1. YAZARLAR

  2. Richard Falk

  3. Türkiye'nin uyanışı
Richard Falk

Richard Falk

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'nin uyanışı

27 Temmuz 2008 Pazar 04:56A+A-

Türk siyasetinde olup bitenler dünya kamuoyu tarafından İslamcı ve laik eğilimler arasındaki mücadelenin en önemli sahası olarak izlenirken, asıl mücadele daha derinlerde ve bambaşka bir yapıya sahip.

İlk söylenmesi gereken, AKP'yi, CHP yanlısı seçkinlere ve işadamlarına karşı duruştan ziyade İslamcı bir siyasî parti olarak görmenin yanıltıcı olduğu. AKP laik kimliğini defalarca beyan etti, demokratikleşme sürecine sadık görünüyor ve de, AB adaylığı hedefi, hükümette olduğu dönemin en başından beri önceliği oldu. Partinin liderlerinin ve birçok taraftarının özel hayatlarında dindar oldukları doğru ama bu gerçeklik, siyasal bir varlık olarak AKP'nin karakteriyle karıştırılmamalı.

Bir başka yanıltıcı varsayım da CHP'nin, liberal demokratik toplumlardaki türden bir laikliği savunduğu iddiası. CHP büyük ölçüde, artık seçim süreçlerinde destek bulamayan bir iktidar odağını temsil ediyor. Bu perspektiften bakıldığında, Deniz Baykal'ın askerî müdahaleye gayet hevesli olması, CHP açısından, iktidar ve nüfuzun anayasal hükümetten çok daha önemli olduğunun açık bir göstergesi. Türk Silahlı Kuvvetleri 2007 Temmuz'undaki seçimlerden evvelki kitle gösterilerinin ve yaratılan kargaşa ortamının kendilerine sunduğu ortamın üzerine atlayarak, 21'inci yüzyıl siyasetine ait postmodern bir hareketle, işi internet üzerinden darbe tehdidi yayımlamaya kadar vardırdı. Ama bu darbe ortamı dinginleşip de seçimler AKP için güven tazelemesi olarak sonuçlanınca, askerî darbeyle iktidarı eline geçirme taktiğinin artık işe yaramayacağı açıkça ortaya çıkmış oldu. Ama CHP ve AKP karşıtı muhalefetin, yenilgiyi kabullenmeye ve ekonomik iktidarın ve siyasal nüfuzun yüksek noktalarındaki yerlerini bırakmaya razı olmaya pek niyetleri yoktu. Bir sonraki adımları, bürokrasideki dostlarını harekete geçirerek AKP yönetiminin yasallığını sorgulamaya, böylelikle partiyi kapatmaya ve yöneticilerini yasaklamaya kalkışmak oldu.

ERGENEKON'U NEDEN SAVUNUYORLAR?

Ama yasal süreç çok zayıf kartlarla başlatıldı. AKP yönetimi, bir yandan Anayasa değişikliklerini savunurken, bir yandan da Anayasa'ya bağlı kalmak hususunda oldukça dikkatli davranmıştı. Bu sebeple, parti ve yöneticileri aleyhine ortaya sürülen suçlamaların çoğu, Başbakan Erdoğan ve diğer yöneticilerinin zararsız konuşmaları ve suç unsuru teşkil etmeyen davranışlarından oluşan ufak tefek iddialara dayanıyordu. Bu suçlamalar, ne bir görevi suistimale, ne de siyasal İslam'ı uygulamaya koymaya yönelik bir programa dair delil içeriyordu. AKP'nin kapatılacağı tahmini, neredeyse tamamen, Anayasa Mahkemesi'nin ideolojik taraflılığı ve zımnî şekilde CHP'nin çizgisinde olduğu algısına dayanıyor. Bu anlamda, CHP'nin hukukî bir zaferi, birçokları tarafından, hukukun tesisi olarak değil, tam tersi şekilde görülecektir. Mahkemeden çıkacak istikrar bozucu bu tür bir sonuç, doğal olarak, hem Türkiye'de hem de dışarıda, anayasal demokrasi açısından bir geriye gidiş ve Türk demokrasisinin sırtına saplanmış bir hançer olarak teşhis edilecektir.

CHP çizgisindeki kurulu düzenin bu çabası birçok gelişme tarafından gölgeleniyor. Öncelikle, Ergenekon iddianamesi, Türk derin devletinin, masum insanlara karşı şiddet eylemleri ve hükümetin ordu tarafından devrilmesini meşrulaştıracak ortamın yaratılmasına yönelik provokasyonların da aralarında bulunduğu birçok eylemin içinde bulunduğunu ortaya koyuyor. Söz konusu iddiaların güvenilir kanıtlara dayandırılması durumunda, AKP'nin muhalifleri, olabilecek en korkunç şekilde lekelenmiş olacak ve objektif gözlemcilerin Türk siyasal hayatının karşısında bulunan mevcut temel tehlikenin aşırı milliyetçi çeteleşme ve siyasî müttefiklerinden geldiğini ifade etmeleri kolaylaşacak. Baykal'ın Ergenekon'u küçümsemeye yeltenmesinin gösterdiği tek şey, CHP'nin, Türkiye'de devletin vatandaşlarına hesap verdiği bir siyasal düzenin oturtulmasını istemediği.

İkinci nokta, Kemalizm'in ilkelerine katı şekilde bağlı olunmasının toplumda yarattığı "yorgunluk". Ülkede, artık ileriye gitmenin gerektiği ve bunun da kaybedilen Osmanlı geçmişini hatırlayarak yapılabileceğine dair gittikçe artan bir kanaat var. Sevan Nişanyan'ın çok satan kitabının (Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru) da aralarında bulunduğu birçok yakın tarihli çalışma bu ruh halini ortaya koyuyor. Nişanyan'ın eseri, hem Kemalizm'in otoriter yönlerini ortaya koyarak, hem de Osmanlı döneminde gerçekleşen modernleşmeye ve demokratikleşmeye yönelik kazanımları göstererek Türkiye'nin geçmişinin ve şimdisinin revizyonist bir bakışla yeniden düşünülmesine önemli bir katkı sağlıyor. Bu aydınlatıcı yeniden değerlendirmenin açıkça ortaya koyduğu en önemli nokta, CHP'nin laiklik anlayışının, hiçbir zaman, devletin ve yöneticilerinin hukukun gücüne teslim olduğu ve vatandaşına hesap vermek zorunda olan demokratik bir Türkiye yaratılmasından yana olmadığı. Kemalist seçkinlere, piyasaya ve toplumsal kimliğe hükmeden, homojen bir Türklük'ü heterojen bir topluma zorla kabul ettirmeye çalışan, azınlıkları çeşitli düzeylerde ezen, çoğunluğun moda ve kültür için yüzünü Avrupa'ya döndüğü bir devlet anlayışı kılavuzluk etmişti. AKP'ye Kemalizm'den uzaklaştığı yönündeki saldırı, bu hatlardan geliyor olsa gerek: Dolaylı yoldan çokkültürlülüğü, siyasal ve ekonomik liberalizmi, laikliğin demokratikleşmesini, vatandaşlık haklarının başörtülü kadınlara da genişletilmesini teşvik eden bir çeşit "Yeni Osmanlı" uyanışının vasıtası olduğu için. Hem bu açılardan, hem de AB üyeliğine yönelik gösterdiği gayretlerden dolayı, AKP'yi, seçimlerde Türk insanının güvenini kazanmış ilk "post-Kemalist" siyasal parti olarak görmek gayet adîlane olur.

Üçüncü ve en yeni olan nokta, Türkiye'nin diplomatik kimliğinin 2002'den bu yana gayet yaratıcı yönlere doğru kayması. İlk bahsedilmesi gereken, AB'nin şartlarını yerine getirmek üzere kabul edilen ama AKP'yi, kendi gündemini de demokratikleşme ve liberalleşmeye yöneltmeye iten reform paketi. Buna ek olarak, Türkiye'yi, bölgede ABD ve NATO'nun stratejik küçük ortağı olarak üstlendiği pasif rolden çıkartarak, bölge diplomasisinde inisiyatifi ele alan bir aktör haline getirme gayretinin altı çizilmeli. Türkiye, AKP döneminde, bölge ülkeleriyle çok daha aktif diplomatik ilişkiler içine girmeye çalışmasının ve bunu başarmasının yanı sıra, Arap-İsrail ve Filistin-İsrail çatışmalarında daha dengeli yaklaşımların benimsenmesi için uğraş verdi. 2003 yılında, AKP hakimiyetindeki Meclis'in, Irak'ın Amerika liderliğinde işgali için Türk topraklarının kullanılmasına izin vermemesi, bölgesel bağımsızlığın sembolik ilanı anlamına geliyordu. Ve bir süre geçtikten sonra tüm bunların karşılığı alındı. Türkiye, Suriye ile İsrail'in, özellikle Golan Tepeleri konusundaki anlaşmazlıklarını görüşebilmeleri için başlatılan çabaları himaye etti. Daha da çarpıcı olan, İran'ın nükleer programına dair, ABD ile İran arasındaki hassas pazarlıklar için Ankara'nın diplomasisine bel bağlanması. Ancak, AKP'nin kapatılması yönündeki CHP saldırısı partinin kapatılmasıyla sonuçlanırsa, parti kendisini toparlamayı hemen başarsa bile, Türkiye'nin bu diplomatik başarıları kaybedilecek ve yeniden kazanılmaları da kolay olmayacak. Türkiye'nin, Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyada yerini bulmasına yönelik uzun vadeli gayretlere ciddi bir darbe indirilmiş olacak.

PROPAGANDA İLE GERÇEK AYIRT EDİLMELİ

Türkiye'deki mevcut kutuplaşmanın tehlikeli olduğu ve hem ülkede, hem de sınırlarının ötesinde yanlış anlamalara yol açtığı ortada. Temel ayrılıklar, laiklik ile İslam arasında ya da başka bir deyişle, Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan ve İslam'ı kontrol altında tutan cumhuriyetçi bir devletle "yumuşak İslam"ı kurumsallaştırmaya çalışan, hatta siyasal İslam'ı yerleştirmeye yönelik gizli bir gündeme sahip olan yeni bir siyasal düzen arasındaymış gibi ideolojize ediliyor. Burada savunulduğu gibi, çatışmayı bu şekilde ortaya koymak, hem Türkiye'deki mücadelenin daha derinlerdeki köklerini gözden kaçırıyor hem de, AKP olgusunu kafa karıştırıcı bir şekilde yanlış olarak sunuyor.

AKP ve yöneticileri hatasız değil, ama eleştiriler gerçek hedeflere yöneltilmeli. Örneğin, başörtüsü yasağının kaldırılmasını sağlayacak olan Anayasa değişikliğine giriştiğinde, MHP ile, ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik girişimlerin yavaşlatılmasını, hatta ortadan kaldırılmasını da içeren bir güçbirliğine giderek çok oportünistçe davranmış olabilir. Milliyetçi aşırı sağla girişilen bu siyasî pazarlık, eğer gerçekleştiyse veya geniş kesimler tarafından şüphelenildiyse bile, birçok kişiyi, özellikle de, AKP'nin gerçek bir demokratik devlet istediğinden şüphe duymaya başlayan kozmopolit destekçilerini hayal kırıklığına uğrattı. AKP'nin partiye üye olmayan birçok destekçisini rahatsız eden bir başka nokta da, seçimlerdeki büyük zaferin, Başbakan Erdoğan'ı, AKP'nin hedefleri ve yöntemlerine dair samimî kaygılara duyarsız kalan, ve önerilen değişimlerin faydalı olduğuna dair toplumun tamamını ikna etmek için herhangi bir çaba göstermeksizin hukuk ve siyasette değişiklikler getirmeye çalışan bir tavır içine sokması oldu.

Buradaki temel nokta, çekişmeli meselelerdeki siyasal tartışmaların doğru olarak ortaya konulması ve propaganda ile gerçek çatışma konularının birbirine karıştırılmaması. Söz konusu olan, Türk anayasal düzeninin kalitesi, laiklik ile demokrasinin uzlaştırılması ve Türk toplumunu oluşturan farklı etnik ve dinî kimliklere (özellikle Kürtlere ve Alevilere) saygı gösterilmesi. Başörtüsü meselesi, İslam'ı temsil ettiği için değil, birçok dindar Türk kadınını aşağılayıcı ayrımcılık yöntemlerine maruz kaldığı için, bu mücadelede temel yere sahip. Bu çekişmeli mesele öncelikle bir demokrasi, özgürlük ve haklar konusu olarak, ikinci olarak da dinle ilgili algılanmalı.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT