1. YAZARLAR

  2. Merve Şebnem Oruç

  3. Türkiye Cumhuriyeti Egemenlik Haklarından Feragat Etti mi?
Merve Şebnem Oruç

Merve Şebnem Oruç

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye Cumhuriyeti Egemenlik Haklarından Feragat Etti mi?

11 Aralık 2016 Pazar 12:47A+A-

Sizi bilmem ama bana bazen Gezi olaylarıyla başlayan bir filmin içindeymişiz gibi geliyor. Bolca gerilim, bolca coşku ama en çok da acı ve hüzün yaşadığımız son 3-4 yılın sonunda filmin de sonuna yaklaşıyormuşuz gibi hissediyorum birkaç aydır.

2013'te Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi olaylarının ardında 'faiz lobisi' olduğuna işaret ettiğinde, kimi bunu komik bulmuş, kimi anlamamıştı. Ama bugün hemen hiç kimsenin şüphesi yok bu gerçekten. Ya da Gezi olaylarında, o zamana kadar 'Cemaat' diye bilinen FETÖ'nün parmağı olduğunu düşünmüyordu pek çok kimse, buna dikkat çekenler 'fitnecilikle' suçlanıyordu; şimdi bundan da kimsenin şüphesi yok. O gün 'parklara ve ağaç arkalarına' saklanarak halkı galeyana getirmeye çalışanların daha büyük bir ajandası olduğunu, yaşananların Suriye'yle, Orta Doğu'yla bağlantısı olduğunu söyleyenlere de 'komplo teorisyeni' muamelesi yapılıyordu. Geçen günler gösterdi ki, bu da doğruydu. 2013'ten bu yana bir 'darbe' hazırlığı olduğu iddiaları da doğru çıktı; Türkiye'yi bölmeye yönelik bir projenin varlığı da, iç savaş çıkarma çabaları da...

Yaşanan onca şeyin ardından bugün resmin daha büyük bir kısmını görebiliyoruz; hemen herkes o günlerde yalan dolanla, iftira kampanyalarıyla üstü örtülen gerçeklerin ne olduğunun az çok farkında. Filmin sonunda 'iyiler mi yoksa kötüler mi kazanacak' belki hala net değil ama, 'iyiler' kim, 'kötüler' kim, 'aktörler' kim, 'piyonlar' kim, bir 'park' sahnesiyle başlayan filmin aslı ne, bunları artık biliyoruz.

2017 yılı çok önemli gelişmelere ve çok büyük olaylara da gebe. Tabiri caizse dananın kuyruğu 2017'de kopacak. 'Seni Başkan yaptırmayacağız' bağırış çağırışlarıyla geçen günlerden sonra sistem değişikliğine ilişkin taslak bugün artık mecliste, ve 2017'de bizi bir referandum bekliyor. İç savaşın etkilerini doğrudan yaşamamıza rağmen dışarıda tutulmamız için hemen her şeyin yapıldığı Suriye'deyiz bugün. Dün 'MİT tırları'yla silah gönderdin' diye kıyametleri koparanlara inat, bugün tankımızla, uçağımızla, özel kuvvetlerimizle oradayız. 30-40 yıldan beri taşıdığı gizli ajandasıyla devletin damarlarına yerleşmiş paralel devlet yapılanması FETÖ artık afişe oldu; mücadele güçlenerek sürüyor. “Türkiye Daiş'e destek veriyor” yalanlarının sonuna gelindi, Daiş'le sadece içeride değil, Suriye ve Irak'ta da mücadele ediyoruz. Türkiye'de iç savaş çıkarmak için canını dişine takan PKK'ya karşı savaş da amansızca devam ediyor.

Daha ötesi, Erdoğan'ın Gezi olayları sırasında Kuzey Afrika'dan dönüp sabaha Atatürk Havalimanı'nda yaptığı konuşmada “Bu mücadelenin karşısında faiz lobisi var” diyerek parmakla gösterdiği finans sistemiyle artık açıktan savaşıyoruz. Bugün Türkiye'de ekonomik seferberlik var. Dolarlar bozduruluyor, dövizle gerçekleştirilen finansal işlemler, ticaretler Türk Lirası'na çevriliyor. Kimileri başlatılan seferberliği 'Don Kişot'un yel değirmenlerine açtığı savaş'a benzetse de, bugün tüm piyonları geçtik, sistem ve sistemin çarkları ile karşı karşıyayız. Evet, yel değirmenleri sistemin çarkları, Dulsinya da bizim davamız.

Dışarıda neler olduğunu takip etmeyenler için, bu ekonomi seferberliği boş ve komik bir uğraş olarak görülebilir ama gerçekler hiç de öyle değil. ABD'nin Asya-Pasifik açılımının ardında, doların küresel hegemonyasına karşı savaş açan Çin var. Bu ayrı bir yazının konusu ancak ABD için yeni büyük tehdidin neden Çin olduğu burada saklı. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın Çin'le yaptığı TL-Yuan para takası da, Rusya ile TL ve Ruble üzerinden ticarete yönelik atılan adımlar da uzun ve kolay yürünmeyecek bir yolda başlangıç niteliği taşısalar da hafife alınacak gelişmeler değil. Işık bir kez daha Doğu'dan yükseliyor.

Ancak öte yandan Halep yanıyor, ve Halep'e insani yardımların dahi ulaşması için sunulan ateşkes tasarısına BMGK'da Rusya ve Çin 'hayır' diyor. Biz İsrail'le barışıyoruz ama İsrail'in Filistin'e uyguladığı zulüm ezanı yasaklamaya çalışacak kadar ileri gidiyor. Şüphesiz ki, bir egemenlik mücadelesi içindeyiz, bir bağımsızlık savaşı veriyoruz. Bu yüzden mücadelelerimizi sıraya koyuyor, bazılarını önceliyor, bazılarını erteliyoruz. İsrail'le varılan anlamayı pek çoğumuz böyle gördük, böyle yorumladık. Bazıları anlaşmayı “büyük bir zafer” olarak görüp 'muazzam bir başarı' gibi sunmaya çalışsalar da onlarla laf dalaşına girmedik, “Hayır, bu bir hezimettir,” demedik. Yine de hiçbirimiz, Cuma günü Çağlayan Adliyesi'nde görülen son Mavi Marmara davasında Savcı Hüseyin Aslan'ın duruşma sırasında sarf ettiği “Türkiye, sadece bu davaya özel olarak yaptığı anlaşma ile egemenlik hakkından vazgeçmiştir,” cümlesiyle yüzümüze tokat yemeyi beklemiyorduk.

Anlaşma metninde, “anlaşmanın Ankara ile Kudüs arasında akdedildiği” ifadesindeki Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak benimsetilmeye çalışılması gibi ciddi sorunlara şerh düşmelerine rağmen, yine de bugün karşı karşıya olduğumuz savaşlar gözetildiğinde bu anlaşmayı gerekli bulanlar bile, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin 'devletin egemenlik haklarından feragat ettiğini' söylemesini beklemiyordu. Yargılamalar devam edebilir ama zanlılar suçlu bulunurlarsa devlet anlaşma gereği kararı uygulamayabilirdi. Ya da mahkeme, İsrail'le Türkiye arasındaki anlaşma gereğince bu davaya bakma yetkimiz yok, dava düşmüştür diyebilirdi.

Ama egemenlik, öylesine feragat edeceğimiz, öylesine vazgeçebileceğimiz bir şey değildi. Hele ki Lozan'ın bir hezimet mi zafer mi olduğunu tartıştığımız zamanlarda, bugünün konjonktürü İsrail'e karşı egemenlik haklarımızdan feragati gerektiriyor ise, dünün şartları acaba neleri gerektirdi diye düşündürdü. Ancak daha da ötesi, FETÖ'nün dilini en çok sivrilttiği mücadele idi Mavi Marmara, ve en çok mücadele ettiği kurumların başında geliyordu İHH. İHH'ya ve şehit ailelerine Cuma günü mahkeme salonunda ve sosyal medyada yapılan muamele çok kişiyi incitti, “Davamız neydi, mücadelemiz kimleydi, bu yola neden çıktık, bu mücadeleye neden baş koyduk?” sorularını sordurdu.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT