1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Başsavcının laiklik anlayışı ve Alevi Çalıştayı
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Başsavcının laiklik anlayışı ve Alevi Çalıştayı

08 Haziran 2009 Pazartesi 00:54A+A-

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yaptığı bir konuşmada sarf ettiği sözler bugün aslında başka bir konuda yazmayı zorlaştırıyor. Ama son yazımızda Prof. İzzettin Doğan'ın Alevilik Çalıştayı dolayısıyla söylediklerinin yol açtığı soruyu ortada bırakmamak gerekiyor. Yine de başsavcının sözleri ile Alevi Çalıştayı'nda ortaya konulan yeni ufuk arasındaki çelişkinin “garip ama Türkiye” manzarasını tamamladığını görerek ilerlememiz gerekiyor.

Başsavcı hükümetin ekonomiyi sürekli gündemde tutarak laikliği unutturmaya çalıştığını söylüyor. Tam bir “neresini düzeltsek” türünden “la havle” çektirecek bir söz aslında. Bu sözün çelişkilerini bulup eleştirmek yerine bu sözün bir yüksek yargı mensubu tarafından sarf edilebildiği bir ülkede yaşıyor olmaya yanmalıyız belki de.

Belli ki, başsavcı ekonominin ağırlıklı olarak gündemde olmasının bizatihi laikliğin fiilen yaşanmakta olmasının bir ifadesi olduğunu bile bilmiyor. Sürekli olarak hatırlanan, kendisine şükür, takdir ve takdis duyguları ifade edilen bir laikliğin çoktan Avrupa Ortaçağı'na özgü, katlanılması zor bir fetişe dönüşmüş olduğunu ise hiç görmüyor.

Aslında başsavcının ifadeleri tam da laikliğin uzun süredir Türkiye'de oynadığı rolün bir itirafı gibidir. Bu laiklik anlayışı doğru dürüst işleyecek bir laikliğin kendisine karşı toplumu koruması gereken bir “Ortaçağ dini”ne dönüşmüştür. Tapınakları, ritüelleri inançları ve duyguları olan bir din. Bu laiklik kültü, laikliğe duyulan bu dindarca bağlılık, bırakın başka şeyleri, öncelikle laikliğin kendisini bozar. Tam da terakkiye mani olan kör bir taassuba dönüşür.

İsterseniz bu konuda sözü daha fazla uzatmadan Alevilik meselesine gelelim. Çünkü bu meselede karşılaştığımız yeni durumlar tam da laiklikten ne anlaşılması gerektiği hususunda önümüze ilerlememize imkan tanıyacak yepyeni bir ufuk açmış gibi görünüyor. Bu da karşılıklı konuşmanın, birbirine kayıtsız kalmamanın temin ettiği bereketli bir ufuktur.

Devlet Bakanı Faruk Çelik'in himayesinde gerçekleşen Alevi Çalıştayı'nda bir araya gelen ve yıllardır, bırakınız devletle, birbirleriyle bile sadece uzaktan ve ithamlarla basın üzerinden konuşan Alevi kesimlerinin belki de ilk defa birbirleriyle konuşmaya başladığı, birbirlerini anlamaya çalıştıkları, oturumların sonucunda taraflarca ifade edildi.

Yıllardır değişmez bir Alevi talebi gibi dillendirilen Diyanet'in kaldırılması hususu, örneğin, İzzettin Doğan tarafından çok doğru sorularla makul bir istikamete girmiş oldu. Doğan bu talebin muhatabının sonuçta siyasiler olabileceğini söyledi. Siyasetin ise havada yapılan bir şey olmadığına Türkiye'de hiçbir siyasetçinin böyle bir mevzuya bile girmesinin mümkün olamayacağına çok gerçekçi bir dille dikkat çekerken Aleviler adına yapılacak taleplerin de gerçekten de Alevi sorununun çözümüne ne tür bir katkısının olabileceği üzerinde de düşünmeye davet etti. İzole topluluklar halinde yaşadıkça insanların gerek taleplerinde gerek söylemlerinde makulün çok uzağına düşmelerinin iyi bir örneği olarak da görülebilir bu tür talepler; tam aksine bir araya gelişler, iyi niyetli diyalogların ortak aklı ve bu akıldaki sağduyuyu ne kadar güçlendirdiğinin bir örneği olarak da.

Benzer bir gelişmenin “Madımak'ın müze yapılması” meselesinde yaşandığı anlaşılıyor. Madımak'ta yaşanan hadisenin nasıl hatırlanması gerektiği, bu hatırlamanın ne tür bir bilince hizmet etmesi gerektiği tartışması sağlıklı bir temelde yapılmak zorundadır.

Madımak'ın bir kebapçı olarak sürdürülüyor olması kuşkusuz tüm ülke adına bir ayıptır. Bu ayıptan bir an önce arınmak gerekiyor. Ancak sonrasında o mekânın değerlendirilmesinde, orada ölenlerin anısına bir saygı üretmekten çıkıp şu veya bu kesimlere karşı bir nefret üretme vesilesi haline getirilmemesinin de mutlaka gözetilmesi gerekiyor.

Özellikle Alevilerle Sünniler arasında kalıcı bir ayrılık ve nefret ortamını kendi entrikaları açısından sürekli bir politik kâr alanı olarak görenlerin mevcudiyetine karşı herkesin duyarlı olması gerekiyor. En açık bilinen gerçek bu kesimlerin ne Alevi ne de Sünni olduğudur. Madımak'ın değerlendirilme tarzında Türkiye'de toplumsal barışa karşı işlenen bu tür sabotajları hatırlatan bir vurgu ağırlık kazanırsa mesele yok, ancak basit bir vurgu hatası tam tersine bu ayrılığı ve nefreti beslemeye ve yaymaya hizmet edecek hale getirebilir.

“Hak, ne demografik tablolarla karşılanır, ne de iktidarı elinde tutanların gücünden lütuf ve ihsanla bahşedilir”

Bu sözlerin altını Bakan Faruk Çelik'in kapanış konuşmasında söylediği ve Alevilik mevzuuna yaklaşırken hükümet adına takınılacak en sağlıklı tavrın ifadesi olarak çizdim. Ama hemen bir internet sitesinde Alevi Çalıştayı ile ilgili haberin altındaki bir okuyucu yorumuyla birlikte:

“Hükümet Kürtler, Aleviler ve azınlıkların sorunlarına karşı sürdürdüğü bu açılımı ne zaman çoğunluk dindar kesimlere yayacak, merak ediyoruz. Bu kesimlerle devlet adına temasları AK Parti yürütürken dindar kesimlerle devlet adına temasları kim sürdürüp sorunlarını masaya yatıracak?”

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT