1. YAZARLAR

  2. Faruk Beşer

  3. Tarihselciler Nerede Hata Ediyorlar?
Faruk Beşer

Faruk Beşer

Yazarın Tüm Yazıları >

Tarihselciler Nerede Hata Ediyorlar?

03 Şubat 2017 Cuma 14:54A+A-

İnsanoğlu içinde yaşadığı kültür, edindiği bilgi, ön kabulleri, kısaca varlığa, insanlara ve olaylara bakışı gibi pek çok şeyin etkisi altında düşünür. Kimilerini sever, onların hep haklı çıkmasını ister, kimilerine kızar, onların sürekli yanlış bilinmelerini arzular. Kimilerine taraf olur, onların dediği gibi demeye çalışır, kimilerine karşıdır, onlar ne söylerse aksini söyler. İşte bilginin tabiatı budur.

Bütün bu hengâmda âlim, nısfet duygusunu, aklıselimi ve sağlam bilgiyi merkeze alamazsa, hepsinden önemlisi de, çoğul olan 'ulü'l-elbâb ve rasihûn'dan olmak için, düşündüklerini diğer ehli ilimle tartışma gereği duymazsa bir tarafa meyletmesi kaçınılmazdır. Başarı, bütün bu etkenlere rağmen hakikati bulabilmektir.

Bu insani özelliklere tarihsellik meselesinde de çokça şahit oluruz. Meseleye çoğu zaman ideolojik yaklaşıldığını görürüz. Böyle olunca da herkes kendi ideolojisini bir bütün olarak savunur. Artık mesele doğrunun ortaya çıkması değil, benimsenen ideolojinin galip gelmesi meselesidir. Tuttuğu takımın her şeye rağmen galip gelmesini istemesi gibi. Biz bu halden masunuz demek istemiyoruz, hepimiz böyle olabiliriz, bundan Allah'a sığınmalıyız.

Bize göre 'tarihselci' denen arkadaşlarımızın ilk yanılgısı Kur'an-ı Kerim'i İslam ümmeti içerisinde durarak, onun tarihteki tecrübesini hesaba katarak, iyi anlaşıldığı zamanlarda neden anlaşıldığını, iyi anlaşılamadığı son asırlarda niçin anlaşılamadığını araştırarak anlamaya çalışma yerine, Batı'da geliştirilen ve de öncelikle Kitabı Mukaddes'i terbiye edip hayata müdahalesini sınırlamayı hedef alan yöntemlerle, kestirmeden anlayacaklarını sanmalarıdır. Yani paradoksal bir şekilde tarihsel olanı mutlak görmeleridir. Çünkü tarihsel olan aslında bizim yaşadığımız haldir, düşüncelerimizin ve yorumlarımızın kahir ekseriyetidir. Hatta bizim her bakımdan gerilediğimiz bir dönemde Batı'nın geliştirdiği modern, sırf akılcı ve pozitivist paradigmanın etkisinde düşünmemizdir. Tarihsel olan budur.

Pakistanlı bir âlim olan Fazlurrahman (Allah rahmet eylesin, taksiratını affeylesin) bu fikirlerine neden maddeten gelişmiş olan Amerika'da sahip oldu? Çünkü gördükleriyle düşünmek zorundaydı ve etrafında fikirlerini tartışıp test edeceği İslam mütefekkirleri de yoktu. Yani o bu kadarını yapabilirdi. Hata, onun söylediklerinin mutlak sanılıp ideolojiye dönüştürülmesindedir. Mağlup bir İslam Medeniyeti'ne sataşma ve onu terbiye etme ve cezalandırma arzusundan kaynaklanan suçlu arama aceleciliğidir.

Bu arkadaşlarımızın ikinci önemli hataları, insanları tarihselci olanlar ve olmayanlar kategorilerine ayırıp, her iki tarafın fikirlerindeki geçişkenliği görememeleridir. Tıpkı kategorik olarak modern ve gelenekçi diye ayıranlar gibi. Sanki eskiden beri böyle iki takım vardı ve düşünenler, yazanlar bu iki takımdan birine üye olmak ve onun söylediklerini paket program olarak almak zorunda idiler. Buna kızan anti tarihselciler de tepkisel olarak Kur'an-ı Kerim'in hiçbir şeyi tarihsel olamaz demeye başladılar.

Aynı durum Mutezile'nin Kur'an-ı Kerim'in mahlûk olduğunu savunması zamanlarında da oluşmuştu. Onlar Kur'an-ı Kerim mahlûktur derken, mahlûk olmadığı kanaatinde olanların bazıları ise buna tepki olarak, Kur'an-ı Kerim'e ait hiçbir şeyin mahlûk olmadığını söylüyorlardı. Elimizdeki Mushaf'ın kâğıdı, mürekkebi hatta cildi bile mahlûk değildir diyebilenler çıkıyordu. Tabii, böyle söyleyenlerin bulunması diğerlerinin de işini kolaylaştırıyordu. Tıpkı bugünün tarihselliğinde olduğu gibi.

Zaten o gün Kur'an-ı Kerim'in mahlûk olup olmaması meselesiyle, bugünkü tarihsellik meselesi hemen hemen aynı özelliklere sahiptir. M. Watt, o zamanlar Kur'an-ı Kerim'e mahlûk denmesinin arkasında yatan sebeplerden birinin de hilafetin lüks harcamalarına ayetlerle engel olmaya kalkışanları susturmak olduğunu söyler. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in mahlûk olduğu kabul görürse o ayetlerin sadece kendi zamanlarına hitap ettiği söylenebilecekti.

Bu olayda da Kur'an-ı Kerim hükümlerinin tarihsel olduğunu söyleyenler, zihinlerinde oluşturdukları karşı tarafı sanki onun her şeyini tarih üstü saydıklarını söyleyerek vuruyorlar. Onun belli bir zamanda nüzulü, belli bir dille ve belli olaylar üzerine gelmesi gibi pek çok yönü, bunların tarihin belli bir kesitinde gerçekleşmiş olması anlamında elbette tarihseldir, daha doğrusu tarihîdir. Ama böyle olması hükümlerinin tarihsel sayılmasını gerektirmez. Bunu söylemek öznel bir kanaat olur, en iyimser bakışla bir içtihat olabilir. İçtihatlar zannidir ve tarihseldir. Kur'an-ı Kerim ise, inananları nezdinde katidir. Zanni bir içtihat, kati bir hükmü ortadan kaldıramaz. Bunu ve buna benzer pek çok anlama usulünü Müslüman âlimler baştan beri zaten geliştirip kurallaştırmışlardı. Bu sebeple de tarihsellik sorunu diye bir sorunu hiç yaşamadılar. Nassın bulunduğu konuda içtihat olmaz, içtihatla oluşan hükümler zamanla değişebilir, hükmün gelmesine sebep olan olayın hususi olması hükmün umumi olmasına mani değildir… gibi.

Şimdi sıra daha net örneklere geldi.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT