1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Böyle araştırma mı olur?
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Böyle araştırma mı olur?

22 Aralık 2008 Pazartesi 03:26A+A-
Açık söylemek zorundayım ki bugüne kadar böyle bir vahim araştırma görmedim. Sapır sapır dökülüyor. Hemen her satırında önyargının izlerini taşıyor.

Mübalağa etmiyorum; Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan araştırmayı okuyan herkes, 'bu çalışma uzayda yapılmış olmalı' sonucuna varacaktır. Çünkü ortaya atılan tezlerden çok büyük bir kısmı Türkiye'deki sosyal gerçekleri yansıtmıyor. Hatta apaçık gerçekleri bile tahrif ediyor. İlmî bir araştırmaya yakışmayacak kadar sathî ve laubali duran bu 'araştırma'nın bazı önemli isimlerle zikredilmesine hayret ettim. Sanırım yeteri kadar inceleme fırsatı bulamamışlar...

265'i erkek, 136'sı kadın olmak üzere toplam 401 kişiyle yapılan incelemede Anadolu'da 'mahalle baskısı' olduğu sonucuna varılmış. Araştırma, 'mahalle baskısı'na maruz kaldığı düşünülen bazı çevrelerle yapılmış. Olabilir. Ancak buradan çıkacak sonuca dikkat etmek gerekir. Araştırma nerede yapılmış? CHP il örgütleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Pir Sultan Abdal Dernekleri, Hacı Bektaş Veli Dernekleri, Cem Vakfı, yerel medya kuruluşları, üniversiteler, öğrenci kulüpleri, kadın kuruluşları, ticaret ve sanayi odaları, hastaneler ve tabip odaları... Bu listede yer alan bazı kuruluşların marjinal duruşları herkesin malumu. Bu kuruluşlarda araştırma yapılmasında sorun yok; ama buradan çıkan sonucu bir genelgeçer Türkiye gerçeği gibi sunmak hatalı.

Eğer bir zümreye münhasır bir inceleme yapıyorsanız ve bunlardan bir kısmında ideolojik şartlanmışlık söz konusuysa, çıkan sonucun bilimsel bir veri olmaktan daha ziyade bir algı incelemesi olduğunu söylemeniz gerekir. Dar bir dünya görüşüne yönelik çalışmayı 'işte Türkiye gerçeği' tonunda sunarsanız hem güvenilirliğiniz sarsılır; hem de gerçeği tahrif etmiş olursunuz. Algıya dair veriler de önemlidir; ancak bütün Türkiye'yi anlatan fotoğraf değildir...

Elinizi vicdanınıza koyun ve şu cümleleri okuyun: "Gittiğimiz Anadolu kentlerinde uzun saçlı ya da küpeli erkek öğrencilerden 'Atatürkçü' ya da 'solcu' gençlere, Kürt kökenlilerden Alevi öğrencilere kadar farklı kimliklere karşı uygulanan baskı ve sindirme gerçekten kaygı vericiydi" BASKI VE SİNDİRME! Bu mudur Anadolu manzarası?

'Makrube' adında anlaşılamayan bir yemek!

Kayseri'de bir türkü evinde görüşülen uzun saçlı bir erkek öğrenci saçlarını göstermemek için bere taktığını söylemiş. Trabzon'da bir kız öğrenci ev aramış da ev sahibi 'başın kapalıysa gel' demiş. Erzurum'da yurtta kalan 'solcu öğrenciler'in her yaptıkları izleniyormuş, dinledikleri müzik, okudukları kitap ve gazete yüzünden baskıya maruz kalıyorlarmış... Kayseri, Trabzon, Erzurum.. Bu araştırmayı yapanlar hiç mi sokağa çıkmadı? Kayseri dışına çıkar çıkmaz kadınlar başlarını açıyormuş. Kayseri'ye İran muamelesi yaparsanız biri de çıkıp sizi sokağa davet eder; oradaki başı açıklar karşısında apışıp kalırsınız. Galiba araştırmacılar yukarıda ismi geçen bazı kuruluşlara süzülüp gitmiş, oradaki hipnoza kapılıp kalmışlar.

Dahası var. 'Ramazan ayında devlet hastanesinin kantini basılmış, yemek yiyenlere müdahale edilmiş.' Ne zaman olmuş bu hadise bilemiyoruz ama dinimize göre böyle bir müdahalenin günah olduğunu bilmemek için zır cahil olmak lazım. Böyle bir şey olsa bile buna herkesten önce dindar insanlar ve Diyanet karşı çıkardı. Daha da korkuncu var. Pir Sultan Abdal Derneği üyesi bir kişi demiş ki "Birçok Alevi sana kimliğini söyleyemez, sorsan bile 'ne Alevi'yim ne Sünni'yim' der, böylesine bir sindirilmişlik var." Bu kadarla da yetinmiyor Pir Sultan Abdal Derneği üyesi, iddiasına devam ediyor ve 'komşularından çekindikleri için çocuklarının adını değiştirip Hasan, Hüseyin, Ali yerine Orkun gibi isimler vermeye başladıklarını' söylüyor. İnceleme yapan arkadaşlar kusura bakmasın ama şu söylenenler yalanın daniskası. Bu çarpıtmaya ancak acı bir tebessümle karşılık verilir. Çünkü Hasan da, Hüseyin de, Ali de, Haydar da, Cafer de, Tayyar da vs. sadece Alevi değil; Sünni vatandaşlarımızın da severek çocuklarına verdiği isimlerdir. Etrafınıza bakın; bakanlar, milletvekilleri, sanatçılar, gazeteciler vs. arasında bu mübarek ve mübeccel isimleri göreceksiniz. Akla hayale sığmayacak çarpıtmalar bunlar. Güya Erzurum'da Alevi bir hanım demiş ki: "Sırf isimleri Haydar olduğu için ticarette sıkıntı çekenler var." İnsaf be kardeşim! Sünnilerin de hayran olduğu bir isimdir Haydar; bunu bilmeyen Anadolu'yu nasıl bilir? Güya Anadolu'da Alevi vatandaşlarımız cuma namazına gitme konusunda baskı görüyormuş. Bazısı korkusundan cumaya gidiyormuş. Sanırsınız ki bütün Sünni vatandaşlar cumaya gidiyor da gitmeyenlere de baskı yapıyor. Bu iddiayı test etmek için cuma namazı vakti sokağa çıkmak yeterli. Göreceksiniz ki binlerce insan sokakta. Bu ülkede kim, kime, ne hakla karışabilir, Allah ile kulu arasına kim girebilir?

Bahsi geçen inceleme o kadar bariz hatalarla harakiri yapmış ki! Neresini düzelteceksin; bariz bilgi hataları var. Bu yüzden ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu, "Bu araştırmayı Türkiye İstatistik Kurumu'na verseniz kaale bile almaz." diyor. Doğru. Görünen o ki marjinal denekler bulmak için özel bir gayret sarf edilmiş ve çalışma bilimsel olma vasfını yitirmiş. Bu incelemede ifade edilen bazı düşüncelere sade bir Alevi vatandaşın iştirak etmesi, sıradan bir solcunun 'evet' demesi, ideolojik şartlanmışlık içinde olmayan bir Kürt'ün söylenenleri içine sindirmesi mümkün değil. Denek seçimi yanlış. Şu anlatılana bakın lütfen. Güya bir öğrenci, üniversitesindeki hocasıyla atışmış da hocayı itince 'Bana dokundun, orucum kaçtı' demiş. Güler misin, ağlar mısın! Azıcık dinî bilgisi olan bir kişiye sorun; kahkahalar işitmezseniz bu araştırmayı ciddiye alın derim. Orucum kaçtı diye bir şey olur mu Allah aşkına? Böyle bir tabir de yok dinde, böyle bir hüküm de...

Araştırmacıların hayretle karşıladığı bir konu da cemaat gerçeğiymiş. İddia o ki 'Cemaatin büyük kentlerdeki kanaat önderleri ve medya kurumları tarafından benimsenen 'demokrat ve ılımlı' tavrı, tabanda yerini taşralı muhafazakâr, baskıcı ve ayrımcı kişiliklere bırakıyor gözükmekte.' Bunu destekleyecek nasıl bir gerekçe bulunduğunu şu çarpıcı (!) analizden siz çıkarın lütfen. 'Cemaat evleri'nde bir yemek yapılıyormuş, adına makrube deniyormuş. Bu kelimenin peşine düşmüş araştırmacılar;)) Sözlüklere bakılmış, Türk Dil Kurumu'na sorulmuş... Yok. Makrube'yi kimse anlayamamış ve bunun üzerine cemaatin kendi dilini oluşturduğu sonucuna varılmış. Bu kadar vahim bir duruma düşmek bile bu araştırmanın ne kadar laubali olduğunu gözler önüne seriyor. Makrube diye bir yemek yok, o yemeğin adı maklube. Bir Arap yemeği. Eti ve patatesi kazanın altına yerleştirirler; tersine çevrildiğinde pirinç pilavı altta kalır etler üstte. Arapça 'çevrilen' manasında maklube denmiş; inkılap da aynı kökten gelir malum. Anadolu'nun, özellikle Arap mutfağını iyi bilen kentlerimizin, iyi bildiği bir yemekten söz ediyoruz. Maklubeyi makrube diye anlar, ilgili insanlara 'bu nedir' diye sormazsanız; hatta bir de kalkıp 'tesbihat' kelimesini de işin içine katarak 'bak demedik mi cemaat kendi dilini oluşturuyor' havasına girerseniz böyle gülünç durumlara düşersiniz. Tesbihat kelimesi için herhangi bir camiye gitseniz ve vatandaşa sorsanız yeterli bilgiyi alırdınız. Hatta hazır gitmişken tesbihat kelimesine gramatik olarak benzeyen tekbirat, tehlilat, tahmidat gibi sözcüklere de ulaşabilirdiniz...; o zaman size kimse 'Allah taksiratını affetsin' demezdi.

İşin en acı tarafı da şu: Hiçbir ilmî değeri olmayan ve tamamen marjinal önyargıları teyit etmek için çırpınan bu araştırmayı, ideolojik ve siyasi saplantılarına malzeme yapan köşe yazarlarının olması. Onlarca bariz hatayı görmek için uzman olmak gerekmiyor ki! Keşke hadiselere önyargılara esir düşecek kadar kin ve öfke ile yaklaşılmasa...


1908'i çözemeyen 2008'i hiç çözemez

Ergenekon davası başlarken bu gazetenin attığı çok önemli bir başlık var: Yüzyılın Davası. Çok hoş bir kader denk tarihtir bu. İttihat ve Terakki'yi anlamadan, yüz yıl öncesine kadar gidip anayasa tartışmalarını hatırlamadan, o günden bu güne asker-sivil ilişkilerini göz önüne getirmeden vs. bugünkü sorunları doğru analiz etmek mümkün değil. Bu nedenle gazeteniz, özellikle Yorum sayfamızda çok önemli makalelere ve yazı dizilerine yer verdi. Bu yazılar, meraklıları tarafından dikkatle okundu, saklandı, arşivlendi. Buna rağmen o güzel yazıların zayi olmaması gerekiyordu. İşte bu nedenle Zaman Kitap Genel yayın Yönetmeni Yusuf Çağlar, kollarını sıvadı ve dört önemli yazarın makalelerini bir kitapta topladı. Kanun-i Esasi'den Askerî Müdahaleye II. Meşrutiyet adlı eser kitapseverlerle buluştu. Şükrü Hanioğlu, Ahmet Turan Alkan, Herkül Millas ve Alev Alatlı'nın yazılarından hoş bir eser çıkaran Çağlar, kitabı kalıcı hale getiren nefis bir çalışma da koymuş ortaya. Sahaflardan büyük bir dikkat ve hassasiyetle topladığı arşiv vesikalarını da kitaba eklemiş. Çağlar, o kadar güzel bir arşiv dokümanı hazırlamış ki vesikalar sizi yazılar eşliğinde o günlere davet ediyor. Emeği geçen herkesi kutluyorum; güzel bir esere imza atılmış.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT