1. YAZARLAR

  2. Mazhar Bağlı

  3. Kürt sorunu çözüm yoluna giriyor sıra PKK'da
Mazhar Bağlı

Mazhar Bağlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt sorunu çözüm yoluna giriyor sıra PKK'da

12 Ağustos 2009 Çarşamba 02:32A+A-

Ülkedeki en temel sorunlardan birisi olan Kürt meselesi tek başına diğer alanlardan bağımsız bir "Kürt" sorunu mudur? Türkiye'nin genel yapısal sorunlarının bir parçası mıdır?

Eğer Türkiye'yi tek bir pencereden okumuyorsanız Kürt meselesinin varlığının temelde bir ulus devlet sorunu olduğunu görürsünüz. Aslında bu "yapı" içindeki tüm ötekiler düşmandır ama Kürtler daha çok düşmandırlar. Çünkü Kürtler diğer öteki/düşmanlardan çok daha fazla istenmeyen özelliklere ve potansiyellere sahiptiler ve bu projeyi sarsabilecek en önemli "habis ur" olarak görüldüler. Nitekim Cumhuriyet projesinin başarısızlığının da temel alanı ve kurgulanan formatın tüm vatandaşlara dayatılmasının bir sonuca ulaşamayacağının da göstergesi oldu Kürtler. Kürtlere bu özelliği veren ise sanılanın aksine modernleşmeye karşı özgün pratikler üretebilen bir düşünce yapısına sahip olmalarıdır. Kürtleri "aydınlatmak" isteyenlerin kafasındaki projenin laik-Kemalist Cumhuriyet projesinden bir farkının olmadığını bilmeyen yoktur sanırım.

Her ulus devlet en azından belli konularda tek tip bir toplum ister ama Türkiye her konuda türdeş olan öznelere yaslanmak istedi. Bunu "yaratmak" için de kanının son damlasına kadar savaşmaya and içti, birçok yola başvurdu. Halkı mutlaka aydınlatılması ve adam edilmesi gereken bir güruh olarak gördü. Bir ulus yaratma fikri çerçevesinde oluşturulan her bir aygıt üzerinden yoğun bir propagandada bulundu ve bu sese kulak vermeyen herkesi düşman kategorisine koyarak envai çeşit entrikaya başvurmaktan çekinmedi. Kısaca Türkiye, kendi sınırları içinde yaşayan herkesi sahip olduğu özellikleri ve içinde bulunduğu sınıfı dikkate almadan makul bir vatandaş olarak kabul etmeyen bir devlet politikası üzerinden kendine varoluşsal referanslar bulmaya çalıştı. Herkesi kendisinin birinci sınıf vatandaşı olarak görmedi. Her ne kadar Cumhuriyet'in en büyük iddiası sınıfsız bir toplum yaratmak ise de aksine Cumhuriyet belli bir sınıfın devleti oldu, sarışınların cumhuriyetinde zencilere yer yoktu. Herkes bu yönetim organizasyonunda yer alabilecek donanımlara sahip değildi. Yakın bir tarihe kadar memurluğa alınanlar için aylarca devam eden güvenlik soruşturması bu konunun en somut ve basit göstergesidir.

Sadece "milli şefin" ve ekibinin onayını almış olanlar bu yönetim organizasyonunun içinde bulunabildiler. Bu durum ilk 50 yılda, DP iktidarına kadar hiç değişmedi. Bu projeyi ilk kez DP zedeleyecek bir girişimde bulundu ve bu onların hayatına mal oldu. Köylüleri de sisteme dahil etmek istediler ve kısmen de bu kapıyı araladı Adnan Menderes. İnönü'nün Çankaya penceresinden "nankör halk" dediği dönemdir bu aynı zamanda.

İkinci girişim ve belki de en sarsıcı "sızma" operasyonu Özal ile oldu, Özal sanılanın aksine sadece muhafazakarları değil, Kemalist olmayan solcuları da devlete (yönetime) dahil etmek istedi. Kürtler için de bir kapı aralamaya çalışan Özal'ın ömrü vefa etmedi. Ölümünden az önce bir gazeteciyi Öcalan ile görüşmeye gönderir, "bir bak hele nasıl bir adamdır, nasıl ikna edebiliriz bu sorunu çözmeye". Gazetecinin getirdiği bilgi çok heyecanlandırır onu, "aslında bu adamın egosuna hitap edecek bir girişimde bulunmanız bu işi bitirecek efendim" der ve bu düşünce onun en önemli stratejilerinden birisi olur. Kendi egosu ile dalga geçen birisi olarak egoları okşamayı ve tatmin etmeyi çok iyi bilen birisiydi rahmetli. Ve Özal tam da bunun üzerine çalışırken öldü.

Kürtler için, Kürtlerin sisteme ortak olması için ikinci kez kapıyı aralamak isteyen AK Parti oldu ve bu kapıyı ülkedeki tüm zinde güçler hep beraber hızlı bir biçimde onların yüzüne çarptılar. Ağzı gözü dağılan parti içeride (halk tarafından bilinen ama parti yönetimi tarafından bir türlü görülemeyen) ajanların da yardımı ile hükümet etme yetkisini önemli ölçüde kaybetti. Kapatma davası, seçim başarısızlığı, kimi kirli işlere bulaşan politikacıların ve bürokratların gereksiz bir biçimde korunması, işleri organize edecek bir iradeyi ortaya koyamaması, cesur adımlar atmaması hükümeti hayli hırpaladı. Tabii her şart ve durumda pes etmeyen entrikacı ve cuntacı bir lobinin varlığı ve bununla hemfikir olan medyayı da unutmamak gerekir. Bütün bunlar, hükümeti Kürt açılımına pişman etmeye çalıştılar ve muhtemelen pişman da olmuştur. Onu, bu yaptıklarına, bu kapıyı aralamaya pişman edenler arasında DTP'nin en aktif aktör olmasının ne kadar hazin olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek var mı? Hatta DTP'nin sivil hükümet alanının genişlemesini zorlaştırmaya diğerlerinden çok daha hevesli olmasını görmek daha da ilginçtir. "Katil Erdoğan!" sloganını her bir sempatizanının zihnine kazıyanlar Erdoğan'ın bu barışı nasıl sağlayacağını düşünüyorlar acaba?

Bütün bu engellere rağmen Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel şansı ve derviş meşrep tavrı onu bu sorunda çok önemli açılımlar yapmaya yönlendirdi ve kapıyı aralamaya devam etti. Yönetim organizasyon örgütlenmesine dahil olmak isteyen Kürtlere kapıyı aralayacak uygulamalar devam etti. Her fırsatta kendisini PKK ile eşitleyen DTP genel başkanı ile yaptığı görüşmeyi de bu çabanın bir sonucu olarak görmek gerekir. Elbette yapılanlar yeterli değil çünkü Kürtler diğer dezavantajlılardan daha fazla hırpalanmışlar ve mağdur edilmişler. Bugün Ergenekon davası, askerî bürokratların sivil mahkemelerde yargılanması, faili meçhullerin araştırılması, kazılar, soruşturmalar, cephanelerin gün yüzüne çıkarılması, hatta katsayı adaletsizliğinin kaldırılması bile hepsi Kürt meselesinin çözümüne yardımcı olacak önemli parametrelerdir. Nitekim İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açtığı hükümetin yeni paketinden de daha çok demokrasi çıktı. Demokrasi, demokrasi sayesinde fırsatlar yakalama potansiyeline sahip olanların hayatını anlamlı kılar, demokrasinin işlemesi ile imtiyazlarını kaybedenleri de sinirlendirir.

Kısaca devlet değişmekte, Kürtler dolaylı olarak yönetime, devlete ortak olmaktadırlar. Kürt meselesi gerçekten de çözüme doğru gitmektedir. Sorun Kürt meselesi olmaktan öte artık PKK ve koruculuk meselesidir. PKK'nın bir terör örgütü olduğundan hiç kuşku yok ama her ne olursa olsun bu örgüt Türkiye'nin sorunudur. Bu eşkıyalar bizim eşkıyalarımızdır. Her ne kadar DTP ve PKK'ya rağmen Kürt meselesini çözme iradesi ve adımları atılıyorsa da PKK'nın varlığı bu mesele için her zaman sorun oluşturacak ve arzu edilen çözümün gerçekleşmesini engelleyecektir. Bu durum anlaşılmayan bir şey de değildir. En azından PKK üyelerinin büyük bir bölümü Türkiye vatandaşıdırlar ve her birisinin anne babası, kardeşleri, akrabaları buradadırlar. Bu insanlar dağdaki evlatlarından vazgeçebilirler mi?

Koruculuk sistemi de aynı PKK gibi bir başka eli silahlı güç olarak toplumu tehdit etmeye devam etmektedir. Mardin katliamı ile ilgili her türlü yoruma koruculuğu dahil etmediğinizde anlayamazsınız. Elbette korucu olmayanlar kanlı eylemler yapıyorlar ama hiçbir çatışmada 44 kişi hunharca öldürülmüş değildi.

Bugün Türkiye'de yukarıda bahsi geçen ve ülkede farklılıkların varlığını sorun eden, özgürlükleri kısıtlayan, demokrasiyi sekteye uğratan kimi engeller yavaş yavaş ortadan kaldırılmaktadır. Bu meseleler için atılması gereken en önemli adımlardan birisi de PKK'nın silah bırakmasıdır. Eğer bu da olursa ki olacağına inananlardan birisiyim, "Siyaseti bizimle konuşun" diyenlerin aslında siyasî alanda yapılacağın neredeyse kalmadığını, kendilerinin gittikçe hükümsüz bir pozisyona doğru sürüklendiklerini görmeleri de zor olmayacaktır. Belki de bundandır onların gönlünü hoş tutmak gerekiyor, çözüme katkı için değil, sabote etmemek için. Nitekim bunların kendilerine görev verilmenin dışında herhangi bir irade beyan etmeleri söz konusu değil zaten. Geriye kalan silahlı örgüt üyeleridir. Bunları da silahtan vazgeçirebilecek olan güç Öcalan'dır. Çünkü Öcalan bugün özellikle de Türkiye'deki Kürtlerin bir kısmı için önemli bir etki ve etkilenme alanına sahiptir.

Kürt kültüründe iki konu çok önemlidir. İlki uğruna akıl almaz hunharca cinayetler işleyebilecekleri haysiyet, şeref ve namus gibi kimi soyut değerlere sahip olmak, ikincisi de retoriğin gücüne kapılmaktır. Kürt kültürü mitoloji ve kahramanlar üzerinden kendini var edebilen sözlü bir kültürdür. Retorik, mistik söylemler, kahramanlar, kutsal kişiler ve güçler toplumun en temel dinamiklerindendirler. Bunlar üzerine kurulu söylemler her zaman pratiklerden daha etkili olurlar. Bugün PKK için kutsal olan da güçlü olan da Öcalan'dır. Kendisinin, anne-babasının doğum günlerini bilmeyenler Öcalan'ın doğum gününü kutlamak için ölümü göze alabilmektedirler. Bu gücün farkına varıp yokmuş gibi davranmak gerçekçi bir tutum mudur? Peki Öcalan bu gücünü ve iradesini bir kez olsun Kürtlerin iyiliği için kullanacak mı? Göreceğiz...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT