1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Sempozyumlar Çağı Mı?
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Sempozyumlar Çağı Mı?

28 Mayıs 2009 Perşembe 21:50A+A-

Günlerdir sempozyumlar arasında yalpa vuruyorum. Bu arada sol Kemalist kadın yazarlardan Erendüz Atasü’nün Açıkoturumlar Çağı romanına göz attım. Okumaya geçmeden romanın adını ve son çeyrek yüzyılı düşündüm. Haklı bir adlandırma diye düşündüm. Atasü, yirminci yüzyılın son on yılında başlayıp 21. yüzyılda sürmekte olan tartışma toplantılarında okur yazar kesiminin Türkiye ve dünya konusundaki çatışmalarını ilginç bir biçimde kurgulamış. Lakin inancımıza hakaret edişine daha fazla dayanamadım. Okumayı bırakırken bir alıntıyla bu yazıya başladım:"Görebildiğim tek şey uzun sürmüş suskunluktan sonra herkesin kendi sesini keşfetme peşine düştüğü... Konuşuyor, bağırıyor ve birbirlerini pek az dinliyorlar.. Avrupalılar bizi anlamaya çalışıyorlar bunun için düzenliyorlar açık oturumları..." Bu arada Gizlioturum’u da 20. yüzyılın başında karşıt bir kurguyla Jean Paul Sartre’ın yazmış olduğunu belirtelim...

Merak edip eski dergi ve gazeteleri karıştırdım. Yaklaşık son iki üç yıl öncesine kadar, düşünce ve kültür dünyasıyla ilgili haberlerde, yazılarda ve söyleşilerde, sempozyum sözcüğüne bu günkü kadar sık rastlanmıyor.

Oysa şimdilerde, bu sözcük haftalık kültürel haberlerini çoğunun neredeyse ' açılış' sözcüğü  gibi. Örneğin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) 29 Mart yerel seçimleri öncesi, ÇYDD’nin 20. yıldönümü nedeniyle, Yerel Seçimlere Doğru Belediyeler” konulu sempozyum düzenlemiş. Dicle Üniversitesi’nde bu yıl ilk kez Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu gerçekleştirildi.

Ama çoğu kez sağırlar diyaloğu gibi geçiyor sempozyumlar…

Bir de sempozyumların geleneksel hale getirilmesi var ki o bambaşka bir durum. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD)  1978 yılından bu yana sürdürdüğü fotoğraf sempozyumlarını hakikaten gelenekselleştirmiş.

Elbette yararlı olanları, nitelikli olanları var. Ama insan sormadan da edemiyor:

Niçin bu kadar sempozyum var/yapılıyor?

Merakım, aslında iki soru/n/dan kaynaklanıyor. İlk soru, konusu ne olursa olsun herhangi bir konuya ilişkin olarak böylesine kapsamlı etkinliklerin nasıl kotarılabildiği. İkinci soru ise, bazı konularda yapılan sempozyumları, nasıl olup da sempozyum gibi cafcaflı bir etkinlik adının ardına sığınılarak cehaleti nasıl perdeleyebildiği.

Devam etmezden önce bir saptama: Adı sempozyum olan çoğu etkinlikte ne anlatıldığını sormaya kalkmak, sahiden sempozyum olan etkinliklere hakaret etmek anlamına gelebilir.

1942 Nisan’ında hayata veda etmiş olan Robert Musil’in Niteliksiz Adam’da otuzlu yıllarda, roman kahramanı Arnheim’ın ağzından kapitalizm üzerine söylettikleri geliyor aklıma: Para, tinselleştirilmiş kaba güçtür, kaba gücün kıvraklaştırılmış, çok yüksek düzeyde geliştirilmiş ve yaratıcı nitelikteki bir özel biçimidir” sözleri ile sempozyumların ekonomi politiğine de giriş yapılabilir.

Ticari yönetim ilkelerinin çok önemli konularda da uygulanması, duyarlılıklarımız için büyük aşınmalara sebep olabilecek durumda, saptamasının günümüzdeki gerçekliğini ve geçerliliğini görmek için ise, çok uzaklara uzanma zahmetine katlanmaya gerek yok. Bir kaç haftalık sempozyumlara bakmak yeter de artar. Kısır tabela çekişmelerine alet edilen ve heba edilen nice nimet geliyor aklıma ilk anda…

Kim ne derse desin, bir ülkenin kültürel ortamında bu tür etkinliklerin konumu, benim gözümde, öncelikli olarak ekonomi-politik düzenine bağlı bir seyir gösteriyor.

Görünüşe bakılırsa kimi kurumlar bu karmaşadan paylarını fazlaca almayı başardılar. Bu duruma karşı sanırım tek çare, bilincimiz üzerinde daha bir titizce durmaktır.

Tuzak gerçekten iyi kurulmuşa benziyor.

Kimi düşüncelerimin, savlarımın abartılı, giderek "fantezist" görüldüğünü, sayıldığını biliyorum. Bunlardan biri de herhalde bu sempozyum meselesi olacak! Bu yazıyla bir Türkiye panoraması çizmek istedim, bütün kargaşası ile sempozyumlar özelinde/üzerinden.

Gerçeğin hiçbir yalana benzemediği, doğrudur. Ama kimi zaman ortalığı, hiçbir gerçeğe benzemeyen yalanların kapladığı da doğrudur. Ve böyle zamanlarda yalan, inanılması ne kadar güç gelirse gelsin, kültürel hayat için de bir geçer akçe olup çıkabilir.

Sempozyumlar içersinde biraz daha “görmeyi öğrenmemiz”, sanırım yeterli olacaktır!

YAZIYA YORUM KAT