesin bildiği bu hikâyeler neden hak ettiği haykırışlarla, çığlık çığlığa konuşulmaz? Genel olarak, büyük çoğunluğu düşündüğümüz zaman, neden susulur?


Öyle bir şey ki bu, “devlet öldürür”; devlet Dersim’de öldürür, darbelerde öldürür, darbeleri hazırlamak için hazırladığı provokasyonlarda öldürür, faili meçhullerle öldürür, Uludere’de öldürür ama “devlet adam öldürüyor” diyemezsiniz, dedirtemezsiniz.

Öyle bir ezber ki bu, korku ve güvensizlikle eşleşerek, üzerimize siner. Başta devlete bulaşanlar olmak üzere, hepimiz biliriz devletin öldürdüğünü; ama üzerimize sinen o koku ve korkunun altına saklarız bu bilgimizi...


Saklanan bilgi ne olur peki sonra?

Ne olacak? Büyük ihtimalle saklanan bilginin kaynağı bile unutulabilir, ama yarattığı travma, öfke, gerilim insanların içinde büyür, nesillerden nesillere aktarılarak, başkalaşarak ur gibi toplumu kemirir. Ve hiç hesap edilmeyen bir yerden, bambaşka biçimler altında fışkırır bir gün... İşte o zaman yönetici sınıflar, seçkinler, iktidar sahipleri “eğitim şart”, “aileyi korumalıyız”, “laiklik elden gidiyor”, “teröristlere aman vermeyeceğiz”, “yabancı güçler bizi bölmeye, zayıflatmaya çalışıyor” türünden ve her biri birbirinden sakil gerekçe ve politikalarla, deli danalar gibi sağa sola ahkâm keserler.


Ama o saklanan bilgi, bir gün, o yöneticileri en sağlam olduklarını düşündükleri bir zamanda devirir...

Hrant’ın mahkemesi de, muhtemel ki, sessizliğe itilecek. Ama çağlar boyunca sessizliğe direnenler hiç yok olmadı...

Ve biz, önce önümüzdeki 17 ocak salı günü muhtemelen son mahkeme günü gene “Hrant için adalet” diye ses vereceğiz ve 19 ocak perşembe günü de saat 13:00’te Taksim Meydanı’nda toplanıp AGOS gazetesinin önüne yürüyeceğiz.

Slogansız, örgütsel etiketleri olmayan, sessiz bir çığlık bu. Sadece “Hrant için – Adalet için”, yurttaşlık, demokratlık görevi olarak, ama her şeyden önce vicdanlarımızı yaşatabilmek ve insan olduğumuzu hatırlamak ve hatırlatmak için yapacağız bunu... Bu çağrıyı duyan vicdan sahipleriyle birlikte...


Hz. Muhammed’in hadiste söylediği gibi, “Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğzedin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.

İmanımızın en zayıf derecesine iniyoruz belki... Elimiz zaten hiç yetmedi, dilimiz de yetmiyor belki ama bu memleketin insanlarının genellikle hep yaptıkları gibi, buğzedeceğiz; kalbimizden silmeyeceğiz ve beş değil 95 yıl da geçse, bu buğz “Hepimiz Hrantız!” diye yankılanmaya devam edecek...

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT