1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Beğenmeyen herkesi gönderdikten sonra
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Beğenmeyen herkesi gönderdikten sonra

14 Kasım 2008 Cuma 14:32A+A-

“Beğenmeyen gitsin” diyen başbakan, bir yandan da “savaşta tüm etnik gruplar aynı bayrak altındaydı” diyor. Bu tarz bir hatırlatma sıcak savaş öncesinde bir işimize yarıyor mu sahiden?

Bizleri, ancak hayatın en kanlı yüzünde biraraya gelmişliğimizle avutmaya çalışmak hiç de hakkaniyetli bir söylem değil. Düşman bizi yok etmeye çalışırken (tabii biz de düşmanı yok etmeye çalışırken) yani o en ölümcül ya da en hayati noktada iken:

Tüm etnik grupların aynı bayrak altında savaşmış olduğunun bilgisini daha önce hiç kullanmamışsak, o son saatte bu ne işimize yarayacak? Ancak kan dökülmekteyken mi etnik farklılıklarımızı unutacağız?

Kan ayrımcılığı yapmaktan ancak kan dökülürken mi vazgeçeceğiz? Dökülen kan mıdır tüm etnik grupları aynı bayrak altında birleştiren yegâne varoluş hakikatimiz?

Milli Savunma Bakanı ise etnik temizlik imalarında bulunurken, “Rumlar ve Ermeniler devam etseydi bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydik” diyor. Yani yine Rumlar ve Ermenilerin gönderilmesine (kurtuluş savaşımızın sonuçlarına) borçluymuşuz bugünkü ‘aydınlanmış nüfusumuz’un oluşturulmasını.

Herkes diğerini bir yere gönderdi durdu bu ülkede. Konjonktüre göre komünistler Moskova’ya, mollalar İran’a gönderildi. Başörtülüler Suudi Arabistan’a, demokrat ve liberaller emperyalist devletlere, son olarak da bazı Kürtler K. Irak’a gönderildi. Bunlar çoğunlukla sözle yapıldı.

Bir de eyleme geçirilen göndermeler var. Yunanistan’a mübadele ile gönderilen Rumların geri kalanlarını da yalan bir haber yüzünden evlerine ve mallarına saldırtıp yağmalatmak suretiyle, ağır vergilerle vesaire yolladık kendi topraklarından.

Ermeniler tehcir edildikten sonra kalan bir avuç Ermeni’ye de ülkeyi dar ettik. İftiralar attık, evlerini kurşunladık, kaldırımlarda vurdurduk. Kürtleri de evleri, hayvan ve tarlaları yakılmak suretiyle zorunlu göç ettirdik köylerinden.

Bir de yok sayılanlar oldu. Üniversitede okumak isteyen başörtülü genç kızları, zihin yapısını ve düşünce sistemini kendi dilinde geliştirip varlığını dönüştürmek isteyen Kürtleri veya kimliğini kendi tanımladığı gibi kabul ettirmek isteyen Alevileri bazen de oldukları yerde yok saydık. Sivas, Kahramanmaraş, Gazi de cabası.

Provokasyon dedik, ajitasyon dedik. Tabii bütün bu gönderme yöntemlerimizin kimlikler bazında gerçekleştiğini söylemek doğru olmaz. Delikanlıların yurtlarını daha çok sevmeleri için uçan sinekten paranoya kapıp herkesi düşman görmelerini sağladık.

Böyle yaparak kimi seçkinlerin, kimi zengin ve nüfuz sahibi kişi ve kurumların ilelebet bu memlekette hüküm sürmesi için çeşitli coşkuları ve hissiyatları kaşıdık, kamçıladık.

Ve nihayetinde sağdan ve soldan bir yığın tetikçi devşirdik. Bizim katilimiz en ‘milli’dir, bizimkisi ‘en yurtsever’dir diye rekabetlere bile girdik. Kimimiz sözlü, kimimiz fiili olarak birer terminatör olduk, varlığımızın sağlamasını başkalarını yok ederek yapmaya kalkıştık hep.

Bu yok etme yöntemine çelikten bir ideolojik zırh geçirdik ve rejimin bekası dedik. Yöntemimizi hakkaniyetten uzak bulup adalet isteyenleri ise hain ve düşman ilan ettik. Adalet için değil de devletin iktidarı için mücadele edenleri teşvik etti bu düşmanlık yalnızca.

Çünkü idealize ettiğimiz rejim, varoluş hakikatini ancak düşmanlar karşısında ayakta kalma maharetiyle ölçüyordu. Bu uğurda kendi tarihini bile yok sayarak.

İktidarı elde etme yöntemleri, adalet talep etme yöntemlerinden çok ama çok daha meşru oldu bu yüzden. Fakat ne olduğumuzun sağlamasını yapmaya bu da yetmedi. İlelebet sürdürülebilir bir sistem kurduğumuza nedense bir türlü ikna olmuyorduk.

Bu kez de “beğenmeyen gitsin” hükmüne soktuğumuz herkesi hakiki ve mecazi olarak misakı millinin dışına gönderirken geniş zamanlı bir replik bulduk: “Savaşta tüm etnik gruplar aynı bayrak altındaydı.”

Savaşın en basit gerçeklerinden biridir: Karşı çıktıklarınızla, beğenmeyip göndermek istediklerinizle aynı cephede savaşmak zorunda kalırsınız. Çünkü bir bakmışsınız ki son kertede, yani hayatınız söz konusu olduğunda sizi biraraya toplayan düşman:

Bir ideoloji, bir kimlik değil, bir oluşum ya da kurum değil net ve somut bir biçimde silahmış, tankmış, salkım bombası, insansız füzeymiş.

“Beğenmeyen gitsin” hükmündeki herkesi gönderdikten sonra ne olacak peki? Kendi varoluşumuza bir hakikat biçmek için bu kez yok etmemiz gereken sadece kendi varlığımız olmayacak mı? Sadece o değil mi geride kalan?

Aslında kendimizi yok ettiğimizi bize kim söyleyecek herkesi gönderdikten sonra?

TARAF

YAZIYA YORUM KAT