1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Liberalizm, Bir İfsat İdeolojisi
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Liberalizm, Bir İfsat İdeolojisi

26 Nisan 2012 Perşembe 19:02A+A-

İnsanların, toplumların ve doğanın fıtratı vardır. İnsanın bireysel yaşamındaki davranışlarını ve toplumsal ilişkilerini belirleyen siyasal, ekonomik ve hukuki kurallar yaratılışa uygun ise o insan ve toplum sağlıklıdır. Taşkınlık ve haddi aşmak ise yaratılışa uygun olan bu fıtratları bozar. İnsan nefsindeki takva ve islah fıtri durumun, tuğyan ve ifsat da gayri fıtri/fücur durumların karşılıklarıdır.

“Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',

Sonra ona fücurunu ve takva’yı ilham edene andolsun.

Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur.”  91 Şems 7-9

 “Öyleyse sen yüzünü hanif olarak Allah'ın o fıtratına çevir ki; Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din budur.” 30 Rum 30   

Yeryüzünü korumak ve imar sorumluluğu insanın halifelik görevidir. İnsanoğlu aslı itibari ile özgür ve iradi yaratılmıştır. Bu özgürlük “Dilediğinizden yiyin için fakat haddi aşmayın”1 sorumluluğu ile içi içedir. Ve sorumluluğun terk edilmesi ile oluşan fıtri bozulmalar, başına gelecek felaketlerinde müsebbibidir.

Sebt Günü ve Tüketim Hırsı

Araf suresinde, İsrail oğullarının tarihi olarak bize anlatılan topluluk davranışında “Sebt Günü”2 anahtar bir kelimedir. Bir Müslüman’ın konu ile ilgili ayetlerden ilk ve yalın olarak anlayacağı şey; Allah’ın belirlediği sınırı aşan toplulukların sonuçta felakete uğradıklarıdır. Bu anlamın hemen devamında sorumluluk sahibi olan her Müslüman, ayetlerin kendi hayatındaki ve ilişkilerindeki yönlendirici etkisine bakar.  “Ulul Elbab” ya da “Rasihun” özelliklere sahip olan topluluğun yön vericileri ise, çok daha fazlası ile buradan bir toplum davranışı çıkarırlar ve toplumu ona göre yönlendirirler.

Surenin anlatılan bölümünde, seçilmiş 703 kişiden, temizlenen4 kişilere yazılan; iyiliği emretmek kötülükten alıkoymaktan söz eder. Yine bunun için Kelimeleri getiren Elçiye5 tabi olmaktan, adaleti gözetmekten ve bunun için sözü değiştirenlere karşı dikkatli olmaktan bahseder. Bütün bu toplumsal sorumluluk çerçevesini vurgulayan anlatım üzerine bir “Sebt Günü” tanımlaması yapmalıyız.

Sebt6 kelime anlamı ile ‘istirahat’ ya da ‘tatil’ olarak kullanılır. Diğer Kuran ayetlerinde ‘dinlenme vakti’ olarak ‘gece’7 için aynı kelime kullanılır. İsrail oğullarının 12 aşireti içinde aynı kelimenin türevi kullanılmıştır8. “Sıbt” yani yerleşmiş, bölgeye iskân olmuş, oranın sakinleri anlamında, Musa(a.s)’ın yönetici vasfı ile Allah’ın ayetleri doğrultusunda kavmi arasında dengeyi gözetmek için yaptığı bir uygulamadır.

Sebt/Şabat Günü: Yahudi geleneksel inancına göre, cuma akşamından cumartesi akşamına kadar olan süre olup, Tevratta 10 emirden birisidir. Allah’ın 7. gün dinlenmesi ile açıklanmaya çalışılır ki, biz Müslümanlar Allah’ı ‘yorgunluk’, ‘dinlenme’ gibi yaratılmışlara mahsus durumlardan tenzih ederiz. ‘Şabat günü’ndeYahudiler, Tevrat okumak ve dua etmenin haricinde başka bir iş yapmazlar. Öyle ki, Şabat’ı çiğneyen için ölüme varan sert önlemler alınır.

"Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabbe Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dâhil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben, Rab yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Gününü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim” Tevrat Çıkış 20 Bölüm

“İsrailliler çöldeyken, Şabat Günü odun toplayan birini buldular. Odun toplarken adamı bulanlar onu Musa'yla Harun'un ve bütün topluluğun önüne getirdiler. Adama ne yapılacağı belirlenmediğinden onu gözaltında tuttular. Derken Rab Musa'ya, ‘O adam öldürülmeli! Bütün topluluk ordugâhın dışında onu taşa tutsun’ dedi. Böylece topluluk adamı ordugâhın dışına çıkardı. Rabbin Musa'ya buyurduğu gibi, onu taşlayarak öldürdüler.” Tevrat, Sayılar 19. Bölüm

“Rab diyor ki, Şabat Günü yük taşımamaya, Yeruşalim kapılarından içeri bir şey sokmamaya dikkat edin. Ancak beni dinlemez, Şabat Günü Yeruşalim kapılarından yük taşıyarak girer, o günü kutsal saymazsanız, kentin kapılarını ateşe vereceğim. Yeruşalim saraylarını yakıp yok edecek, hiç sönmeyecek ateş.” Tevrat, Yeremya 17. Bölüm

Hristiyanlık inancı ise İncil öğretisinde anlatılan bazı kısımlarla içeriğindeki asıl anlama dikkat çeker.

“Sebt günü İsa ekinler arasından geçiyordu. Öğrencileri başakları koparıyor, avuçları içinde ufalayıp yiyorlardı. Ferisilerden bazıları, ‘Sebt günü yapılması yasak olanı neden yapıyorsunuz?’ dediler. İsa onlara şöyle karşılık verdi: ‘Davut'un, kendisi ve yanındakiler acıkınca ne yaptığını okumadınız mı? Allah’ın evine girdi, kâhinlerden başkasının yemesi yasak olan adak ekmeklerini alıp yedi ve yanındakilere de verdi.’ Sonra İsa onlara, ‘İnsanoğlu Sebt gününün de Rabbidir’ dedi”Matta 12, 1-8

“Bir Sebt günü İsa havraya girmiş ders veriyordu. Orada sağ eli sakat bir adam vardı. İsa'yı suçlamak için fırsat kollayan din bilginleriyle ferisiler, Sebt günü hastaları iyileştirecek mi? diye O'nu gözlüyorlardı. İsa, onların ne düşündüklerini biliyordu. Eli sakat olan adama, ‘Ayağa kalk, ortaya çık’ Dedi. O da kalktı, orta yerde durdu. İsa onlara, ‘Size sorayım’ dedi, ‘Kutsal Yasa'ya göre Sebt günü iyilik yapmak mı doğru, kötülük yapmak mı? Can kurtarmak mı doğru, öldürmek mi’ Gözlerini hepsinin üzerinde gezdirdikten sonra adama, ‘Elini uzat’ Dedi. Adam elini uzattı, eli eskisi gibi sağlam oluverdi. Onlar ise öfkeden deliye döndüler ve aralarında İsa'ya ne yapabileceklerini tartışmaya başladılar.” Luka 6, 1-5

Yahudilik, Sebt gününün manasını metafizik boyuta öteleyerek iktisadi boyutunu kaybettirmiş, sosyal yönünü de katı bir şeriat kuralı olarak tutucu bir seremoniye çevirmiştir. İsa’nın hikmetli yaklaşımı ile sebt gününün toplum üzerindeki anlamsız baskıya dönüşmüş hali kaldırılır. Birçok İslam âlimi de Sebt günü olarak belirlenen Cumartesi yasağının yeni şerait ile kaldırıldığı fikrindedir.

Biz Sebt gününün genel anlamı üzerinden fıtrata seslenen mesajını göz önüne alacağız.

Dengeyi gözetmenin, insan iç dünyasındaki fıtratını korumaktan, insanın tabiat ile ilişkilerinden onu imar etmeye kadar birçok boyutu vardır. Bu ‘insanın doğası’, ‘eşyanın tabiatı’ ya da ‘doğanın dengeleri’ olarak birçok telaffuzlarla karşımıza çıkar. Biz surede geçen anlatımın asıl vurgusuna, toplumsal boyutuna eğilelim.

İnsan nefsinde takva’nın yanında fücur da bulunur. Fıtratı bozan bu fücur; Hırs kibir, sınırsız sahip olma ve sorumsuzca tüketme şeklinde toplumsal bir hayat tarzı oluşturur. İsrail oğullarının fasık olanları, Musa(a.s)’dan sürekli bu fucür’u talep ederler, sebt gününü çiğneyerek ve haddi aşarak şaşkın9 maymunlara dönerler.

‘Sebt’ günü nasıl çiğnenir?

Sebt gününü çiğnemek sadece hırs ve tamahkârlıkla açıklanabilecek bir durum değildir. Dengeyi gözetmeyen insan için de, bu durumda kendine/nefsine zulme dönüşen bir sebt günü çiğnemesidir. Ailesine vakit ayırmayan, arkadaşlık ilişkilerinde ünsiyet geliştiremeyen, sanat, edebiyat, spor ve tatil gibi gereksinimleri sadece ideolojik formatta okuyan insanın hali de bu sonuçlara evrilir. Öyle ki; aşırı muhafazakârlık, münzevilik gibi eğilimler aynı sonuçlara kadar ulaşır. 40 yıl akşam abdesti ile sabah namazı kılan veli kullardan söz edilir. Açıkça sebt’i çiğneyen, gecenin yarısı ya da üçte birinde kalk ve oku emrini çiğneyen, Allah’ın helal kıldıklarını kendilerine haram kılan bir profil örnek olarak sunulur. Ve hatta sorumsuzlukla (ibadetleri ulaşılmaz kılarak, insanüstü evliyalara atfederek) toplumsal görevlerden kaçan bir zihniyetle tamamlanır.

Fıtratı/doğayı çiğnemek ve sorumsuzluk içi içe gelişir.

Sefihlerin bu hareketleri yüzünden sürüklenen bir helak/felaket nedir?

Allah sefihlere10 zulmetmez, onlar kendilerine zulmetmektedirler. Sebt bozulduğunda insan psikolojisi bunalıma girer, tabiat kusar, toplumlar ya kendi pisliği içinde yavaş yavaş yok olur ya da karmaşa durumlarında insanlıktan çıkaran hezeyanlar gösterirler. Çıkarlarının, yaşam tarzlarının tehlikeye girdiğini fark eden Laiklerin militerleşmesi, Avrupa topluluklarında yükselen Neofaşist akımlar ve ABD’nin Neoconları gibi örnekler bu hezeyanların ürünleridir.

Liberal-Kapitalist kültür,

Münzevi, muhafazakâr topluluklar,

Aşırı İdeolojik ve marjinal kişilikler,

Sorumsuz ve savruk insanlar,

Evet! Bunların tümü, sürekli “Sebt” gününü çiğnemektedirler.

Liberal Düşünce Tarzı ve Kapitalizm

Yüzyıllarca krallar ve firavunlar insanları acımasızca tüketene kadar çalıştırıp ezdiler11. Birçok saldırgan topluluk, yine yağmacı davranışlarla bunu diğer topluluklara karşı uyguladılar. Saldırgan bir kişi ya da topluluk, diğerleri üzerindeki tahakküme dayalı iktidar için elindeki değişik güçleri kullanır. Bu güçler kaba kuvvetten başka siyasi otorite, mülkiyet, para, entrika, dinsel ruhban sınıfı hatta bilgi dahi olabilir.

Emperyalizmin ilk döneminde, Batı dünyası diğer yerli halkları ve kültürleri yok edercesine yağmacı bir saldırı gerçekleştirdi. Kolonyalizm12 döneminde ise ülkeler artık müstemleke halinde iliklerine kadar sömürüldü ve sefalete sürüklendi. Nihayetinde Kapitalist dönemde görünür bir işgal olmadan, dünyayı bir Pazar haline getiren ekonomik sömürüye yöneldi

Günümüz Global-Liberalizmi’nin bariz özelliği de aynı tüketim duygusudur. Artık Dünya halklarının doğal kaynaklarının sömürülmesinin, iktisadi bağımlılığa düşürülerek sömürülmesinin yanında toplumsal yapılarının daha çok tüketen yapılara dönüştürülmesi aşamasındadır.

“Liberal” kelime anlamı ile özgürlükten daha öte, ideolojik ve materyalist bir kavramdır. Liberalizm’in 5 temel ilkesi ideolojik yapısı hakkında yeterli, ipuçları barındırır.  

1- Bireysellik

2- Akılcılık 

3- Piyasalarda sınırsız serbestlik ve fiyatların kendiliğinden belirlenmesi

4- Devletin sınırlılığı

Bireyselleştirme toplumsal dayanışmayı ve örgütlü muhalefetleri azaltan çözen yapısı ile kültürel boyutta bir yaşam tarzıdır. Özgürlüklerin göreceli artması basit bir freedom halinden ekonomik serbestîyi içeren hayat tarzı olarak liberty ve en nihayetinde insanı bütün değerlerden uzaklaştıran emansipasyona dönüşür13. Özellikle fıtri bozuklukların bile kabullenilip, yaygınlaştırıldığı emansipasyon sadece liberallerin değil, seküler Batı kültürünün sosyalizm dâhil, bütün siyasal eğilimlerinde görülen bir sapkınlık halini alır. Bazı sosyalist yapı, eğilim ve yönetimlerin bunun toplumsal sakıncalarını gördüklerinden totaliter yöntemlerle buna önlem almaları sık karşılansa da sadece nesnel önlemlerle karşı çıkılamayacak bir paradigma sorunu ile başa çıkamamaktadırlar.

“Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler” 2 Bakara 11-12

Akılcılık, ilerleyen gelişmelerle ampirizm/deneyciliğe ve sonra da sekülerizm’e evrilir ve bu vazgeçilmez bir laiklik saplantısı ile iç içedir. Liberalizm, sınırsız tüketim üzerine bir ideoloji; Öyle ki bunu değerleri tüketen bir ahlak anlayışında ve günümüzde birçok sapkın kesimlerle ortaklığında görürüz. Batı siyasal ve sosyal modellerinin tamamı bu süreçte diğer kültürleri Liberal zihin ve tüketim yapısına dönüştürme işlevi görmektedir. Öyle ki, Batı kültürünün kendi içerisinden Kapitalizme karşı itiraz yükselten akımları bile, Liberalizm ile kavgalarında yenilmelerinden geriye, Doğu Bloğu ve 3. Dünya ülkelerinin Liberalizme uymayan toplum yapıları için çözücü işlevleri ile kaldılar.

Liberalizm’in önemli temsilcilerinden John Stuart Mill14 Ahlak’ın temelini mutluluk ve hazza bağlar. Hazzı insanın en büyük amacı ve mutlak ölçüsü olarak görür. Liberalizm akımının diğer önemli bir ismi Thomas Hobbes15 felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını benimser. Liberal ekonomist Milton Friedman16 devletin sosyal yardımlarına karşı çıkan “Bedava öğlen yemeği diye bir şey yoktur” sözünün de sahibidir. Bernard Mandeville17 tasarruf ve yardımseverliğin toplumsal ekonomik yapıda durgunluk sebebi olduğunu, rekabet ve ticari krizlerin ise iş bölümünü hızlandırdığını söyler. Bir yandan toplumsal yardımlaşmayı küçümseyen, diğer yandan aç kalmış insanların ancak kapitalist üretim-tüketim güdüleri ile doyabileceğini öğütleyen ahlaksızlık. Genel iktisadi uygulamalarında ve toplumsal yapılanmasında Liberalizm ahlak değerlerini önemsemez, insanları git gide bireyselliğe ve sorumsuzluğa sürükler. Sosyalist, Marksist, Muhafazakâr ya da demokrat birçok düşünce akımının iyi kötü bir ahlak anlayışı ve tanımlama çabası varken, Liberalizm’in literatüründe böyle bir şey yoktur.

Liberalizm iktisadi anlamda ise Kapitalizmin zihni zemininidir. Tüketim çılgınlığı, doyumsuzluk ve nefsi tahrikle türeyen dengesiz/sınırsız üretim-tüketim ilişkisi, doğayı olabildiğince ve ölçüsüzce tahrip etmek şeklinde ortaya çıkar. Bu zihin ile artık insanlar gönüllü köleliğe sürüklenmiştir. Eğlence anlayışı, sanat anlayışı, tatil anlayışı sürekli tüketim ve harcama üzerinedir. Bütün gün insan sömüren kapitalistler, gece çılgınca tüketirler. 11 ay çalışıp bir ayda kapitalistçe yaşayan orta sınıf, 360 gün çalışıp 5 gün kapitalistçe tüketen alt sınıf oluşur. En sefillerin bile seyrederek mutlu olduğu sanal refah oluşturulmuştur. Sürekli Sebt’i çiğneyen Batı Kültürü, artık bunun sonucu kişisel boyutta intiharlara varan, toplumsal boyutta ise sürekli tüketen ve bunu karşılamak için üretmek zorunda olan, bu arada robotlaşan insan topluluğu oluşturur. Totaliter sistemlerin zorla yaptığı artık ikna ile ve göz boyama ile yaptırılır.

Her ne kadar Liberalizm ile İslam’ı uzlaştırmaya kalkanlar olsa da tarih boyunca Kapitalizm ve onun fikri temeli Liberalizm “Değerleri” sadece taktik bir amaçla kullanır. Liberalizm içerisindeki Klasik Liberalizm, Liberteryenizm ve Anarko-Kapitalizm gibi ayrımlar18 da sadece “Devlet” erkine karşı farklı şiddetteki tutumları nedeniyle yapılmıştır. Bu, despotik rejimler yıkılmaya yüz tuttukça evrimleşen Liberalizm maskelerinden başka bir şey değildir. Hâlbuki ahlaki (olmayan) öğretileri liberalizm’in genlerinde vardır.

“Halk yığınları, oy veren,  milyonlar sahte doktrinlere alet oluyorlar. Ancak ve ancak piyasa üzerine kurulu bir toplum modeli onlara arzuladıkları refahı verebilir. Ama halkı ikna etmek için önce elitleri, aydınları ve iş adamlarını ikna etmek gerek. Demokrasilerde hakim olan bu anlayış kırılmalıdır” Ludwig Von Mises19

Açıkça bütün toplumsal hareketler Liberaller için yönlendirilecek sürülerdir. Mısır’da Tahrir meydanında ve Libya’nın çatışma meydanlarında Müslümanlardan, Muhafazakâr kuruluşlara, Kıptilerden, Demokratlara, yeni nesil (birazda Batı hayranı) gençlere, sosyalistlere kadar birçok kesimi görebilirsiniz. Ama Liberaller ve onların ifsat ürünleri lezbiyen, homoseksüel ve diğer sapkınları buralarda yoktur. Liberal merkezler belki perde arkasından ipleri tutanlar olarak gösterilseler de, toplum üzerinde “Kadiri Mutlak” olmadıkları kesin. Sol materyalistlerin dar bir perspektifle “Ekmek Ayaklanması” şekline indirgedikleri özgürlük ve adalet istekleri ile oluşan hareketler, Liberal materyalistler tarafından haz/şehvet ayaklanmasına dönüştürülmeye çalışılır. Bunun üstesinden gelebilecek Toplumsal Islah Programı olan İslami kesimlerin böyle hezeyanlara ihtiyacı olmadığı gibi Liberal yaşam tarzının önündeki en büyük engellerdir de. Toplumsal kesimlerin hemen hemen tamamının diktatöryal yapılara karşı olup bir çeşit ittifaklar oluşturmalarına karşın, kitlesel bazda ve mücadele geleneği içerisindeki İslami Yapılanmalar ayaklanmaların en kritik zamanlarında ve sonrasında ağırlıklarını hissettiriyorlar.

Liberalizmin Karşıtı Ne Totaliterizmdir Ne de Otoriterizm

Dünyanın değişik coğrafyalarında Müslümanların, militer yapılara karşı liberallerle bazı ittifaklar yaptıkları görüntüsü vardır. Türkiye Müslümanları da yine liberallerle gözlenebilen, açık bir çatışmaya girmemektedirler. Bunda Liberalizm’in özü itibari ile devlet despotizmine karşı olduğu yargısı da vardır. Eski şartlarda materyalist ve pragmatist ahlakının gereği despotik rejimlerle işbirliği yapan “Klasik Kapitalizm” değişen şartlarda despotik rejimlerle kısmen çatışmak zorunda kalmıştır. Günümüz Türkiye’sinde az da olsa Kemalizm despotizminden kurtulmaya çalışan Liberallerin ortaya çıkışı da bu minvaldedir. Oysa gerçek anlamda, despotik rejimlere karşı ittifak yapılan hareketlerin, liberal kimliklerinden çok muhafazakâr ya da demokrat karakterleri daha baskındır. Liberalizm olsa olsa bunların sırtındaki kamburdur.

 Liberaller bireysel davranan dindarları baş tacı ederlerken, kurumsal yapıları ise yozlaştıracak baskı altına alır. Özellikle yaşadığımız ülke de, “Değer” üzerinden oluşan bütün söylemler, kampanyalarla yargılanır ve üzerlerinde baskı oluşturur.

Kapitalist para politikasının en ünlü ismi Milton Friedman’a16 göre faşist yapılanmalar ve diktatörlükler ekonomide özel girişime olanak tanıdıkları durumda totaliter yönetimler sınıflamasına girmez. Bu nedenle Ortadoğu dikta, şeyhlik ya da krallıklarda kapitalist sistem için özgürleştirilmesi diye bir problem yoktur. Gerek iktisadi gerekse siyasi anlamda halk tabakalarının yönetimlere katılımları sonucu kontrol daha zor olacaktır. Zira Ortadoğu halkları yoğun bir İsrail ve Batı karşıtlığı içerisindedir ve yaşam tarzları olarak Batı normlarına göre feodal tüketim biçimleri dikta ve saltanatlar eli ile daha kolay sekülerleştirilebilir. Nitekim gerçek liberal kimlikler daima gücün yanındadırlar, halk tabakalarından yoğun destekleri yoktur ve çöken rejimlerde ise gemiyi ilk terk eden fareler gibi yeni sisteme entegre olmaya çalışırlar.

Liberal think thankçı Leonard Binder20 tarafından İslami bir Liberalizm’in Orta doğu’ya örnek sunulması, diktatörlükleri ve saltanat rejimlerini sonuna kadar destekleyen Kapitalist blok’un, onların yıkılmaları mukadder olduğunda alternatif bir çabasıdır. Şu an ana çatışma ekseni intifada sonrası yapılanmada İslami örgütlenmelerle bu tip Liberal liderler arsındadır. Bu hesabın önündeki en büyük engel ise Liberalizm çözümlemesini iyi yapmış İslami Islah hareketleridir. Vodafon gibi bazı şirketler Mısır intifadasının en hararetli anında Mübarek rejiminin isteğini yerine getirirler ve muhaliflere yönelik önlemler alırlar. Liberalizm’in devlet otoritesine karşıtlığı ancak kendi serbest sömürü çarkını sınırladığında ortaya çıkar. İtalya başbakanı Berlusconi gibi Libya ile ekonomik ilişkileri ve klasik İslamofobi tutkunları sonuna kadar Libya diktatörünün yanında dururlar. Bu örnekler, kendi çıkarları doğrultusunda despotik yönetimlerle pek sorunları olmadığının da açık göstergesidir. Liberalleri despotik rejimlerden uzaklaştıran temel etken yine piyasa ekonomisidir. Bu, totaliter sistemlerin Dünya Kapitalist sistemdeki ekonomik paylarının düşük olması ile açıklanabilir.

Liberalizmin halka yönelik bir ajitasyonu (kışkırtıcı propagandası) da çökmüş olan totaliter beşeri sistemler üzerinden yaydığı korkudur. Ne yazık ki İslam’ı baskıcı ve militer yorumlarla saptıran kimi devlet ve kurumlarda bu tuzağa düşmektedirler. Yeni durumun Kapitalist dünya ile çatışan İslami yapılanmalar arasındaki gerçek mücadeleyi görünmez kılan diktatörlükler ve onların anti-emperyalistliği gibi illüzyonlar üzerinden hala Stalinist politikalardan kurtulamamaktadırlar. Totaliter sosyalist sistemler liberalizm ile aynı düşünsel yapıları, ama yetersiz motivasyon kaynakları ile liberalizm’e alternatif/karşıt olma savaşını kaybetmişlerdir. 3. Dünya ülkelerindeki diktatöryal, tek partili, faşist ya da şeyhlik, krallık gibi otoriter yapılanmalar çıkarlarına göre kutuplu dünya döneminde Sosyalist blok ya da kapitalist bloklara yanaşarak varlıklarını devam ettirmekteydiler. Krallıklar ve diktatörlükler, Sovyetlerin çöküşü ile tek liberal kutuplu dünyada Batı Kapitalizmi ile onları taklide yönelen Rusya ve Çin kapitalizmi arasında yer alarak liberalizme bırakın karşıt olmayı tam tersine yamanmaktadırlar.

“Krallar bir ülkeye girdikleri zaman, orayı kırıp geçirirler” 27 Neml 34

Türkiye, Devlet Kapitalizminden Serbest Piyasaya Geçiş

Türkiye de ise; değişim isteği ile Ak partiyi iktidara taşıyan ne liberal aydınlar ne de onların kapitalist ortaklarıdır. Ancak iktidar olduktan sonra, onlara yapışan bir virüs ve nevzuhur yeşil sermayede ortaya çıkan yozlaşmanın ürünü liberalleşeme/kapitalistleşmedir. Birçok durumda İktidar, sağlıklı bir Liberalizm okumasını yapamamanın bedelini ödüyor. Ne yazık bu okumayı yapamayan birçok İslami kesim de, söz konusu Liberal ve onun yapışkanları ile aynı kareye girmeyi göze alabiliyorlar. Çağdışı Kemalizm ve laiklik ekseninde olmasa bile Liberal zihniyetin ihracı daha güçlü ve derin tehlikedir.

Gerçekte Türkiye cumhuriyeti ilk yapılanma döneminde Kapitalizm’i kabul etmiş bir devlettir. Devlet kapitalizmi olarak adlandırılan bu dönemde oluşturulan sermaye sınıfı tam anlamı ile besleme ve tekelci, devletçi güçle takviye edilmiştir. Serbest piyasanın tam rekabeti unsurları ile değil devlet olanakları ile palazlandığından, teknik, mesleki ve girişimcilik yeteneklerinden daha çok Devletle olan bağlantılarındaki yetenekleri ile öne çıkar. İkinci harbin ardından Avrupa Faşist yapıların çökmesi ile Truman doktrini ve Marshall yardımları ile Çöken Avrupa ülkelerinin kısmi olarak serbest kapitalizme geçmesi politikasına gidilir ve konjonktürel konumu gereği Türkiye buna dâhil edilir. 1947 CHP iktisat kurultayı ile bu doktrinin gereği bütün kararlar alınmasına rağmen, Yapılanmasındaki totaliter ve bürokratik katılık CHP’ni bu programı uygulamasını zorlaştırır. Toplumsal tepkinin ve desteğin azlığı da bunu kuvvetlendirmekte, gelişen başta toprak sermayedarlığı ve ikinci kuşak girişimcilik CHP’yi iktidarından eder. İttihat Terakki içerisindeki köklerinden beri devam eden ve CHP içerisindeki 2. gurupçuların önderliğinde oluşan DP CHP’nin alamadığı kitle desteğini, serbest piyasa girişimciliğini ve ikinci kuşak sermayedarları toplayarak devletçi kapitalizm’den liberal kapitalizme kısmi geçişi sağlar. Kısmi geçiş diyoruz çünkü bu sanayi atılımlarından daha öte Batı pazarına, sermayesine açılma ve Tarımsal üretim, piyasa tüketimi hacimlerindeki artışa yöneliktir. Bu uyarlama biçimi sonraki dönemlerde de değişmeden sürer. 12 Eylül öncesi 24 Ocak kararları, bir çeşit Reaganizmi-Teatcherizm olup klasik sağ ya da sol partilerin yapmaya genetik yapılarının müsait olmadığı ama ANAP tarafından uygulanabilen ekonomik modellerdir. 28 Şubat sonrası AkParti de Derviş’in ekonomik politikalarının istikrarlı uygulayıcısı olur. İlginçtir her Liberal ekonomik aşamada bireysel özgürlüklerin ve toplumsal örgütlenmelerin imkânları totaliter partilerden daha geniş olanaklar sunmasına karşılık, kitlelerin idealist yapılanmaları daha bir çözülmektedir.

Liberalizm İle Kültürel Kapışma

Dünya üzerindeki bu ittifaklar ve yaşadığımız coğrafyadaki mücadele metotları geliştirme çabaları, toplumun öncelikle baskıdan kurtulması için anlaşılır bir önceliktir. Bu stratejik ama geçici bir durumdur ama hâlihazırda derinde gerçekleşen, kültürel ve uzun vadeli süreçte ise belirginleşecek gerçek kapışma, Liberallerle Müslümanlar arasında olacağı açıktır. Zira “Liberalizm” daha derinlerinde, medya’dan tröstlere, reklam ajanslarına kadar güçlü ağı ile toplumu ve insanı afyonlaştıran, tüketen yaratığa çeviren ve günümüz şartlarında devletlerden daha güçlü bir ideolojidir. Bu fiili cephe çatışmasından çok daha derinlemesine ve kapsamlı bir çatışmadır. Dünya tarihinde Nuh, Lut, Ad ve Semud kavimlerini, Kitaptan uzaklaşan İsrailoğullarını felaketlere sürükleyen ve hatta İslam’ı saltanata çeviren; Liberalizmin de özündeki sapkınlıklardır.

Yukarıda değindiğimiz süreçteki, Türkiye siyasal hayatında DP, Sağ Partiler ve nihayet Ak Parti sürecinde Muhafazakâr-Milliyetçi iktidarlar totaliter yöntemlere nazaran göreceli bireysel hareket alanları açsa da ciddi bir sekülerleşme, liberalleşme ile Müslüman toplumu baskıcı sistemlerden daha derinden etkileyip yozlaştırmaktadır. Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin önüne de çıkan ve artarak sürecek potansiyel tehdit budur.

Yüzyılın başındaki totaliter yönetimler, karizmatik diktatörler dönemi kapanmıştır. Batı ile mücadele sahasında; bilek güreşi ve isyanın ötesinde köklü bir öze dönüş zihnine sahip olmayan kimi Müslümanlar hala eski totaliter kalıntıların savunusunu yapıyorlar.

“Onlar, şehirlerde tuğyana dalmışlardı.

Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış, arttırmışlardı.

Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azab kamçısı çarpıverdi.

Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.

Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der.

Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.

Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz.

Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” 89 Fecr 11-19

Liberalizmin Sahte Düşmanları

Liberalizm sekülerleştirici özelliği ile tam bir Şeytani vesvesesi karakterine sahiptir. İnsanı ve toplumu, fıtratına aykırı ama nefsine hoş gelen bir tuğyana, tüketim özentisine, sürükler. İnsana bireysel özgürlüğünü verdiğini söyler, Örneğin kılık kıyafetine karışmaz, dindar ailelerin içerisine yasal baskılarda bulunmaz, çocukların eğitimi ailelerin üzerindedir. Sosyalist, Faşist, ya da 3. dünyacı Kemalist Metodoloji21 uygulayıcıları, Diktatörler ve Batılılaşma yanlısı Krallıklar bütün bunları totaliter, baskıcı, tek tipleştirici bir toplum Mühendisliği ile yapar. Açıktan açığa ben sizin İnançlarınıza karşıyım ve onları yok edeceğim diyerek gelir. İkna edemez ama fiili baskı yapar, bu baskı altında kalan ve yurtdışına kaçan Müslümanlar Sosyalist bir ülkeye değil yine Kapitalist bir ülkeye gider. Kemalist tek parti dönemi Türkiye’si, Şah İran’ı ve Ulusalcı-Baasçı22 Arap Diktatörlüklerinden kaçan muhaliflerin yönleri genellikle Batı ülkeleridir. Bu kaçanları burada büyük bir mücadele bekler göreceli özgürlük ortamına karşılık kafaları çelen, yaşam tarzını değiştiren, nefsine seslenen, kendisini olmadı ailesini, çocuklarını değiştiren bir kültür taarruzu altındadır. Silahla Tankla çözülemeyen değerlerin aşınması tehlikesi çok daha fazladır. Ama mücadele tarzını şiddet ve sert söylemlerle yaptığında daha başarısız olacaktır.

“Dinde baskı yoktur. Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur.” 2 Bakara 256

Bütün bu görünümlere karşı Liberalizmin bu ayartıcı potansiyel şeytanlığı kendi iktidar alanı dışında birden değişir. Üçüncü dünya ülkelerine müdahalelerinde kendi toplumlarına göstereceği kötü görüntü ihtiyacı vardır. Burada Emperyalizmle savaştığını sanan ama totaliter zihniyetli yapılanmaların ve hatta bunların desteklediği dikta yönetimleri sayesinde bu görüntüyü olabildiğince süslerler. Ve nihayetinde kendi topraklarında yapmaya gerek duymadıkları zulüm ve katliamlara kılıfta hazırlarlar. Öyle ki işgal ettikleri yöre halklarından bazılarını bile bu anti-emperyalist totaliter hasımlarının sayesinde taraflarına çekmeyi başarırlar. Irak’ta Saddam korkusunun Şii ve Kürtler üzerinde, Esad korkusunun da Suriyeli Nusayri23 harici kesimlerde kullanıldığını açıkça gördük. İşin trajik yanı bunu sağlayanların da bizzat Saddam ve Esad’ı desteklemeye kalkan, onların varlıklarını Emperyalizme karşı sanan pragmatist ve totaliter zihniyetler olmasıdır. 

“Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik düzenlik bırakmıyorlardı.” 27 Neml 48

Diğer yandan Birçok Kitaba varis olan birçok Müslüman “Nasılsa Bağışlanacağız”24 aymazlığı ile liberallere tabi oluyor. Buna karşılık, ismi tam konulmamış ama derinden derine bir mücadele sahnesini izliyoruz. Liberalizm ile olan nihai kapışmanın kapısı aralanmış durumda.

Acımasız Rekabete Karşı Dinamikler

İnsan doğasının gereği rekabet, gelişmeyi tetikleyen ve başarının karşılığını veren bir motivasyondur. Rekabetin bir sinerjik25 ile bir de diyalektik26 ile gerçekleşen iki formu bulunur. Toplumsal dayanışmayı kuvvetlendiren Sinerjik rekabet daha çok Doğu kültürlerinin bir uygulamasıyken, Batı kültürü daha bencil olan Diyalektik rekabet üzerine şekillenir. Batı dünyasında, rekabet unsurunu tamamen göz ardı eden diğer akımların yanında Liberalizm önemli oranda İktisadi ve hiyerarşik üstünlük elde etti.

Kapitalizm arz-talep üzerinden hareket eder ve tüketim güdüsü ile sürekli talebi arttırıp yaşam tarzını değişime zorlar. Teoremlere göre işgücünün piyasaya sürdüğü ürün tüketilmediğinde işsizlik artar. Sürüm arttıkça da fiyatlar düşer ve üretim karlı olmaktan çıkar. Kapitalizmin krizlerini buna dayayan muhaliflere karşılık, kapitalist sitem yeni Pazar alanları açarak buna cevap verdiğini söyler. Oysa teorem baştan problemlidir. Teknolojik gelişme üretim gücü ve yoğunluğunu arttırarak işgücünden tasarrufla karlılığı devam ettirirken, işgücü fazlasın da hizmet sektörü gibi refah seviyesini arttıracak alanlara kayar. 1960’lar sonrası hizmet sektörlerindeki istihdamın sürekli artışı ve proleter/işçi sayısını geçmesi bunun göstergesidir. Bu teoremin gerçek dışılığına rağmen, Anti-kapitalist muhaliflerin kapitalizm çökecek şeklinde kendini kandırmaya devam etmesi ve kapitalistlerinde daha fazla kar hırsı ile yeni pazarlara yönelmesi için sahte bir argüman/kanıt olur.

"Ölçüyü ve tartıyı tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." 11 Hud 11

Kapitalizmdeki krizlerin asıl sebebi ise üretime yönelmek yerine şişirilmiş karşılıklı fonlara, para piyasalarına ve borsalara aşırı yüklenerek buralara yönelen sermaye’dir. Özellikle sermaye payının ve faiz ekonomisinin işlemesi ile karşılıksız piyasa yüklenmesi çökmeye neden olur. Burada gerçekte kapitalizmin sermayeye sınırsız ve üretimden uzaklaşan fonksiyon yüklemesi ekonomik ilerleme ve refah seviyesinin daha sağlıklı artışını da frenler. Her kriz sonrası Keynes’çi27 devlet müdahalesi ile piyasa düzeltilir. Yine Klasik Marksistlerin sermayenin birikmiş emek değil soygun üzerine oluştuğu ve kapitalist sermayenin piyasayı ele geçirmesinde asıl faktörün rekabet değil, tekelci rekabet olduğu tezlerine benzer şekilde, devlet tekelci kapitalizmi kurtarır.  Kapitalizmin serbest rekabet teorisini de çürüten bu durum, en güçlünün diğerlerini yok etmesi, tekelleşmesinin diğer bir göstergesi günümüz ABD ‘sinde üretimin %40’lar civarında devlet teşekküllerinin elinde olmasını da açıklar. Zira 1930’lu yıllarda devletin üretim alanında hemen hemen hiç olmamasına karşılık şu anki durumu ABD devletleşiyor, sosyalistleşiyor diyenler de yanılıyor, zira bu %40’lık üretim devlet elinde olsa da borsa, fonlar ve taşeron şirketler aracılığı ile gücü yine sermayedarların elindedir. Hatta yönetim mekanizmasındaki siyasiler ve bürokratlarda Sovyetlerdeki politbüro misali buradan pay almakta, bir çeşit devlet olanaklı kapitalizmi beslemektedir.

“İş başına geçtiler mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” 2 Bakara 205

İktisatçı Saint Simon28, toplumu, çaba, üretim, eylem ve yaratma olarak görür ve sadece pozitivist değerlendirir. O’a göre, top­lumun kökeninde çıkar öğesi vardır ve toplum içinde insanlar determinizm’e tabi olan varlıklardır. Üretim keyfe göre değil, ihtiyaçlara göre oluşturulmalıdır. Simon’a göre, modern toplum pozitivizme dayanan yeni bir din ile yönetilmelidir. Simon bir sosyalistti ama hayata bakışı liberallerle aynı materyalist-pozitivist pencereden baktığından çıkarcı ve bencil iktisadi modelin üretim biçimini ve tanımlamalarını kabul edip sadece bunun organizasyonu ve bölüşümde kapitalizmden farklılaşmaktadır. Marks’a ve oradan günümüze kadar bütün sosyalistler bu ortak paradigmadan bağımsız değildirler.

Kapital/sermayenin kullanımında pek sorun olmayan kapitalist ve sosyalist sistemlerin temel ayrımı bunun paylaşımındaki metodolojidir. Kapitalist sistemde girişimci bireyler üzerinden yürüyen yağma Sosyalist sistemlerde devlet kademesindeki elitlerin elindedir.  Milovan Djilas29 buna Yeni Sınıf demektedir. Bu ayrımın doğal sonucu olarak birey teşebbüsünü olduğu kadar tüketimi de sınırlayan sosyalist sistemin çöküşü de normaldir. Marksist teoremin tespit ettiği güçlünün üretim piyasasındaki üretim araçlarını kontrolü üzerinden baskı kurması, devlet kapitalizmi diyeceğimiz Sosyalist sistemlerde çözümsüzlüğe iteklenir. Bunun nedeni Marks’ın sermaye oluşumundaki gasp’a bakarak, bütünü ile sermayenin bireysel kullanımını inkâr etmesi ve emek birikimi ile sermaye oluşumu imkânını göz ardı etmesidir. Klasik anlamda çözemeyeceği problemi inkâr anlamına gelir.

Peki, neden böyle? Zira üretim teoremi kapitalizm ile aynı, ondan. 

Kapitalist sistemin, sosyalist sistemleri zayıflattığı tüketim talebi hakkında ne diyebiliriz?

Lüks tüketim ile refah seviyesi artışını birbirinden nasıl ayırabiliriz?

Muhammed Bakır es-Sadr30 Ekonomik alandaki sosyal özgürlüğü ve tüketim serbestîsini sınırlamak için iki yoldan söz eder: subjektif/soyut önlemler ve objektif/somut önlemler. Somut önlemlerin siyasal iktidar-devlet eli ile uygulandığını, soyut önlemlerin ise kişisel, fikri ve ruhsal yapıdan kaynaklandığını söyler. Yaşadığımız toplumda mümkün olan ikinci kısmın; ahlakin-kültürel yapısının sadece soyut olmadığını toplumsal varlık olan insan ilişkilerinde somut karşılıklarının olduğunu eklemeliyiz. Pratik olarak ‘Mahalle Baskısı’31 dediğimiz, toplumsal yaptırım da burada devreye girer. Günümüzde bireyselleştirmenin ürünü olan ‘mahalle baskısının mahkûm edilmesi’ olayına karşı çıkılmalıdır. Ahlaksız bir harekete toplumun tepkisi doğal, gerekli ve de olumlu bir şeydir. Bu ahlak anlayışının sadece davranış biçimlerini değil, yaşam biçimini, tüketim biçimini ve hatta kazanma-üretim biçimini kapsayana kadar da geliştirmek gerek. Müslümanlar arasında lüks tüketim, savurganlık, mal yığma, ticari hayatta faiz ekonomisinin fırsatlarından köşe dönme, girişimcilikte kendisi üst yaşam tarzı sürerken asgari ücretle eleman çalıştırma gibi liberal yaşam tarzı kişilerin rağbet görmediği, horlandığı, dışlandığı, ayıplandığı toplum çok daha duyarlı ve sağlıklı bir toplumdur. Dikkat edilirse bizim kastımız (toplumsal alanda) refah seviyesi yükselmesi, kazancın artması sonuçlarını getiren; gibi girişim, organizasyon ve sermayenin meşru kullanımı değil yaşam ve kazanım biçimleridir.

"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." 28 Kasas 77

Hatta kazanım biçimlerinde genel-geçer kapitalist sistemin işleyişini stratejik değerlendirenler de olabilir, ama burada önemli noktaya dikkat çekmek gerek. Bu genel-geçer işleyiş, sadece üst sınıfların ekonomik ilişkileri değil kamu denilen halk kitlelerinin haklarının da gasp edildiği sistemsel bir yapıdır. Eğer bu ilişki stratejik düşünülüyorsa kişisel kazanım haline getirilmemeli, sistemin mağdur ettiği kesimlere yönelik dayanışma ve toplumsal yardımlaşmaya yönelik olmalıdır.

“Sana yetimleri sorarlar: "Onları ıslah etmek hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah fesad çıkaranı ıslah ediciden ayırt eder.” 2 Bakara 220

“İş başına gelip yönetimi ele aldığınızda, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacak mısınız?” 47 Muhammed22

Devrimler çağı dediğimiz süreçte devrimin idealist kadroları ve halktaki motivasyonu ile her devrimin ardından göreceli bir örgütlenme dinamizmi, üretim artışı ve teknolojik gelişme gözlense de; bütün devrimlerin kaderi olarak ilk devinimin zamanla sönmesi onları durağanlaştırır. Benzer dinamizmi 3. dünya ülkelerinin kurtuluş savaşlarında da gözleyebiliriz. Ama bu kurtuluş savaşlarının lider kadroları bu dinamizmi daha çok kültürel Batılılaşma yönünde kullanarak hem halkları ile yabancılaşıp hem de Liberal zihne zemin hazırladılar.

Son zamanlarda Liberalizmin bu acımasız diyalektik rekabetine ve fıtrata uymayan yaşam tarzına Wall Street32 tarzı iç isyanlar gözlenmektedir. Ama bu iç kalkışmalar Kapitalist sistemi kökten sarsacak dinamiklerden yoksun. Özellikle umduğunu bulamamış, sistem içerisinde yer alamamış ya da konumunu kaybetmiş kesimlerin isyanı. Bunlara klasik Anarşist, Çevreci ve Sosyalistlerin desteği ile güçlü bir isyan görüntüsü var. Ama zihin dünyasında aynı paradigmadan beslenmenin zaafları ile kuşatılmış durumda. Özellikle insan fıtratına aykırı tutum içerisindeki yapılanmaların, doğanın ve toplumların fıtratına aykırı davranan Kapitalizm ile mücadelesi ve bunlara itirazı ne kadar sahici olabilir ki?

“Sakın ölçüde tuğyan’a dalmayın.” 55 Rahman 8

Üst üste krizlerini kendine özgü yenilenmelerle atlatan Kapitalist sistem bunu da kendi içerisinde yumuşatıp kontrol edecektir. Kapitalist hegemonyaya karşı, İslam dolayısı ile fıtrat düşüncesinden başka köklü itirazı olamayacak bir dünya da yaşıyoruz. Köklü itirazı olamayan, kendi kaynaklarına dayalı bir toplum ve iktisadi model üretemeyen geleneksel İslami yapıların bir kısmı totaliter diktatörlüklerle cepheler oluşturarak, diğer bir kısmı da diktatörlerle de çatışmalarına karşılık sadece direniş eksenli mücadeleleri, sosyal ve iktisadi alanda zayıf kalmaktadır.

Öz’e dönüş, yeni fıkıhları oluşturmak ve eklektik her türlü zihin yapısından kurtulmak en önemli mücadele sahasıdır.

 

Dipnotlar:

1- 2 Bakara 35, 2 Bakara 58, 2 Bakara 60, 6 Enam 141, 7 Araf 19, 7 Araf 31, 7 Araf 161

2- 7 Araf 163

3- 7 Araf 155, Ahtara/hatır sahipleri

4- 7 Araf 156, Zekât olarak, özellikle ekonomik boyutta temizlenmek vurgulanmaktadır.

5- 7 Araf 157 ve 158 Ayetlerde Resul ve Nebi kelimelerinin birlikte kullanılır

6- Kelime’nin kökü Türkçede de kullanılan “Sabit” dir. Bir şeyi sabitleyen, toprağa kök salmış, denge ve uyumluluk anlamlarında kullanılır.

7- “O, geceyi sizin için elbise, uykuyu dinlenme, gündüzü de kalkıp çalışma zamanı yaptı.” 25 Furkan 47

 “Uykunuzu dinlenme kıldık.” 78 Nebe 9

8- 7 Araf 160

9- 7 Araf 176, ‘Hasiin’ Elmalılı Hamdi Yazır ‘kerata’ olarak çevirir.

10- Sefih: Aklını kullanmayan, beyinsiz

11- Sebe melikesinin dediği gibi; “Krallar bir ülkeye girdikleri zaman, orayı kırıp geçirirler” 27 Neml 34

12- Kolonyalizm, Sömürgecilik/müstemlekecilik: bir devletin başka halkları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması.

13- Liberty- Serbest kalan azatlık, güçlünün iktidarına karşı direnerek onun esirliğinden kurtulan, bir başkasının egemenliğinde olmayan.  Süreç içerisinde mülkiyete sahip olmak anlamında iktisadi anlam ve siyasal modelde kapitalizmin zihni temelidir.

Freedom- Bir şeyi yapabilme serbestîsi, canı istediğini yapabilme. Daha çok baskı altından kurtulmak için kullanılır

Emansipasyon- “Emansipasyon”un amacı mevcut engellerin ortadan kaldırılması ve meydana gelen zorlukların üstesinden gelinmesidir.” Din, aile, gelenek ve ahlaki yönden bireyin bağlı olduğu bütün bağlardan kurtulması, kentleşme ile ortaya çıkan bir süreç. Özgürlük tanımlamalarından en seküler olanı ve bütün değerleri tüketen boyutu ile nihayetinde aklı bile inkâra götüren düşünmeden yaşaya dönüşen süreç. Freudcu anlamda id (içgüdü, ilkel benlik, bilinçaltı) ve egonun üzerine kurulmuş özgürlük anlayışı.

14- John Stuart Mill: 1806-1873 Liberalist düşünür, siyasetçi ve iktisatçı

15- Thomas Hobes: 1588-1679 Liberal felsefenin fikir babalarından

16- Milton Friedman:1912-2006 Liberal ekonomist

17- Bernard Mandeville: 1670-1733 Liberalist düşünür ve ekonomist

18- Klasik Liberalizm: Serbest piyasayı savunan devleti kısıtlayan akım

Liberteryenizm: Devletin küçülmesini öngören akım

Anarko-Kapitalizm: Özel mülkiyete devlet müdahalesini tamamen reddeden akım

19- Ludwig Von Mises: 1881-1973 Liberal ekonomist

20- Leonard Binder: Ortadoğu uzmanı Liberal akademisyen politikacı

21- Kemalist Metodoloji: Müslüman ülkelerdeki baskıcı sekülerleştirme faaliyatlaro sosyolojik bir tanımlama olarak “Kemalist Metod” olarak adlandırılır.

22- Baas Partileri: Arap Sosyalist Diriliş Partisi, Ekrem Havran Ve Mişel Eflak gibi seküler Arap teorisyencilerinin kurduğu bir haraket. Nasır dönemi Arap Ulus Sosyalizminden de etkilenen ve darbe ile iktidara gelen Partiler. Irak’ta Saddam, Suriye’de Esad diktası şeklinde oluşan ihtilalci ve azınlık totaliterizmi.

23-  Nusayrilik: Suriye’de nüfusun yaklaşık %15’ini oluşturan, bunun yanında Hatay’da önemli bir nüfusa sahip Arap Alevisi olarakta adlandırılan mezhep.

24- 7 Araf 169

25-  Sinerjik: Rekabette yardımlaşarak, birbirini destekleyerek dinamizm, üretkenlik elde etme

26-  Diyalektik: Rekabette çatışarak, birbirini ezip, yok etmeye çalışarak kazanılan dinamizm elde etme.

27- John Maynard Keynes(1883-1946): İngiliz iktisatçı, devletin piyasalara müdahale ederek dengeleyici görev alması gerektiğini öne sürer.

28- Claude Henri de Saint Simon (1760-1825):  Sosyalizmin ve pozitivizmin kurucusu kabul edilen Fransız düşünür.

29- Milovan Djilas (1911-1995): Tito dönemi Yugoslavya başbakan yardımcısı. Komünist yönetiminde parti yönetiminin yeni bir üst sınıf oluşturduğu iddiası ile muhalefeti üzerine uzun yıllar hapis yatar.

30- Muhammed Bakır es-Sadr (1935-1980): Iraklı Müslüman düşünür, Hizbu’d Daveti’l İslamiye‘nin kurucularından, İktisaduna (Ekonomik Sistemimiz) adlı eseri yazdı, ekonomi üzerinde çalışmalar yaptı. 1980 yılında Irak Baas yönetimince idam edilerek şehit edildi.

31 Mahalle baskısı: İlk defa Şerif Mardin tarafından, mahallenin toplumu temsil ettiği anlamında olumsuz anlamda kullanmamasına karşılık, laik kesimler bu sözü politikada muhafazakârlığa karşı muhafazakârlığın toplumsal baskıcı yönü anlamında kullanırlar. Bu makalede toplumun ahlaksızlıklara doğal ve fıtri tepkisi olarak alınmaktadır.

32- Wall Street: ABD, New York’ta finans kuruluşlarının bulunduğu sokak.

Wall Street işgali: 2011 yılında kapitalizm karşıtlarının küresek kapitalizme isyanı olarak bilinir. Ama gerçek çıkışı, beklediğini bulamayan ve iflas eden kişilerin itirazlarıdır. Kapitalizm muhaliflerinin sahiplenmesine karşılık gerçek anlamda kapitalizm karşıtı argümandan çok “bize de, ” diyen iç itirazdır.  

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum