1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Avrupa'nın laiklik vizyonu
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Avrupa'nın laiklik vizyonu

24 Eylül 2011 Cumartesi 15:20A+A-

BRÜKSEL. Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da verdiği laiklik mesajının baharını yaşamakta olan Arap ülkelerine hiç bir şekilde hitap etmediğini bildiğinden hareketle bu mesajın asıl muhatabının Türkiye ve Batı kamuoyu olduğunu söyledik. Önceki yazıda laikliğin Müslümanlara neden eksiğini duydukları hiç bir şey vaat edemeyeceğini anlatmaya çalışmıştım. Bu konuda yeterince şey yazıldı-söylendi de.

Bir defa laikliğin hiç bir tanımının Müslüman dünyada bir olumlu çağrışımı ve katkısı yok. Dahası, ithal edilen ve uygulanan şekliyle Türkiye'nin de laikliğe hiç bir ihtiyacı yoktu. Laiklik bu haliyle Türkiye'nin bütün potansiyellerini zaptu rapt altına almanın ideolojik söylemi ve mekanizması olarak çalıştı.

Laiklik, devlet işlerinin din işlerinden ayrılmasıysa, bunun sağlanamadığını bal gibi herkes biliyor. Dinsel özgürlükse, ne Müslümanlara ne de gayr-ı müslimlere bu yararı sağlamadığını, sağlamayı da hiç bir zaman düşünmediğini yaşayarak öğrendik. Azınlıkları çoğunluğa karşı korumaksa bunu da yapamadığını yine yaşayarak öğrendik. Üstelik azınlıklar çoğunluk tarafından değil, bizzat devlet tarafından ayrımcılığa ve baskılara maruz bırakıldı. Devletin laikliği benimsediği andan itibaren dini azınlıklara uyguladığı baskılar herkesten önce dinini anlamış Müslüman insanların vicdanlarını sızlatacak cinsten olmuştur. Buna mukabil Türkiye'deki laikliğin dini yaşama ve ifade özgürlüğüne hiç bir katkısı olmadığı gibi, bizzat çoğunluk üzerinde de en büyük baskıyı uygulamaktan çekinmedi.

Laiklik bir dinler arası hukuku ve biraradalığı adil bir biçimde düzenleme ilkesi olarak çalışmaktan ziyade alternatif bir din gibi kendi ritüellerini ve kültlerini, kutsal sembollerini yaratarak herkesi bu kutsallara saygıda bulunmaya, ibadet etmeye mecbur bıraktı.

Doğrusu, Türkiye'nin böyle bir laikliğe hiç bir zaman ihtiyacı olmadı. Olamazdı.

Peki, bu saatten sonra laikliğin herkes tarafından kabul görebilecek olumlu bir tanımı mümkün mü? Mümkünse bu tanımı Erdoğan yapabilir mi veya bu alternatif tanımı başkalarına da benimsetebilir mi?

Öncelikle söyleyelim ki, Erdoğan bugün açık bir krizde olan laikliğin tanımına bu müdahaleyi yapabilecek bir pozisyona en yakın noktada duruyor. Bu müdahale girişimini Mısır'dan yapması da stratejik olarak kendi pozisyonuna daha büyük bir güç katmıştır. Belki bu aşamada haklı olarak sorulabilicek bir soru bu kadar bozuk sicile sahip bir kavramın bu tanımla kurtarılıp kurtarılamayacağı olabilir. Dünyaya verilecek bir mesaj varsa bunu neden kendi kavramlarınızla değil de, bu sicile sahip kavramlarla vermek gereksin? Bu zımnen bir söylemsel yenilginin ifadesi sayılmaz mı?

Bu sorular sorulacaktır, cevapları üzerinde düşünmek de vacip olsa gerek...

Bir kaç gündür Avrupa'nın kalbinde, Brüksel'de, Avrupa'nın genişlemeden sorumlu birimince düzenlenen "dini cemaatler ve sosyal hizmetlerdeki rolleri" üzerine katıldığım bir toplantı dolayısıyla böylesi bir mesajın Avrupa'ya neden ve nasıl hitap edebileceğini de ölçmeye çalıştım.

Bir defa, AB'nin kuruluşunun arkaplanında her zaman bir dinsel tarafsızlık ilkesinden ziyade Hıristiyan Kiliseler birliğinin çok açık bir motivasyonu, yönlendirmesi ve stratejik hesapları olmuştur. AB girişiminin kendisi, savaş sonrası Hıristiyan Katolik Kiliseler birliğinin inisiyatifiyle oluşmuş ve bu inisiyatif AB üzerindeki gözetimini hiç bir zaman bırakmamıştır. Her iki savaştan önce de aslında birleşik bir Avrupa fikri yine bu kilise birliklerinin her zaman gündeminde olmuştur. Bu yüzden Avrupa'nın laikliğinin dinler arası bir tarafsızlık olması kimsenin inanmadığı bir ideal, ama karşılaşılan çokkültürlülük gerçeği karşısında, birliğin sürdürülebilirliği adına bir bakıma çaresizce sığınılan bir çözüm.

Bu çözüm bile Müslüman bir ülkeyi, Türkiye'yi, içine almak sözkonusu olduğunda büyük krizlere yol açmaktadır. Bu durumda AB'nin gerçekten "laik" olmasını talep eden taraf Türkiye oluyor. AB Anayasasının hazırlık aşamalarını hatırlayalım burada. Türkiye'yi de içine alacak bir birliğin yürüyebilmesi için AB'nin anayasasında "Hıristiyan bir birlik" kaydını geçirmeye çalışan Katolik ve Protestan Kilise lobilerine karşı Türkiye, tabi Türkiye adına dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül laikliği talep eden taraf olmuştu.

Bu da dinsel tarafsızlık ilkesinin Avrupai vizyonunun bugün için tuhaf bir biçimde bir Müslüman baskısı altında şekilleniyor olduğunu gösteriyor. Zira Müslümanların Avrupa'daki laiklik talebi kendi varlıklarını bu bünyede mümkün ve sürdürülebilir kılmanın tek yolu. Alternatif olarak Müslümanların, bütün Avrupa için İslam hâkimiyeti talep etmesi herhalde hiç bir akıllının aklına gelebilecek bir şey değlidir. Diğer yandan Avrupa'nın laiklikten sapması ise Müslümanlar için her türlü ayırımcılığın da başı.

Nitekim bugünlerde Avrupa ülkeleri laikliğin bu dinsel tarafsızlık ilkesinin fiili imkânsızlığını kanıtlamak için adeta ellerinden geleni yapıyorlar. Hollanda'da, Fransa'da, İtalya'da, İngiltere'de Almanya'da, arka arkaya, özellikle Müslümanlara yönelik hayata geçirilen kısıtlamalar, bu tarafsızlık konumunun ne kadar uzağında olunduğunu gösteriyor. Topu topu iki bin kişinin giydiği burkayı yasaklamak; cami alanı yetmediği için sadece Cuma günleri caddelere taşan namazları engellemek için özel yasa çıkarmak, adına ne denirse denilsin, dinsel tarafsızlığın Avrupa ülkelerinde hiç de hazmedilmemiş olduğunu gösteriyor.

Bu uygulamalar laiklik adına yapılıyorsa, laikliği İslam'ın geçmiş pratikleriyle karşılaştırmalı olarak tartışmaya açmak, yok laikliği de aşarak yapılıyorsa, tutarlılığa davet etmek farklı ama hiç de yabana atılır bir siyaset değil.

Türkiye ve Avrupa için başka bir laiklik mümkün olabilir mi peki?

Avrupa Komisyonunun bugünlerdeki arayışlarına değinmeden yerimiz bitti (bitti ne demek, fazlasıyla aşıldı), demek ki, devam edeceğiz.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT