1. YAZARLAR

  2. Nuray Mert

  3. Atatürk ve Hikmetyar
Nuray Mert

Nuray Mert

Yazarın Tüm Yazıları >

Atatürk ve Hikmetyar

09 Mart 2010 Salı 00:08A+A-

Siyasi kavga alanında, ‘hoyratlık’ ölçüsü giderek daha fazla kaçıyor. Doğrusu Baykal’ın Başbakan’a ‘Hikmetyar’ hatırlatmasını bu çerçevede ve ‘adaletsiz’ buldum. Nitekim, Ahmet Hakan pazartesi günkü yazısında, Erdoğan’ın Hikmetyar ile fotoğrafının, gündeme gelmesi üzerine, Hikmetyar’ın o zamanlar, hem Batı hem Türkiye’de devlet düzeyinde ‘makbul’ biri olduğu hatırlatmasını yapmış.
Bu doğru, ama mesele aslında o kadar basit değil.
Bence, siyasal tartışmalarda, siyasetçiler, ‘rakibi yıpratmak’ adına dilinin ölçüsünü kaçırmaktan, işi haksızlığa vardırmaktan kaçınmalı. Ama, madem Pandora’nın kutusu açıldı, biz bazı konuları daha açık ve derinlikli biçimde tartışmaktan uzak durmamalıyız.
O nedenle, Baykal’ın ‘bizi Atatürk yetiştirdi, sizi Hikmetyar!’ sözleri üzerine, kavgaya girişmekten uzak duralım ama, biraz daha ciddi bir muhasebe yapmaya girişelim diyorum. Zira, şu anda, işin gelip dayandığı yer; her ne kadar ‘demokratikleşme’ tartışması gibi gözüksede, temel dinamik, laiklik kaygısına düşmüş Kemalistlerle, Kemalizm’e dini inançları dolayısıyla itiraz eden eski İslamcı muhafazakârların karşı karşıya gelmesi şeklinde belirleniyor.
Evet, Gülbeddin Hikmetyar, Afganistan’da Sovyet işgaline karşı gelen ‘mücahit’ liderlerden biriydi.
O zamanlar, bu mücahitler, ABD başta olmak üzere Batı dünyasının makbul ‘özgürlük savaşçıları’ idi. Hatta, zamanın ABD Başkanı Reagan, ABD’yi ziyaret eden bir grup cihat liderini, 1985’de, Beyaz Saray’ın bahçesinde TV kameraları karşısında, ‘Bu insanlar Amerika’nın kurucu babalarının bügünkü benzerleridir’ türünden bir takdim yapmıştı (‘These gentlemen are the moral equivalents of America’s founding fathers’).
Yine aynı yıl, Pakistan’ın o zamanki devlet başkanı Ziya Ül-Hak, İslamabad’da bir diplomatik davette, ABD ve Suudi Arabistan’a, Afganistan’a cihatçı ‘devşirme planlarındaki destekleri’ için resmen teşekkür etmişti (Ziyauddin Serdar, Desperately Seeking Paradise, Granta, 2004, 219). 
Malum, yine zamanında Pakistan’ın darbeci lideri Ziya Ül-Hak ile Türkiye’ninki arasından su sızmıyordu. Pakistan ve Türkiye arasındaki siyasi yakınlık, askeri rejim sonrasında da aynen devam etmişti. Bu yakınlığın geçmişi bir yana, 80’li yıllarda Sovyetleri ‘yeşil kuşak’la çevirme politikasının bir ayağı da Türkiye idi. Nitekim, o dönemde olan bitenleri doğru dürüst anlamadan, bu geniş coğrafyada bugün olanları anlamak çok zordur. Sonradan, ‘iç tehdit’ algısının içine düşmesi bugünkü kavgaları tetikleyen Gülen cemaatinin, o zamanlar resmi devlet siyasetleri ile uyum içinde olması da bu karışık tablonun bir parçası idi. Şimdilik bunları kısaca hatırlatıp, hızla konumuzun bügünkü kısmına dönelim.
Evet, Hikmetyar zamanında, birçoklarınca ‘makbul’ ve desteklenen bir liderdi, ama ABD’nin çıkarları doğrultusunda desteklediği biri olması onun köktendinci bir ideolojinin temsilcilerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hikmetyar, Sovyetlere karşı demokrasi için değil, din adına savaşıyordu ve dini yönetimleri özleyen İslamcılardan biriydi. Ahmet Hakan, ‘din adamı değil, mühendislik eğitimi almış olduğunu’ hatırlatmış. Doğru da, İslamcılık zaten dini değil, siyasal bir akımdı ve mensuplarının çoğu modern eğitim almış insanlardı. İran Devrimi ve Şii dünyası ile Sunni İslamcılık bu açıdan çok farklıdır.
Özetle, söylemek istediğim şu; 80’li yılların İslamcı hareketlerinin ideolojik zihin dünyası, reel politika gerçekleri ile geçiştirilmeyecek bir vakadır. Başbakan’ın, ciddi bir zihniyet değişimi geçirdiğine samimiyetle inananlardan biriyim. Ancak, gerek onun gerek iktidar partisinin lider kadrosunu oluşturanların, zihin dünyalarında içinden geldikleri zihniyet dünyasının hiçbir izinin olup olmadığı hiç de sorgulanmayacak bir şey değildir.
Bugün itibarıyla bu kesimden kimsenin şeriat düzeni arzuladıklarını veya kurguladıklarını düşünmüyorum. Ancak, demokrasiyi tanımlama ve kavrama noktasında, içinden geldikleri zihin dünyasının zaman zaman devreye girdiğini düşünüyorum. Tıpkı, Kemalistlerin zihin dünyasında, Cumhuriyet’in devrim döneminin katı/kısıtlayıcı ideolojisinin izinin zaman zaman karşımıza çıkması gibi.
Özellikle bir kadın olarak, Müslüman coğrafyada laik/cumhuriyetçi bir devrim yaşamış bir ülkede dünyaya geldiğime, her zaman şükrederim. Dahası, bu devrimin liderini üçüncü dünya diktatörleri ile kıyaslamayı büyük bir izansızlık ve haksızlık sayarım. Ama, o bir devrimdi ve lideri olan Atatürk bir ‘otokrat’tı. Kemalizmi ve Cumhuriyet’in resmi ideolojisini hiçbir şekilde sorgulamaya tahammülü olmayanlara bunu hatırlamaları gerektiğini söylemek isterim.
Hazır Pandora’nın kutusu, hadi tam açılmadı diyelim, aralanmışken herkes bulunduğu yeri derinlemesine sorgulamaya hazırlanır ve girişirse, demokratikleşme için bir şans yakalarız. Yoksa, değil demokratikleşmek, zihinlerin gerisindeki hayaletler hortlamaya ve ortalığı sarmaya devam edecek.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT