1. YAZARLAR

  2. Mazhar Bağlı

  3. Kürtlere yabancı kalan kim?
Mazhar Bağlı

Mazhar Bağlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürtlere yabancı kalan kim?

07 Kasım 2011 Pazartesi 22:30A+A-

Elinde silah olanın ölümü göze aldığı, asıl işinin öldürme olduğunu söyleyen birisinin de öldürülebileceği gerçeğinden hareketle muhafazakarlar savaşan değil arada kalanların her zaman yanında oldular. Halkın yanında olmayanlar orada daha başka kimlerin olduğunu bilemezler

Geçtiğimiz ay, Radikal Gazetesinden Ezgi Başaran'a verdiği mülakatta yazar Cemal Uşşak, özetle bugüne kadar muhafazakar insanların Kürt meselesine duyarlı olmadıklarından, onların yaşadıkları ıstırabı hissetmemiş olmalarından bahisle Kürtlerden hem özür dilenmesi hem de helallik alınması gerektiği yönünde açıklamalarda bulundu.

Doğrusu hayli önemli bir açıklama olduğu çok açıktır. Elbette birilerine karşı yapılmış bir haksızlık varsa ve bu haksızlığın bir hesaba çekileceğine inanılıyorsa bunun için bir özrün beyan edilmesi ve helallik dilenmesi son derece erdemli bir tavırdır ve takdir edilmesi de gerekir.

Bu düşünceye pek çok kişi daha sonra katıldı ve özellikle muhafazakar diyebileceğimiz kesimlerin, yani milli görüş geleneğinden gelenlerin, mutasavvıfların, ve nur cemaatinin (ki başta hoca efendinin cemaati olmak üzere diğer nur talebelerinin) bugüne kadar gerçekten de bu konuya ilgi duymadıklarını vurgulayan başka yazılar da yazıldı. Bu görüşü destekleyenlerin çokluğuna rağmen buna itiraz edenlerin azlığı aslında belli bir kesime yönelik sahip olunan önyargıları göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Zaten bu sorunun kendisi ile bu soruna neden olan ana damar ideoloji aynı yerden beslenmektedirler. Kazıdıkları kuyudan kurtulamamayı bir "günah keçisi" ile kotarma çabasından başka bir anlamı yoktur.

'BİZ' KİMİZ?

Bu konuda Uşşak'ın kullandığı "Biz" kavramının dışında kendisini görmeyen herkesi içine alan vurgusu üzerine de konuyu kendi ve mensubu olduğu cemaat açısından dile getirmiş olduğunu söyledi. Elbette sadece Türkiye'de değil, dünyada ulvi bir değer tesis etmek isteyen cemaatin bu konuda bir değişim yaşaması hem ülke için hem de bu meselenin hal olması için son derece önemli bir gelişmedir ve her türlü takdirin üzerindedir. Bu konuda madem ki sayın Uşşak, açıklamasını sadece kendisi ve cemaati adına yaptığını beyan etti o halde bize düşen söylenene itibar edip bu şeffaflığı ve erdemi görüp takdir etmek ve aradan çekilmek düşer.

Ancak bu açıklamaya rağmen kimi çevrelerde (özellikle de radikal gazetesinde) Kürt meselesindeki "Müslüman duyarsızlığı" işlenmeye devam etti. Bu durumu kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir birey olarak kabullenmediğimi ve içinden gelmiş olduğum geleneğin de konuyla ilgili bir duyarsızlıkla suçlanmasının da son derece önyargılı ve hatta cahilce olduğunu belirtmek durumundayım. Eğer cahilce değilse bence durum daha da vahim, ya kasıtlıdır ya da bu meselenin çözümünde en kuşatıcı söz sahibi olan bir kesimi dışarıda tutmaya yönelik operasyonel bir girişimdir.

Eğer ülkede "cemaat" dışında kalan muhafazakar dindarlardan kast edilen milli görüş geleneği ve mutasavvıflar ise, ki öyle olduğu tezi üzerinde durulmaktadır, bu iki kesimle ilgili tarihsel tecrübeler ve gördüklerimiz sanılanın aksine konuya en çok eğilen ve adeta var olan genel paradigmanın dışında gündelik hayatın içinde çözme iradesi ve çabası içinde olduklarını görmekteyiz.

Sanırım burada birkaç noktaya dikkatleri çekmek gerekiyor, eğer Kürt meselesine karşı duyarlılıktan kast edilen terör örgütü ve bileşenlerinin temel tezlerinin amigoluğu ise evet muhafazakarlar bu konuya son derece duyarsızdırlar. Yok eğer mesele Kürtlerin eşit birer vatandaş olarak bu ülkede diğer tüm unsurlarla birinci sınıf vatandaş olarak kendilerini hissetmeleri ve yaşadıkları dramların dile getirilmesi ise hiç kimse muhafazakarları özellikle de milli görüş geleneğini ve mutasavvıfları itham edemez.

İkincisi, evrensel bir gaye güden idealist bir insanın zihninde etnisite son derece cılız bir alan oluşturur, bunun en somut yansıması muhafazakar kesim içindeki farklı yapıların kendi içinde hiçbir zaman etnik yapıya ilişkin özel bir tavırlarının olmamasıdır. Bir başka ifade ile muhafazkarlar için böyle bir ayrım yoktu zaten. Bu ayrımı yapanlar biz değildik. Bu ayrımı yapıp zulmedenler aynısını bize de yapıyorlar yapabilirler diye düşünülmektedir.

Üç, Kürtlerle ilgili geçmişte var olan dindar, cömert, geleneklerine bağlı, sağlam aile ilişkilerine sahip, haksızlığa boyun eğmeyen, dostunu asla yarı yolda bırakmayan ve digerkam olma imajının doğal bir neticesi olarak muhafazakar aileler erkek veya kadın fark etmeksizin Kürtlerden birisi ile evlenmeyi önemli bir kazanım olarak görürdü. Dahası muhafazakarlar arasında farklı etnik yapıdan olanlarla evlenmeye dair hiçbir rezerv olmamıştır, aksine bu durum teşvik edilmiştir. Kendi adıma ailemden birisi ile ilgili yaşadığım tecrübe bunun tipik bir örneğidir. Aynı etnik yapıdan olan ancak farklı inanç grubundan birisi ile evlenmek isteyen bir kuzenim düğününü neredeyse tek başına yapmak zorunda kaldı ve ailesi uzun bir süre gelinlerini kabullenmedi.

Dört, muhafazakar ve mutasavvıf dindarların önemli bir kısmi Nakşidirler, ve Türkiye'deki Nakşiliğin ağırlıklı bir bölümü de Halidi koludur. Halidi kolu'nun piri, Mevlana Halid-i Bağdadi de Kürt'tür. Mevlana Halidin Türkiye'deki halifelerinin büyük bir kısmı da Kürt'tür. O halde yolu herhangi bir dergaha düşen her muhafazakar insan, gönül ehli bir Kürt ile mutlaka karşılaşmış ve hatta ondan ders de almıştır.

MAKUL VATANDAŞ OLMA İSTEĞİ

Beş, muhafazakârlar sistemin ötekileştirdiği zenciler olarak çoğunlukla Kürtçülükle de suçlanmışlardır. Özellikle statükonun sadık bekçileri kendilerini muteber ve makul vatandaş olarak takdim etmek için hep ötekisi olarak muhafazakarları aynı zamanda PKK'lı olmakla da suçladı. Bunun çeşitli nedenleri olmakla beraber en bilinen nedeni bu konuda yoğun bir düşünce tartışmasının yapılıyor olmasıdır. Düşünce Dergisini çıkaran Hüseyin Besli ve Ali Bulaç gibi camianın eli kalem tutanları ve diğerleri ta 1970'lerde dahi bu konu üzerinde kafa yoruyorlardı.

Tekrar etmek gerekirse muhafazakârların ilgilenmediği tek konu PKK idi. Çünkü öldürmeyi göze alan birisinin ölebileceğini herkes bilir sanırım.

Bu konuda statükonun ve ulusalcı çizginin sorgulanıp konunun çözümü için projelerin üretimine ilişkin ilk kıvılcımı çakan da muhafazakar kesimin siyasi aklının temsilcisi, milli görüşün efsanevi lideri Necmettin Erbakan'dır. Kürtlerin asimile edilmesine giden yolda dağlara ve taşlara kazınan ve de bu statükonun ideolojisini yansıtan en somut cümlelerden birisi olan "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözüne siyaseten ve yüksek sesle ilk itiraz eden rahmetli oldu ve bu söz daha sonra onun siyasi hayatının bitirilmesinde en önemli bahanelerden birisi olarak peşini bırakmadı. Siyasi dehasından kuşku duyulmayan Hoca'nın bu durumu tahmin etmemiş olması düşünülemeyeceğine göre nasıl bir risk aldığı açık bir biçimde görülmektedir.

Eğer haberdar olmayan varsa, bir kez daha duysun ki bu meselenin en karmaşık olduğu dönemde, 1990'ların ikinci yarısında konuyu barışçıl bir biçimde çözmek için ilk somut adımları atan, ve bunu da kendi ekibinden siyasi aktörleri feda etme pahasına yapmak isteyen de yine Erbakan idi. Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının bu konuda yürüttükleri çalışmaları bilmeyen yoktur sanırım. Bu girişim daha önce Özal'ın yapmayı düşündüğü girişimden çok daha önemli ve kayda değerdir çünkü Özal bu işi devlet kurumları ve gazeteciler üzerinden yürütüyordu Hoca ise siyasi aktörler üzerinden yürütmek istedi.

Milli görüş geleneği bu meseleyi daha büyük olan bir başka sorun alanının bir alt bileşeni olarak gördüğünden dolayı spesifik olarak ilgilenmemiş gibi görünebilir ancak konuyla ilgili beyanatlar ve yapılanlar durumun böyle olmadığını göstermektedir. Dahası bugün bu meselede en büyük adımları atan siyasi hareketin de ilk kaynağını bu gelenek oluşturmaktadır. Bu bile tek başına bu konuda derin bir duyarlılığın var olduğunu göstermeye yeter. Bir duyarsızlık var ise eğer bu tamamen konuyu insani bağlamından soyutlamak isteyenlerin inisiyatif sahibi olmalarınadır.

HALKA YABANCI OLANLAR

Son olarak bugün konuyla ilgili eli kalem tutanların önemli bir kısmı bu geleneğin içinden gelenlerdir. Konuyla ilgili akademik çalışmaları yapanlar da bu kesimdir. Kendi adıma bu oluşumla olan ailevi kadim bağdan ve tecrübelerimden hareketle konuya ilişkin bir ilgisizlik hiçbir dönemim olmadı. Ne öğrencilik yıllarında, ne de akademik hayatımda.

"Biz" ülkedeki demokrasi ve insan hakları ile ilgili sorunları bu gelenekten öğrendik. Kürtlerin ötekileştirildiğini, bir Müslüman olarak aramıza nifak girdiğini bu nifakın bizim için en önemli gaye olan öte dünyayı tehdit ettiğini de bu gelenekten öğrendik. Evet, bu geleneğin mesafeli olduğu birileri vardı ve o da PKK ve onun bileşenleri idi. Bu yapı ile arasına mesafe koyanları bütün Kürtlerin ıstırabına yabancı olduklarını söylemek düz bir mantıktır ve haklı değildir.

Mutasavvıflara gelince, ülkedeki genel siyasi atmosferin oluşturduğu baskıya rağmen zar zor dar bir alanda varlıklarını koruma gayretleri içinde olan bu çevrenin ülkedeki en kadim sorunlu alanlardan birisini gündeme getirmemiş olmalarını söylemek her şeyden önce yanlış samanlıkta iğne aramaktır.

Ancak buna rağmen bölgedeki Nakşi geleneğinin bu konudaki en önemli sorun alanı olan ana dilin giderek yok olmasını engelleyen tarihi bir rol üstlendikleri gerçeğini de görmek gerekir. Eğer bugün Kürtçe diye bir dil var ise ve bu dil pek çok alanda bir ifade aracı olarak, bir kültür taşıyıcı dinamik olarak varlığını sürdürebiliyorsa buna medreselerin ve bölgedeki dergahların katkısı büyüktür. Bu katkılarına rağmen nasıl olur da bunların bu konuya tamamen yabancı oldukları söylenebilir?

Sonuç olarak, elinde silah olanın ölümü göze aldığı, asıl işinin öldürme olduğunu söyleyen birisinin de öldürülebileceği gerçeğinden hareketle muhafazakârlar savaşan değil arada kalanların her zaman yanında oldular. Halkın yanında olmayanlar orada daha başka kimlerin olduğunu bilemezler.

ERBAKAN'IN ALDIĞI SİYASİ RİSK

Eğer haberdar olmayan varsa, bir kez daha duysun ki bu meselenin en karmaşık olduğu dönemde, 1990'ların ikinci yarısında konuyu barışçıl bir biçimde çözmek için ilk somut adımları atan, ve bunu da kendi ekibinden siyasi aktörleri feda etme pahasına yapmak isteyen de yine Erbakan idi. Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının bu konuda yürüttükleri çalışmaları bilmeyen yoktur sanırım. Bu girişim daha önce Özal'ın yapmayı düşündüğü girişimden çok daha önemli ve kayda değerdir çünkü Özal bu işi devlet kurumları ve gazeteciler üzerinden yürütüyordu Hoca ise siyasi aktörler üzerinden yürütmek istedi.

YENİ ŞAFAK 

YAZIYA YORUM KAT