1. YAZARLAR

  2. Abdulhamit Bilici

  3. Babacan ne dedi ki?
Abdulhamit Bilici

Abdulhamit Bilici

Yazarın Tüm Yazıları >

Babacan ne dedi ki?

31 Mayıs 2008 Cumartesi 11:09A+A-

Berlin- Özlenen 'Büyük Türkiye'nin artık iyiden iyiye kokuşmuş sığ sularında fırtınaya yol açan o cümleyi kulaklarımla duymamış ve o cümlenin sahibine 5 günlük Avrupa turunda refakat etmemiş olsam, koparılan gürültüyü ciddiye almaz; 'yeni bir dezenformasyon çabası' der geçerdim. Ama bu durumda olmadığım için görüp hissettiklerimi paylaşmam şart oldu.

Açıkça konuşmak gerekirse, Dışişleri Bakanı Babacan'ın Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi'ndeki konuşmasını ve özellikle de soru-cevap kısmını çok başarılı bulmuştum. Çünkü zor sorularla karşılaşacağı kesindi. Şahsında, çelişkili iki sıfatı birden taşıyor olması da zorluğu katmerleştiriyordu. Bir yanda, 'devletin' boğmak istediği AK Parti'yi, diğer yanda o devleti temsil ediyordu. Avrupalı parlamenterler pekala şöyle sorabilirlerdi: Hiçbir demokratik ülkede olmayan bir anlayışla, mensubu olduğunuz iktidar partisi kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Ama bize nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan demokratik Türkiye'nin dünya için taşıdığı önemden dem vuruyorsunuz. Bu çelişkiyi nasıl izah ediyorsunuz? Veya şöyle: AB'yi taahhütlerini yerine getirmemekle eleştiriyorsunuz, ama ülkenizde bu birliğin temeli olan Kopenhag Kriterleri ile dalga geçercesine gece yarısı muhtıraları, soruşturulamayan darbe girişimleri havada uçuşuyor. Asgari standartlara uymadan nasıl AB'ye söz söyleyebiliyorsunuz? Veya Suriye'de, İsrail'de, Lübnan'da başlattığınız diplomatik girişimlerden söz ediyorsunuz, ama 3-5 ay sonra hükümetinizin nerede olacağını bilmediğiniz halde bu çabalarınıza nasıl güvenmemizi bekliyorsunuz?

Allah'tan kimse bu meşru sorulardan hiçbirini sormadı. Çünkü Brüksel'de herkes Türkiye'de demokrasinin nasıl bir sınavla karşı karşıya olduğunu biliyordu. Herkes, AK Parti hükümetinin, "Türkiye'yi çağdaş AB standartlarına taşıyayım" diye çabalarken, laikliği tehdit etmek gibi tuhaf bir ithamla kapatılmak istendiğinin farkındaydı. Adaylık statüsü verildiği günden bu yana Türkiye'nin röntgenini çektikleri için kavganın asıl nedenini, taraflarını çok iyi biliyorlardı. Bu durumda AK Parti'ye yüklenmenin, demokrasiden ürken çevrelere yarayacağını da görüyorlardı. Bunun için parti kapansa da Türkiye'yi bu yoldan saptırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmemek için müzakereleri durdurmayacak formüller arıyorlardı.

Gerçi kapatma konusunu sordular ve ben "Şimdi Babacan ne diyecek?" diye toparlandım. Ama Bakan, ne mağduriyetini gizleyen ne de devleti karalayan çok dengeli bir cevap verdi. Önce, Türkiye'de yargının bağımsız olduğuna, kararlarına herkesin saygı duyması gerektiğine dikkat çekti. Hemen ardından verilecek kararın, Türkiye'nin çoktan parçası olduğu AİHM standartlarına ve parçası olmaya çalıştığı AB standartlarına, dolayısıyla Venedik İlkeleri'ne uymasını temenni ettiklerini ifade etti. Bunları dinlerken, bir yandan bu çok dengeli tutumu takdir ettim ama diğer yandan kendimi Avrupalıların yerine koyunca içimden çıkan şu iç sese kulağımı tıkayamadım: Kardeşim, biz olayı absürt, saçma, yargı darbesi gibi sıfatlarla kınıyoruz. Sen bu kadar kaçak güreşiyorsun.

"Türkiye'de sadece Müslüman olmayan azınlıkların değil, çoğunluğu oluşturan Müslümanların da dini özgürlükler konusunda bazı sorunlar yaşadığı ve bunların hepsini çözmeye çalıştıkları" gibi son derece normal bir cümle yüzünden atılan manşetleri ve yazıları görünce, itiraf edeyim Babacan'ın öngörüsünü takdir hissim daha da arttı. Ya kapatma konusunda da Avrupalılar gibi konuşsaydı, ne olurdu?

İşin ilginci, başarılı bulduğumu söylediğim konuşma bitince, "Acaba bu değerlendirmede yanılıyor olabilir miyim?" diye şüphelenerek, yıllardır AB siyasetini çok yakından izleyen TÜSİAD Brüksel Temsilcisi Bahadır Kaleağası'na, hem AP üyesi hem de yıllardır Avrupa'da yaşayan bir Türk olarak Vural Öger'e ve Türk diplomatlara konuşmayla ilgili kanaatlerini sordum. Bir kere, hepsi olumlu bulduğunu ve bu tür faaliyetlerin daha sık yapılması gerektiğini söyledi. Daha önemlisi, laiklik konusunda duyarlı bu insanların hiçbiri o cümleye takılmamıştı. Salondan çıkarken alarme olan bir Allah'ın kulu yoktu.

İşin özüne gelecek olursak, bu sözlerden rahatsız olanlar galiba Türkiye'de dindar Müslümanların hiçbir sorunu olmadığını söylemek istiyorlar. Kendileri şarap keyifleriyle ilgili bir konuda en küçük engel işaretine karşı kıyamet koparan insanların, hemen yanı başlarında, her üniversitenin kapısında her gün yaşanan, milletin yüzde 80'inin çözülmesini istediği bir sorunun varlığını dahi inkara kalkmaları ne utanç verici.

Diyelim, kendi ülkelerinden habersizler. Uluslararası Af Örgütü'nün, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün, ABD inanç özgürlüğü raporunun, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raporunun bu konuda yazdıklarını da mı görmüyorlar?

Zaman Gazetesi

YAZIYA YORUM KAT