1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Ayşe, aişe, ayşa...
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Ayşe, aişe, ayşa...

08 Şubat 2011 Salı 11:20A+A-

Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i isimli kitabında, devrimci kriz (dönüşüm) dönemlerinde toplumun yeni bir içeriği fethetmek yerine “devletin en eski biçimine, kılıçla cübbenin utanmazca basit iktidarına” geri dönüşünü şöyle yorumluyor:

“Yeni bir dil öğrenen kişi de acemiliğinde her sözü önce anadiline çevirir; oysa ancak hafızasında anadilini yoklamaksızın yeni dilin içinde devindiğinde, o dilin içindeyken, içine doğmuş olduğu dili unuttuğunda, yeni dilin ruhunu ele geçirebilecek, o dilin içinde özgürce söz üretebilecektir... 19. yüzyılın devrimi ölülerin kendi ölülerini kaldırmasına izin vermelidir ki, kendi öz içeriğine vasıl olabilsin.”

Başbakan Erdoğan’ın bağımsız bir devletin topraklarında, birleşik Kıbrıs istemiyle yapılan bir gösteri karşısındaki sömürge imparatoru benzeri sözleri de henüz ağzında eğreti duran, restorasyon sürecinin gerekliliği yeni evrensel dile karşı yabancılığından kaynaklanıyor. Durup durup anadilini hatırlıyor.

Hatırlayın;

Ada’daki Annan Planı referandumunda, Birleşik Kıbrıs için “Evet” oyu verilmesini destekleyen oydu. Türk resmî ideolojisinin Kıbrıs’taki sömürge valisinin iktidarını yıllar sonra yerle bir eden solcu Mehmet Ali Talat’ın CTP’sinin açılım politikalarına fiilen destek vererek tüm demokratların ve AB’nin takdirini toplayan da. Hatta bugüne değin siyasilerin duyduklarında istavroz çıkardığı, Türkiye limanlarının Rum bandıralı gemilere açılması alternatifinin ciddi ciddi masaya getirilmesi de Erdoğan’ın başında olduğu hükümetin eseriydi

Tamam, seçim falan da var önümüzde. Ne var ki siyaset her zaman, iltifatından kaygı duyduğunuz kesimlerin hassasiyetleri uğruna bataklığa batmayı zorunlu kılmıyor. Bazen siyasi hasımlarınızın elinde koz olan bir argümanı koşulları ve süreci doğru okuyarak size karşı kullanılacak bir silah olmaktan çıkarmak da mümkün.

Örneğin Başbakan, Türk asker gücünün ülkelerinden gitmesini isteyen Kıbrıslara esip gürlemek yerine, “Bağımsız bir devletin yurttaşlarının talebi. Kendi kaderleri kendi tasarruflarındadır” gibi bir cümle sarf edebilir, hatta “tarafsızca” “Ada’daki Türk askerinin akıbetini soydaşlarımıza soralım” falan diyerek Kıbrıs yönetimine ve AB’ye bir referandumdan yana olduğunu bile duyurabilirdi.

 Böylece hem AB sürecinde Türkiye’nin başını ağrıtan bir sorunun sorumluluğunu paylaşmış olur hem de milliyetçi cephenin dayatmaları sonucu otoriterleşen dilinden ötürü aldığı eleştirilerin önünü kesebilirdi. Ayrıca, Ermenistan’la yumuşayan ilişkilerin, Kürtlerle kısmi de olsa barışmanın ardından ellerinde sadece “Milli Kıbrıs davası” kozu kalan milliyetçilerin önemli bir argümanını daha çöpe atmış olur; böylelikle de partisinin ve elbette daha önemlisi demokratikleşen Türkiye’nin önünü açmış olurdu.

Umuyoruz ki iktidar, yeni dile acemliğini, Türkiye’de reform isteyen kesimlerin geleceğini karartacak sonuçlar doğmadan üzerinden atar. Ve müesses nizamın kokuşmuş partileri gibi kolaycılığa düşmeden, yine Marx’ın sözleriyle, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırmayı, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılmayı, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünüp, bu ödünç dille oynamaya çalışmaktan vazgeçer.

***

Bu şubatın etkisi bin yıl sürer

Karargâh dün bir basın açıklamasıyla, “Meğer kâğıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz” sözleriyle açıkça darbe çağrılığı yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’a “ayar” verdi. “Bizi siyasi tartışmaların içine çekmeyin” dedi.  

TSK’nın bu çıkışı, ülkedeki kabuk değişiminin bir meyvesidir. Ve kuşkusuz, 2011 yılında darbe çağrısı yapan bir genel başkan yardımcısına sahip “sosyal demokrat” partinin pürmelâlinin resmi olarak tarihe geçecektir.

Statükonun kalesi karargâh bile yeniçağın dilini öğrenmeye naifçe de olsa meyletmişken, şimdi gözler partisini sola kaydıracağını iddia eden Kılıçdaroğlu’nda. Bakalım tarzanca konuşmayı bırakıp, Bay Batum’u görevden alabilecek mi? Kimbilir, belki yapar.

Partisini haklı olarak eleştiren demokratlara, liberallere “Bizi tanımıyorsunuz, gelin tanıyın” diye çağrı yapan Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun tanıtın bize partinizi. Hodri meydan!

***

Nerede benim terliğim diyorum ama...

Araya girip biraz midenizi kaldıracağım ama kusura bakmayın. Sağdan soldan ez cümle faşistle birlikte, genç bir kadının ölüsünden beslenmek için üzerine üşüşen sineklerin en tosunu Akşam gazetesindeki köşesinde iki haftadır benimle ilgili bir şeyler yazıktırıyor.

Twitter’da kendisine “ölü soyucu” dememe bozulmuş.

İstiyor ki ona onu adam yerine koyup ciddi ciddi tartışayım kendisiyle. Yavrum göz var izan var, sen benim dengim misin?

Yine mi bamya deyip geçmekten başka şansım yok. Zira hamutçuluktan semiren bu tosunun, Babıâli’nin polemik erbaplarının kemiklerini sızlatarak giriştiği düzeysiz, “b” sınıfı ağız dalaşlarıyla edindiği, onurlu bir insan için utanç verici “şöhretine” basamak olmaya niyetim yok.

Hani eve giren atsineğini terliğinizle öldürmeye bile çekinirsiniz ya, terliğiniz kirlenmesin, mideniz bulanmasın diye, o hesap işte.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT