1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Filistin’deki Bosna, Müslümanlar ve de Dünya..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Filistin’deki Bosna, Müslümanlar ve de Dünya..

01 Ağustos 2014 Cuma 03:25A+A-

[email protected]

200 yıl öncesinin bugünlerini, Napolyonun 15 yıl kadar fırtınalar estirdiği Avrupa’da, son kozunu oynadığı ve macerasının son bulduğu ve Avrupa’yı yeniden şekillendiren Haziran-1815’de, Belçika- Waterloo Savaşı’ndaki facia yüklü tabloları değil..

100 önce bugünlerde, 1914 Haziranı’nda patlayan ve 4 yıl süren ve 25 milyondan fazla insanı yutan 1. Dünya Savaşının, insan idrakini donduran korkunç boğazlaşmalarını değil..

65-70 yıl önce, 1939- 45 arasında yaşanan ve 60-70 milyon insanı, ateşi içinde kavuran 2. Dünya Savaşı’nın korkunç teknolojik imkanlar içinde çalışan ölüm mekanizmalarından ve hele de 69 yıl önce Ağustos-1945’in ilk haftasında, Japonya’nın hiçbir askerî güç barındırmayan, tamamen sivil halkın yaşadığı Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine karşı beşer tarihinde ilk olarak kullanılan bir silahla, bir anda 300 bine yakın insanı ve insan eseri olan herşeyi yok eden Atom Bombası atılışının ortaya çıkardığı ve temaşasına bugün bile tahammül edilemiyen ve insan eseri olan her şeyi yok etmeyi hedef edinen zaman dilimini de değil..

20 sene öncelerinin bugünlerini, Bosna’da, Avrupa’nın ortasında yaşanan ve 250 bin’e yakın insanı, sırf müslüman olduklarından dolayı katleden ve ’medenî’ denilen bütün bir dünyanın, Avrupa’nın ortasında işlenen cinayetin yıllarca sürdürülmesine seyirci kaldığı Bosna’yı hatırlayalım.

Hele de, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından ’güvenlikli şehir’ olarak ilan edilen Srebrenitsada, bu şehre sığınan onbinlerce müslümanın özellikle genç erkeklerinden 12-13 bin kadarını bir günde Hollanda’lı askerlerin gözcülüğünde katleden sırb şovenistlerinin sırtını sıvazlayan modern dünyayı hatırlayalım.

Bu kanlı tablonun en çarpıcılarından olan Srebrenitsa için, Hollanda Den Haak /Laheydeki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne Bosnalı müslümanlarca yapılan şikayetler, nihayet iki hafta önce sonuçlandı ve sözkonusu mahkeme, BM. Barış Gücü askerlerinin kusurlu olduğunu kabul etmekle birlikte, Hollanda askerlerinin Srebrenitsa’da binlerce insanın öldürülmesinden dolayı sorumlu tutulamıyacağını hükme bağladı.

Halbuki bizzat Hollanda askerleri, hatıralarında ve tv. kanallarından yaptıkları itiraflarında, komutanlarının, 19 yıl önce Srebrenitsa’da toplanan Bosnalı onbinlerce müslümana BM’nin garantisi ve güvenliği altında olduklarını’ söylerken, diğer taraftan da, sırb militanlarının bölgeye girmesine gözyumduklarını, eğlencelere daldıklarını beyan etmişlerdi.

Bütün bunlar, şeyhin kerameti kendinden menkul (kendi iddiası)’ kabilinden, medenî ve modern çehresinin kerihliğini ortaya koymaya yeter de artar bile..

*

Ve şimdi..

Filistin ve Gazze’de Srebrenitsa ve bütünüyle Bosna Trajedisi tekrarlanıyor.

Bosna Trajedisi günlerinde, Fransa Devlet Başkanı olan ve hümanist birisi olarak nitelenen François Mitterand, o cinayetler karşısında seyirci kalınmasına karşı çıkanlara, Balkanlar’da bir İslam Cumhuriyeti kurulmasına seyirci kalamayız ve bu tehlike varoldukça, sırblar üzerine tek bir fransız mermisi atılmasına bile müsaade etmiyeceğiz’ diyordu.

Uluslararası emperyalizm ve şeytanî güçler, o barbarlığa nasıl bir kılıf buldularsa, aynı barbarlık, bugün de, Filistin’de, Gazze’de bütün dünyanın gözü önünde en alçakça şekilde tekrarlanıyor.

Korku aynı: ’İslamî bir yönetim ortaya çıkacak korkusu..’ Adı da, dinî radikalizm ve terörizm..’  olarak ifade ediliyor..

Kaldı ki, Filistin’in mazlum halkı için, eğer dinî radikalizmden söz edilecekse, onlara, kendilerini savunmaları için başka bir alan bırakmayanlardır, bu korkularının asıl müsebbibi..

Nitekim, okullar, hastahaneler, mescidler, su depoları, ve tesisatı,  elektrik santralleri vuruluyor, hattâ pazar yerlerinde, ekmek fırını önlerinde günlük ihtiyaçlarını temin etmeye çalışan çoğu kadın yığınla insanlar, bombalar, füzeler altında param-parça edildiği halde, bununla yetinilmiyor;  BM. tarafından tıpkı Srebrenitsa’da olduğu gibi, güvenlikli bölge ve mekan olarak ilan edilen okullar ve sığınma merkezleri de vuruluyor ve oradaki masum kadın ve çocuklar, savunmasız sivil insanlar düzineler halinde katlediliyor. 

BM. Genel Sekreteri Ban ki-Mon, bombalanan ve BM tarafından güvenlikli mekanlar’ olarak ilan edilen yerler konusunda, İsrail rejimine tam 17 kez, o mekanların sadece sivillerin barındığı yerler olarak bildirildiğini, ama, İsrail rejiminin yine de bu mekanları bombalamaktan kaçırmadığını’ nihayet söylemek zorunda kaldı. 31 Temmuz  itibariyle son üç haftalık bombardıman esnasında hayatını kaybeden Gazze’li sivil insanların sayısı 1300’ü geçti ve bunun üçte biri çocuk, bir o kadarı da kadın..

Bu esnada, İsrail rejimi vatandaşlarından ölen sivillerin sayısı, sadece bir kişi.. Yahudi yerleşimcilerinden 3 gencin Batı Şeria’da kaçırılıp öldürülmesinin failleri ise henüz de bulunamamışken; İsrail rejiminin intikam almak için Batı Şeria tarafına değil, Gazze’ye saldırması da asıl niyetin ne olduğunu gösteriyor..

Bugün Gazze’de sergilenen bu canavarlığın onda biri İsrail rejiminin vatandaşlarına karşı uygulanmış olsa, dünyanın tepkisi yine böyle bir tepkisizlik mi olurdu; bu da düşünülmelidir.

Şimdi Gazze’den, Ey insanlık, nerdesin? mânâsında yükselen feryadlar yine de yankı bulamıyor. Dünya, gözlerini, ağızlarını, kulaklarını kapatmış, üç maymun’ları oynuyor.

Sionist İsrail rejiminin bu canavarlığı karşısında, CHP-MHP tarafından sahneye sürülen Ekmeleddin İhsanoğılu’nun, Filistin konusunda Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nden İsrail’i suçlayıcı ve önleyici bir karar çıkarttırılabileceği gibi bir kanaatini tv ekranlarından dile getirmesi ise, garibimin, monşer diplomasisi’ne ne kadar bağlandığının bir diğer örneği..

Sionist İsrail rejiminin, Hitler Almanyası’nın yahudilere uyguladığı zulümlerden geri kalmadığı yönünde yapılan her suçlamayı hemen mâlum suçlamayla, Anti-semitizm../ Yahudi düşmanlığı..  karşılaması da ortada iken.. 

Her barbarlığa karşı yükselen itirazların, anti-semitizm suçlamasıyla gizlenmesi oyunu bozuluyor artık..

Bu suçlamaya mâruz kalanların başında bugünlerde Tayyîb Erdoğan geliyor. Çünkü, o, NATO dünyası ve Batı ittifak sistemi içindeki bir ülkenin başbakanı olduğu halde, İsrail’in bir terör devleti olduğunu en net ifadelerle dile getiren tek hükûmet başkanı..

Amerikan Yahudi Kongresi Başkanı Jack Rosen, sionist İsrail rejiminin işlediği bütün bu barbarlıkları öylesine benimsiyor ki, 2004 yılında Tayyîb Erdoğan’a verdikleri bir madalyayı geri istemekle kalmıyor; ayrıca, Erdoğan’ın sözlerinin bütün yahudilerin kalbini kırdığını, incittiğini, bu durumun Amerikan Kongresi’nde Türkiye’ye verdikleri desteği ve hattâ Ermeni Mes’elesi’ni de etkileyeceğini, yahudilerle müslümanlar arasındaki farklılığın daha fazla derinleştirilmemesi gerektiğini’ tehdid havası içinde dile getiriyor..

Bu tehdide aldırmayan Erdoğan da, ’Alın, başınıza çalın madalyanızı..’ diyor ve Van’da 31 Temmuz günü yaptığı mitingde, Osmanlı’nın torunlarına anti-semitizm suçlamasının yapışmayacağını’ belirtiyor ve doğru söylüyordu.

Unutulmamalıdır ki, Tayyib Erdoğan’ın Batı ve NATO ittifakı içindeki bir ülkenin en etkili ismi olarak böylesine söylemleri dile getirmesi, Güney Amerika’daki, Bolivya, Venezuella ve Arjantin gibi bazı ülkelerin liderlerinin sionist İsrail rejimine tavır takınması gibi değildir.. Her ne kadar onların tavrı da alkışı hak etse bile.. 

Elbette bu gibi söylemler, elbette Gazze Faciası’na tek başına şifa olacak değildir. Ama, en azından, psikolojik savaş açısından, önemli bir gelişmedir. En azından, anti-semitizm suçlamasıyla susturulamıyan bir devlet adamı, sionist İsrail rejiminin ve dünyadaki sionist odakların ve onların baş hâmisi olan Amerikan emperyalizminin karşısına dikilmiş oluyor.

Anti-semitizm suçlamasına maruz kalmak istemeyenler ise, bu korkuları yüzünden diğer bütün cinayetlere de seyirci kalıyor ve hattâ, cinayetkâr sionist yahudilerin yanında yer almak zorunda kalıyorlar. Bu cümleden olmak üzere, özellikle de Almanya resmî çevreleri ve medyası, Gazze’de işlenen bu korkunç barbarlığı neredeyse hiç görmüyor. Hani, biraz görecek-gösterecek olsalar, alman kamuoyunda, anti-semitik duygu ve düşüncelerin nüksedivereceğinden korkuyorlar gibi.. 

Bu anti-semit’lik yaftasının üzerlerine yapışacağı korkusu, özellikle de son 70 yıldır neredeyse bütün dünyayı esir ve teslim almış durumda.. Bunlara bir de,  sionist ve emperyalist odaklara yaltaklanarak, onlarla karşı karşıya gelmemek dikkatiyle şirin gözükme çabası içinde olanlara ne demeli?

Halbuki, hele de müslümanlar, inançları gereği, -kendilerine saldırılmadığı müddetçe- hiç bir itiqadî veya etnik topluluğun düşmanı olamazlar.

Buna rağmen, bazı ’müslüman kalemlerin, yetersiz görülse bile bu tepkilerinde Tayyîb Erdoğan’ı  teşvik etmek yerine, Filistin için ağla, İsrail ile iş tut..’  gibi basit ifadelerle eleştirmeleri ilginçtir. Çünkü, devletler arasındaki ticarî ilişkilerin, hattâ bazen aralarında savaş olduğu zamanlarda bile devam ettiğinin nice örnekleri vardır. Filistin Mes’elesi’nin ve halkının haklılığını, hele de Amerikan emperyalizminin ve bütün Batı dünyasının ve diğer şeytanî güçlerin vargücüyle desteklediği bir zâlim ve barbar rejime karşı savunmanın küçük ve önemsiz gösterilmesini hedefliyen bu gibi eleştirileri insafla bağdaştırmak kolay olmasa gerek..

Bu arada kimileri de, Türkiye’nin bu gibi karşı çıkışlardan öteye, İsrail’e karşı  askerî harekete geçmesini sosyal medya denilen internet sitelerinde dile getiriyorlar.

Bu gibi kimseler, Türkiye’nin NATO’ya üye ve NATO’nun Amerikan emrindeki bir güç dayanışması olduğunu ve hiç bir NATO üyesinin NATO’nun izni olmadan herhangi bir askerî harekâta girişemiyeceğini, bu bakımdan tek çarenin de NATO’dan çıkmaktan geçtiğini bilmedikleri ya da bilmiyor gözüktükleri anlaşılıyor. Ayrıca, NATO’dan çıkıyorum demekle  çıkılmadığı da bir ayrı konudur.

Dahası, açıkça bilinmeli ki, İsrail rejimine karşı girişilecek bir askerî hakûmet’e girişmekten söz edenler, Her ne pahasına olursa olsun, İsrail’i daima destekleyeceğiz..’  diyen bir Amerikan emperyalizmiyle savaşmayı göze almak demek olacağını göze alıp almadıkları bilinmemektedir. Kaldı ki, İsrail rejiminin korunması sözkonusu olunca, bu konuda Rusya’nın, taa başından beri USA emperyalizminden ayrı bir çizgi izlemediği ve izlemiyeceği de ortadadır.

İsrail rejimini böylesine pervasız, böylesine barbar yapan ve canavarlaştıran durumun da, arkasındaki bu destek olduğu unutulmamalıdır.

Bu bakımdan, mevcud durumda, Ortadoğu’da hiç bir ülkenin devlet siyaseti olarak, İsrail rejimine askerî bir harekât yapmak durumunda olmadığı tahmin edilebilir. Ancak, İsrail rejimi, bölgedeki devletlerden birisine saldırırsa, ancak o zaman belki bir savunma tepkisi ve hakkı olarak, uluslararası hukuka uygun bir savaş durumu ortaya çıkabilir.

Yani, HAMAS ve benzeri örgütlerin sionist İsrail rejimine karşı mücadeleleri, uluslararası emperyalist odakların bir terör örgütünün eylemleri’ olarak değerlendirip suçlayabilecekleri, yaşanan bunca tecrübelerden de çıkarılabilir.

Bu darma-dağınıklık varken, sionist ve emperyalistler niye sevinmesin?

Bu durumda, halkları müslüman olan bölge ülkelerinin başındaki hükûmetlerin tek bir irade etrafında birleşmeleri de neredeyse imkansız..

Mısır, Ürdün, Birleşik Arab Emirliği ve Suûdî rejimlerinin, Amerikan ve dolayısiyle İsrail rejiminin paralelinde bir siyaset takib ettikleri ortada.. Çünkü, bu rejimler, İsrail rejimi karşısındaki İslamî direniş örgütlerinin ilerde kendileri için de tehlike olacağını düşünüyorlar.

Türkiye ile İran Körfezi’ndeki küçük ülkelerden Katar rejiminin Batı İttifakı’nın siyasetleriyle temelde karşı karşıya gelmeden, İsrail rejimine Batı Şeria’da ve Gazze’de direnen örgütleri psikolojik olarak destekledikleri biliniyor.

Derin iç-savaş buhranlarının pençesinde olan Irak ve Suriye rejimlerinin İsrail rejimine karşı tavırları konusunda bir söz söylemenin fazla olduğu; Lübnan- Hizbullah örgütünün ise, ancak kendi siyasetlerine uygun olması halinde, İsrail rejimine karşı bir işbirliğine girebileceği ve bu konuda İran’ın vereceği işaretlere göre hareket edeceği bilinen bir gerçek.. İran’dan, İnkılab Rehberi Ali Khameneî, 29 Temmuz Salı günü, Tahran’da kıldırdığı Ramazan Bayramı Namazı’nda, Filistinlilerin silahlandırılması gerektiğinden söz etmiştir, ama, bu sözlerin pratiğe nasıl geçirilebileceği gösterilmedikçe.. Üzerinde söylenecek her söz fazladır. Kaldı ki, bu silahlandırmanın, hemen herbirisi emperyalist güçlerin kuklası olan arab rejimlerinden beklenemiyeceği de açık iken.. Ve de, bazı güç odaklarının, bazı türbelerin yıkılma, tahrib edilme tehdidi karşısında oldukları gerekçesiyle, Suriye ve Irak’daki kanlı boğuşmalara nasıl katıldıkları ortada iken, bu güçlerin, Gazze’de yaşananlara kıllarını kıpırdatmamaları da bir ayrı kalb yaramızdır..

Evet, ne yazık ki, bölge devletlerinin birbirleriyle birlikte hareket edemiyeceklerinden ayrı olarak, bölgedeki mücadele örgütleri de bir araya gelemiyorlar.

8 sene öncelerde, İsrail’e büyük korku verdiği bilinen Hizbullah’ın bugün, Gazze ezilirken, hareketsiz kalması bunun bir acı örneği.. Ki, bu örgütün, Suriye’deki iç-savaşa, 40 bine yakın silahlı elemanıyla ve Esed Diktatörlüğü’nü ayakta tutmak için girmesinden sonra hem ağır insan kaybına ve hem de Lübnan başta olmak üzere, diğer müslüman halkların büyük kısmı üzerinde, büyük bir prestij kaybına uğradığı da biliniyor.

Böyle bir örgütün, şu son günlerde, Gazze konusunda, HAMAS Liderliği’ne yardım teklifinde bulunduğuna dair haberlerin ajansların bültenlerinde gözükmesi de, artık bir olumlu mânâ ifade etmiyor. Üstelik, bütün bu ülkelerin ve örgütlerin, birlikte hareket etmeye istekli oldukları havası, farz-ı muhal doğsa bile, hemen, aralarında üstünlük ve hâkimiyet yarışına girdikleri ve girecekleri de bir ayrı acı durum.. Ki, hattâ, son Gazze Saldırısı’nı başlatan İsrail rejimini hışımlandıran bir hususun da HAMAS’ın, Mahmûd Abbas liderliğindeki El’FETH ile yıllar süren ayrıldıktan sonra birleşmeleri olduğu açık..

*

Bütün bunlardan sonra yine de denilebilir ki, Filistin için verilecek mücadele, yine örgütler eliyle şekillenecektir.

Zorla barışa sürüklenmek istenen, yani teslim alınmak istenen bir halk olarak Filistinliler, bu zilleti kabul etmiyeceğini 70 yıldır gösterdiği gibi bundan sonra da gösterecektir. Ve Filistin’in sadece Filistinlilere aid bir mes’ele olmadığının idraki de dünya müslümanları arasında giderek daha bir kavranılmaktadır. Emperyalist güçlerin 20 sene öncelerde Bosna’da müslüman halkın yüzbinler halinde katliâm olunmasına nasıl seyirci kaldıklarını hatırlayıp, sionist İsrail rejimi karşısındaki müslümanlara karşı daha da azgın bir şeytanlık sergileyecekleri bilindiği halde.. 

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum