1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Kürtlere Hendek Siyaseti Reva mıdır?
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürtlere Hendek Siyaseti Reva mıdır?

04 Ocak 2016 Pazartesi 07:55A+A-

 

Kürtlerin haklarını savunmak, kimlik mücadelesini vermek ve onları özgürleştirmek iddiasındaki PKK'nın bütün mücadelesinin Kürtler için anlamı en somut biçimde kendi evlerinin önüne, sokaklarına, caddelerine kazılan hendeklerle ifadesini bulmuş durumda. Kürt halkına vaat edebileceği her şeyi en radikal şekilde ifade edebileceği bir siyasal zemin bulmuş olan HDP ise bu özgürlüğünü PKK gençliği marifetiyle kazılan hendeklere güzellemeler yaparak harcamış oluyor.

Güzellemenin ötesinde HDP milletvekilleri nerede bir hendek faaliyeti ve buna karşı güvenlik güçlerinin bir tedbiri varsa orada hendeğin öbür tarafında biterek o hendekleri savunmaya girişiyor. HDP milletvekilleri kendi aralarında hendek nöbet çizelgesi tutmuş durumda. Asıl işleri parlamentoda değil, bu nöbet yerlerinde üstlendikleri görevler.

HDP'liler şehirleri savaş alanına çevirmiş bulunan, Kürtler için hayatı çekilmez hale getirmiş olan bu terör olaylarını “hendek siyaseti” başlığı altında güzellemeye devam ediyor. Oysa hendek bizatihi siyaseti yok eden derin bir engel oluşturuyor.

Türkiye'de demokrasi HDP'nin bütün şımarıklıklarına ve terör örgütüyle olan bütün ilişkilerine şimdiye kadar belki bu hendekleri kapatır, silahların artık gereksizliğine ikna eder diye katlanmış oldu. HDP'nin kurumsal varlığı ve TBMM'deki temsili bizatihi PKK'yı silahsızlanmaya yeterince ikna edici bir etken olmalıydı. Oysa her geçen gün tam tersi bir ilişki daha fazla sergileniyor. HDP silahlı gücü elde bir olarak gören PKK'nın yönetiminde ve onun bütün savaş faaliyetlerinin Meclis'teki temsilinden başka bir şey yaptığı yok. HDP asıl patron olarak davranan PKK için bir propaganda imkanından başka bir şey değil.

HDP'ninse kendisine yazılmış olan bu rolden yana ciddi bir şikayeti yok. Bir demokraside bir milletvekilinden beklenebilecek şey her şeyden önce silaha, şiddete karşı bir duruş sergilemesidir. HDP milletvekilleri hendek kazılmasını engellemek veya kazılanları kapatmak bir yana, hiçbir hendek faaliyetinin olmadığı şehirlere gidip orada da bu faaliyetleri başlatmakla meşgul. Güneydoğu'da hendek kazılmayan yerleri adeta hain şehir ilan eden bir yaklaşımı sergilemekten geri durmuyorlar.

Bütün çabalarına rağmen PKK ve HDP'nin elbirliğiyle yaptığı çalışmaya rağmen hendekler istenilen yaygınlığa ulaştırılamıyor. Bu siyasetin siyaset olmadığını bilhassa Kürt halkı görüyor ve PKK'yı bu eyleminde yalnız bırakıyor, HDP'yi de bu siyasetinde terk ediyor.

Bütün bu hendek siyasetiyle gerek HDP'nin gerek PKK'nın Kürtler için, Kürtlerin hayrına herhangi bir kazanımın peşinde olduklarına kimseyi ikna etmeleri mümkün değil. Devletin son on yıldır olaya yaklaşım biçimine karşılık HDPKK'nin ortaya koyduğu bu tepki HDP'yi de PKK'yı da Kürt siyasetinden her geçen gün fersah fersah uzaklaştırıyor.Ancak bu uzaklaşma PKK'nın hırçınlığını daha da artırıyor. Hendek siyaseti aslında gittikçe kayan bu zemine karşı PKK'nın çarpık bir tutunma çabası.

Kürtlerin gönlünü kaybettikçe zora başvurması tipik bir “ya benim olursun ya toprağın” psikopatik tepkisidir. Daha şimdiden bölgeden sırf hendekler yüzünden en az 200 bin insanın göç ettiği görülüyor. HDP'nin bundan yana hiç bir sorun hissetmiyor olması, bunu da adeta mücadelesinin bir kazanımı gibi görüyor olması da kayda geçiyor.

Bu arada devlet, hendeklere karşı mücadele ederken bilhassa sivil-terörist ayrımını titizlikle yaptıkça PKK'nın çılgınlığı daha da artıyor. Sebebiyet verdiği bütün ölümleri devletin hanesine bir katliam gibi yazma yönünde sergilediği propaganda performansı, insanı çileden çıkaracak cinsten. Ancak bu performansın yüksekliğiyle ters orantılı bir inandırıcılık ortaya çıkıyor, çünkü hendek siyasetinin maliyetini bizzat yaşayarak gören, hisseden ve bedelini ödeyen Kürt halkı oluyor.

“Özyönetim” diye, “demokratik özerklik” diye ifade ettiği talebin Kürt halkı için nasıl bir “mafya örgütlenmesi”ne dönüştüğünü Kürtler çok iyi görüyor artık. Özyönetimin evinin önüne hendekler kazarak şehrini yaşanamaz hale getirdiğini görüyor, kaçabilen bundan kaçıyor zaten.

Demokratik özerkliğin içinde hiçbir demokratik kırıntı bulunmadığını bilfiil yaşıyor Kürtler. Özerk olanların halk değil onları yönetmeye kalkışan silahlı örgüt olduğunu da görüyor. PKK demokratik özerkliği de özyönetimi de devletten talep ediyordu. Söylediğinin somut anlamı şuydu: Kürt halkını bana bırak ben yöneteyim. Açıkçası bu bir hak talebi değil, bir imtiyaz talebiydi. Kürt halkı üzerinde devletten zorla bir ikta talebi. Bunu da silahlı terörün diliyle ifade ediyordu devleti ve Türkiye halkını bezdirerek bu imtiyazı elde edebileceğini düşünüyordu.

Peki PKK yönetmek üzere Kürtleri devletten talep ederken, Kürtlerin rızasını nasıl alacaktı? Bu noktada Orhan Miroğlu'nun tespiti durumu yeterince iyi açıklıyor: “PKK'nin Kürtleri, ikna etmek gibi bir meselesi ise yok. PKK'nin Kürtlerle olan ilişkisi köle efendi ilişkisidir. PKK düşünür yapar, Kürt halkına destek vermek, oğlunu, kızını feda etmek düşer ve bu yıllardır böyle.

Hendek savaşları daha şimdiden 200 bin insanı göçe zorladı. Bu devlet için sorun ama PKK için bal kaymak! Giden gider, kalan kalır, o kalanlar, özyönetime sadakat göstersin yeter! Kalanların sadakatten başka yapabilecekleri şey yok zaten.”.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT