1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Atatürk İkonografisi Ya da Popüler Kemalizm Üzerine
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Atatürk İkonografisi Ya da Popüler Kemalizm Üzerine

05 Haziran 2008 Perşembe 19:55A+A-

Sosyal bilimle siyasetin harmanında eleştirel metinler kaleme alan Hasan Bülent Kahraman bir yazısında “Atatürk'ün bir siyasal ve tarihsel kahraman olmasının ötesinde, insanların kendisini çok derinden özdeşleştirdiği bir 'ikona' yanı var. Bu yanıyla da, belki, her şeyin ötesinde bir popüler kültür kahramanı niteliğine sahip. Fakat, işin ilginç yanı, popüler kültür ikonları zamanla solup, yerlerini başkalarına bırakırken, o hâlâ benimsenen ve zamanında (   ) insanların değer yargılarından birisi olarak gördüğü bir olgu” diyordu.

Bu, elbette insanın kutsayarak hafıza oluşturması ve yanılması ile ilgili kadim sorunları gündeme getiriyor. O da doğal. Çünkü, Atatürk, resmi söylemin ve devletin de oluşumuna yoğun olarak katkıda bulunduğu bir kült. Kıskanç bir biçimde savunuluyor ve öyle olunca, toplumsal bellekte yaşayan birçok figürü görsel düzeyde aşıyor. Hatırlarsanız ücretsiz dağıtılan ders kitaplarının yer aldığı torbaya konulan Recep Tayip Erdoğan resimleri eleştirilmişti. Yine aynı şekilde parti kongrelerinde medyanın ilk zoomladığı görüntü Atatürk fotoğrafları olur.

Okullardan belediyelere, siyasal partilerden sivil toplantılara değin neredeyse bütün toplantılar kocaman Atatürk posterlerinin gölgesinde ve altında gerçekleştiriliyor. Bunun yanında onunla boy ölçüşebilecek bir görsel kült bulmak olanaksız değil ama bu ona ‘sığınarak’ yapılabilen bir şey daha çok.

Akbank’ın televizyonlarda yayınlanan bir reklamı var/dı. Atatürk ve Çocuk başlığını verebileceğimiz reklamın merkezi imgesi Atatürk olsa da yerleşik yorumlardan epey farklı bir noktaya tekabül ettiği de bir gerçekti bu reklamda. Bu reklama göre Atatürk kutsallıktan sıyrılmaya,  kendi etrafında oluşan imgeyi yıkmaya çalışır bir çocukla konuşması üzerinden.  Bir siyasal sistemin toplumsal katmanlarda yer edinebilmesi sürecinde bu ve buna benzer popüler ögelerin yadsınamaz bir yeri vardır elbette. Bundan dolayı hemen hemen bütün siyasal sistemler sistematik sosyalizasyon süreçleri kadar popüler olana dair gayri resmi eğitsel düzenekleriyle sistemlerinin hegemonyasını yaygınlaştıracak unsurlara başvururlar. Tabii bununla birlikte ideolojinin katı yapısı da bir yandan göreli olarak aşınmaya başlar. Ayrıca bu popülarite etrafında devasa bir piyasanın oluşması da kaçınılmaz bir süreçtir. Yozgat İmam Hatip Okulu müdürünün 1960’lı yıllarda çektiği Bulutlarda Atatürk fotoğrafından eski film yıldızı Necla Nazır’ın hayatını değiştirecek yarışmayı kazanmasıyla ilgili olarak ben rüyamda Atatürk’ü görmüştüm. Atatürk atın üstünde geldi, benim önümde durdu, elindeki değneği kalabalığın içinde bir tek bana dokundurdu deyişine kadar folklor içinde bu durumu açıklayabilecek birçok gösterge mevcut. Tabii bu arada Necmettin Erbakan’ın ‘Atatürk yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu’ deyişini de unutmamak lazım. Merkeze oynayan, her siyasi grup tarafından bir şekliyle benimsenmiş bir ideoloji olması nedeniyle orta malı olmuş bir ideoloji gözüyle de bakılabilir Kemalizm’e pekala. Değişik siyasi grupların Atatürk’ü ‘kullanmaları’ konusunda Modernlik Nostaljisi kitabını yazan Özyürek şunları ifade ediyor: “Mustafa Kemal, belki başarılı pek çok siyasi lider gibi, siyasete atıldığı 1910’lu yıllardan 1938’de ölümüne kadar duruma göre farklı stratejiler izlemiş, farklı gruplarla işbirliği yapmış, farklı söylemler kullanmış biri. Onun için tarihte farklı Atatürk’ler var. Bu nedenle de farklı grupların meşruiyet ya da belki de gerçekten feyz almak için gidip bulabilecekleri farklı sözleri farklı davranışları var Atatürk’ün.” Bir de 40 kuşağı ve 27 Mayıs şairlerinin bol bol yazdıkları Atatürk şiirleri var. Cemal Süreya yazmamış ama yazma düşüncesi hep aklını karıştırmış durmuş. Tarihsel bir kişiliğin rüyadan bulutlara toplumsal kimlik özelliklerini koruyarak bir kült haline getirilmesi insanların modern masallara inanabilme çocukluğunu gösteren bir örnek aynı zamanda. Son zamanlarda yayımlanan Atatürk kitapları arasındaki çekişmeli çakışma durumu da bunu gösterir aslında. İster mücahit Atatürk olsun, ister devrimci Atatürk olsun toplumsal hayatın akışının bu minvalde akıtılmaya çalışılması başlı başına trajikomik bir durum.

Türkiye çok uzun bir süredir popüler kültürün cenderesinde yaşıyor. Belki çoğu zaman yanlış olarak kullanılan bir cümle bu. Popüler kültürün her zaman dışarıdan üretilmediği, üretilse bile bunun benimsenme sürecinin ayrıca ele alınması gereken yönleri de var. Atatürk konusunda anlatılanlardan, çıkarılan söylentilerden yayılan efsanelerden hareketle onun uzunca sayılabilecek bir zamandan beri artık popüler kültür kahramanı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Cumhuriyet döneminde kurulan aydınlanmacı ütopyalar zamanın ötesinde kalmaya başladıkça, başlangıç yılları kutsanmaya, ulusal geçmiş ‘metalaşmaya’ başladı. Esra Özyürek’in Modernlik Nostaljisi başlıklı kitabı bu tarz konulara meraklı olanların ilgisiz kalamayacağı türden bir kitap. Özyürek kitabının girişinde Kemalizm’in ortaya çıkışından bugüne kadarki serüvenini değişen koşulların ışığında inceliyor. Esra Özyürek, 1998’de ABD’den Türkiye’ye döndüğünde bir şeylerin değiştiğini fark etmiş: ‘Cumhuriyet’in 75. yıl kutlamaları vardı. Bu kutlamalar çerçevesinde Cumhuriyet’in ilk yıllarına ve o zamanki güçlü devlet anlayışına duyulan nostalji gözüme çarptı. O zaman bu tema başka nerelerde beliriyor diye bakmaya başladım ve aynı temayı hayat hikâyelerinden ev dekorasyonlarına, reklamlardan bayram düzenlemelerine pek çok yerde görebildim’ Eminim Cumhuriyet mitinglerini de görme olanağı olsaydı çalışma daha da zenginleşirdi. Bakın bu yürüyüşler için kendisiyle yapılan bir konuşmada ne diyor yazar : “Devletin gönüllü olarak içselleştirilmesi, bunu yapan gruplar için yeni alanlar açıyor. Yeni alanları yeni şekillerde politize ediyor. Diğer taraftan da daha özgür olabilecek alanları da devletle özdeşleştirerek politik alan dediğimiz şeyi daraltıyor. Mesela seçimlerden kısa süre önce Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini protesto etmek için yapılan yürüyüşleri düşünelim. Bu kadar insanın kendini sokaklara atmış olması, bu yürüyüş için şehir şehir gezmesi küçümsenecek bir şey değil. Ama diğer taraftan da bu yürüyüşler zaten var ve güçlü olan bir sistemin korunmasını savunduğu için de yeni demokratik ya da politik bir alan açmadı Türkiye’de.”

Kitap için röportaj yaptığı yaşlılar ve Cumhuriyet’in bu ilk kuşağının anlatılarında ilgisini en çok çeken noktalar hakkında şunları ifade ediyor Özyürek: Araştırmamı yaparken herkes Cumhuriyet’in ilk kuşağını yaşamış insanlarla görüşmeler yapıyordu. Bu bana birkaç bakımdan çok ilginç geldi. Birincisi ben orta okulda ya da lisede 1930’lar tarihini okurken kurulan şeker fabrikalarını, inşa edilen demir yollarını, dil devrimini öğrenirdik. Vurgu kişilerin değişen kişisel hayatlarına değil de daha büyük sosyal değişimlereydi. Onun için ilk olarak tarihin kişiselleşmesi ilgimi çekti. İkincisi de gene 1930’ları düşündüğümüzde yakın zamana kadar gözümüzün önüne gelen ilk görüntüler hep gençlikle ilgiliydi. Erken Cumhuriyet’in ideolojisi gençliğin ve onların güçlü bedenlerinin fetişleştirilmesi üzerine kurulu. Cumhuriyet kendi ideolojisini yaymak için cimnastik yapan, birbirinin üstüne tırmanarak kuleler yapan genç görüntülerini kullanmış. Bunun o yıllarda aslında ülkede pek çok kişinin yaşlı ve hasta olması, yeni Cumhuriyet’in yeni beden anlayışıyla gelmesi gibi elbette pek çok nedeni var. Nedeni ne olursa olsun, 1930’ların yaşlı insanlarla özdeşleştirmesi yeni bir şey. Özellikle 1990’ların sonundan başlayarak “Artık bu tarihi kaybediyoruz, her şey bu insanlarla birlikte elimizden kayıp gidiyor” diyen bir söylem vardı. Ben bunu takip ettim. Onun için de önce zaten medyada tekrar tekrar hayat hikâyeleri dolaşan insanları takip ettim. Bunlar yeni neoliberal ideolojiye uygun olarak kendi istekleriyle hayatlarını değiştirip modernleştiren insanlar olarak tanıtılıyordu hep. Ben bu tür insanların gerçekten neler anlattıklarına bakmak istedim. Yakından bakınca da 1930’larda büyüdükleri için 1990’ların neo-liberal devlet anlayışını pek de benimsemediklerini, aslında güçlü ve otoriter bir devleti desteklediklerini fark ettim.”

En başta şunu vurgulamak gerekiyor belki: Devletin katı ideolojisinin yargı ve askeri bürokrasi dışında pek taraftar bulamaması ile(CHP bu ikisinin alaşımıdır)  devletin kurucu ideolojisinin özelleşmesi süreci birlikte işliyor. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse toplumunun bazı kesimlerinin devletin kurucu ilkeleri ve sembolleriyle girdiği ilişkinin nasıl gerçekleştiğini son dönemde ortaya çıkan yeni ve özgün gelişmeler üzerinden incelemek bakımından da önemli açılımlar sunuyor Modernlik Nostaljisi. Dünyadaki pek çok örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin de siyasal ve toplumsal yaşamında önemli kırılmalar meydana geliyor şüphesiz ki. Değişen koşullar ve ortaya çıkan yeni gelişmeler toplumun kimi kesimlerinde farklı yansımalar yapıyor Örneğin AKP’nin parti toplantılarında Onuncu Yıl Marşının okunması gibi. Tamda bu noktada filmi biraz geriye sarmak gerekiyor. Bu türden popülerleşmelerin özellikle postmodern darbe sonrasında arttığına dikkat edilmelidir.

Kemalizm ister bir ideoloji olsun ister bir fikirler demeti olsun mutlak ilerlemeci anlayış doğrultusunda kurgulanmış olan modernliğin modernizme dönüşmüş yerel bir versiyonu. Hatta Ortadoğu söz konusu olduğunda başka ideolojik yönsemelerle olsa dahi İslamsızlaştırma siyaseti güden bütün siyasal hareketleri Kemalizm olarak adlandırmak mümkündür. İşte en baştaki kurucu tasavvurlarının bir müddet sonra sonuçları itibarıyla farklı yansımalara yol açması Kemalizm’de kırılmaların en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Bu gerçeklikten hareketle aydınlanmacı, hümanist projelerin daha iyi, daha özgür ve daha gelişkin bir hayat oluşturacağı yolundaki varsayımlarının gerçekleştirilememesi gözlerin bu ideolojinin ilk yıllarına çevrilmesine ve Kemalist nostaljinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Sonuçta vaatlerinin boşa çıktığı düşünülen modernleşme projelerinin sebep olduğu hayal kırıklıkları ile boğuşmaya çalışan elitler bir yandan da piyasa yönelimli modernleşme projelerine yöneliyorlar. Yaşanan hayal kırıklıkları nedeniyle geçmişe duyulan özlem bir noktada ulusal geçmişe ait malzemeyi metalaştırarak piyasa gerçeği ile bütünleştirince nostaljinin ekonominin de bir parçası haline gelmesi daha da kolaylaşıyor artık.

90’lı yıllarda Cumhuriyet’in varlığının tehdit altında olduğu tezi giderek güç kazanmaya başlayınca başta rozetler olmak üzere modernleşme sürecinin en başına ve kurucu mite duyulan özlem ve ihtiyaç reel durumun oluşturduğu hınçla Kemalizm’in yeni bir versiyonunun oluşumuna yol açtı. İşte Özyürek bu süreçte gecikmeden kotarılan piyasa yönelimli süreci Nostaljik Kemalizm olarak adlandırıyor. Bu süreçte oluşan Kemalist duyarlılık her ne kadar 30’lu yıllara atıfta bulunuyorsa da klasik anlamda Kemalist ilkelerin hegemonyasının da sonu anlamına gelmektedir yazara göre. Bu Kemalizm artık piyasa tarafından kurgulanan bir Kemalizm’di çünkü. Bu durum Kemalist ideolojiyi/fikirler demetini tanımlayan her türlü ritüel ve sembolün metalaşarak yaşamın her alanına sirayet etmesini sağlayacaktı. Yaşanan süreç tam da Frankfurt Okulu kuramcılarının ifade ettiği gibi meta ideolojinin meta estetiğiydi. Atatürk’ün resminin yer aldığı çakmaklardan, fincanlar,10. Yıl marşının remix versiyonunun yapılarak diskoteklerde çalınabilir hale gelmesi bu süreçte yaşanan gelişmelerden bazıları olarak anılabilir. Özcü biçimde ciddi Kemalistlerce dahi eleştirilebilecek bu süreç bir süreç Kemalist ideolojiye mensup olanlar tarafından Atatürk ve onun ilkelerinin sivil toplum tarafından bizzat kendi elleriyle içselleştirilmesi olarak tanımlanacaktı. Sivil toplum devletin ideolojisini cıvıklatarak olsa da sahip çıkmıştı nihayetinde.

Bir devlet ideolojisi olarak Kemalizm’in son yıllarda nasıl bir dönüşüm geçirdiğini gözler önüne seren çalışma şu çarpıcı ifadelerle sona eriyor:“Nostaljik biçimi içindeki Kemalizm ne tümüyle devletçi ne de piyasanın etkisi altındadır. Daha ziyade devlet merkezli ama piyasa sembollerine meyyal yeni bir siyasi modele tekabül etmektedir”.

 

MODERNLİK NOSTALJİSİ

Kemalizm, Laiklik ve Gündelik Hayatta Siyaset

Esra Özyürek, Çeviren: Ferit Burak Aydar, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2008

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum