1. YAZARLAR

  2. Ümit Kıvanç

  3. Esasa giriyorum
Ümit Kıvanç

Ümit Kıvanç

Yazarın Tüm Yazıları >

Esasa giriyorum

10 Temmuz 2010 Cumartesi 13:23A+A-

Yeryüzündeki insanları şöyle sınıflayabiliriz sanırım:

1. Başkalarının ne halde olduğunu dert edinenler,

2. Kendinden başkasını gözü görmeyenler,

3. İkinci gruptan oldukları halde amaçlarına ulaşabilmek için bazen mecburen birinci gruba girip çıkanlar.

Grup 1, kendi içinde ikiye ayrılır:

a. Kimse aç açık kalmasın da hep beraber rahat edelim isteyenler,

b. Kendi sefalarının başkalarının cefa çekmesine bağlı olduğunu bildiklerinden gözü mecburen başkalarının üzerinde olanlar.

Grup 2’de sadece bencil bireyler bulunmaz. Bu grupta genellikle ailece yeralınır. Irkçılar, milliyetçiler de bu grubun geniş tanımına girer.

Grup 3, dünya siyasetçilerinin yurdudur. Esas yeri birinci grup olan siyasetçilere “idealist”, “ütopyacı” falan denir. Ancak gerektiğinde birinci gruba giremeyen siyasetçi yükselemez, tutunamaz. Ayrıca siyasetçi doğal bir 2/b mensubudur. “Siyasetçi” tanımına bizim memleketimizde bürokratların, subayların, yüksek yargıçların falan da girdiğini belirtmek gereksiz ama yanlış anlama olmasın diye ekleyeyim. Çünkü yanlış anlama pek fena bir şeydir. Anayasaya aykırıdır.

Şimdi bu sınıflama ışığında, birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz son dönemin olaylarını ele alalım. Hollanda’nın sevimsiz futboluyla finale çıkması ve Almanya’nın İspanya karşısında aciz kalması hadiselerini bu çerçevede ele almamın zor olacağını kestiriyor, öbür gelişmelerle karşınızda olmayı yeğliyorum.

Adı bir türlü konamayan savaş. Ordu operasyon, PKK eylemler yapıyor. Biri askeri, öbürü militanı bol bulduğu için böyle yapabiliyor. Eğer insan hayatına önem verselerdi, amaçlarına ulaşmak için başka yollar bulmaya çabalayacaklardı. Memleketimizde buna gerek yoktur. İkisinin de amaçları arasında, insanların öldürülmemesi, Türklerle Kürtler arasına daha fazla kin ve düşmanlık sokulmaması yeralmıyor. Açlardan, yoksullardan bahsetseniz ikisi de “ne alâkası var şimdi?” diyecekler.

Açılım. İktidar partisi ile Kürt siyasetçileri, bölgedeki etkinlik mücadelesinde mevzi kaybetmeme uğruna, gençliklerine doyamamış insanları ardarda defnetmekte sakınca görmüyor. “Ne yaparız da düşmanlığı bilemeyiz, karşılıklı anlayış ve duygusal yakınlaşma sağlarız” sorusu gündemlerinde yok. Hükümet partisinin listebaşı kaygısı, bölgede BDP’nin daha da güçlenmemesi. Kürt siyasetçilerinki de tam tersi. Bu amaçlar, insanların ölmemesinden, düşmanlığın bilenmemesinden önde geliyor onlara göre.

Sözde solcu ve demokratların ilk hedefi AKP’nin etkinliğini kırmak. Dolayısıyla, pekâlâ talep olarak ortaya atabilecekleri, sahiplenebilecekleri Anayasa değişikliklerine karşı duruyorlar. Referandumda “hayır” oyu vermeyi öğütlüyorlar, bunu içlerine sindirebiliyorlar. Solcuyum, demokratım diyen herhangi bir insanın karşı çıkabileceği, dişe dokunur hiçbir unsur barındırmayan değişiklik paketi, sırf AKP getirdi diye çöpe atılmalı, onlara göre. “Peki, bu paket onaylanırsa bu memlekette insanların hayatı azıcık olsun iyileşecek mi, kötüleşecek mi” gibi bir soru, onlar için pek safça, pek naif, geçersiz. Onaylanmazsa kimlerin güç kazanacağı, onların bize nasıl bir geleceği reva gördüğü bile önem taşımıyor. Sana bir şey olmasın...

CHP’lilerden, MHP’lilerden bahsetmek bile gereksiz ama köşeyazarınız büyük fedakârlıklarla bu hususa da değinecek. “Daha fazla savaş yapalım, daha fazla insan öldürülsün, Kuzey Irak’a da girelim, şehitler artsın, öfkeler kinler büyüsün...” diyebilen insanların çeşitli “çözüm” tartışmalarında görüşlerine başvurulması, memleketi feraha çıkarabilecek adımlar için bunlarla “uzlaşma” arama gereğinden bahsedilmesi nasıl bir tuluat çeşididir acaba? Köşeyazarınızın fedakârlığı da bir yere kadar ama! Zaten ne yapsam anlayamıyorum, “Başbakanla görüşmem, anlamı yok” diyebilen bir muhalefet partisi liderinin niye derhal tedavi altına alınmadığını. Rüzgârın oğlu Kılıçdaroğlu hakkındaysa sadece şunu söylemekle yetineyim: Vallahi billahi, sırf o siperde ayakta durmak için oralara gideceğini henüz ilân edilmeden bildim; şahidim var!

Şu basit öneriyi yapmaktır amacım: Kaderimizi ellerinde tutan, bir şekilde elleme ihtimali imkânı bulunan, “tahlil” ve “tesbit”lerine değer verdiğimiz, kimimize yön, kimimize “görev” verebilen, “siyasî aktör” sıfatı takılabilen herkese, size yazının başında sunduğum, uzun çalışmaların ürünü olan sınıflama içinde yer aramayı denesenize!

Gençlik çok bireyci, diye yakınıyoruz. Gerikalanımız da grupçu veya cemaatçi. Grup veya cemaatin dinî mi etnik mi olduğu, millet mi siyasî parti mi, “hareket”, örgüt vs. mi olduğu hiç fark etmiyor. Velhâsıl “toplumcu” kimse yok sanki. Türk-Kürt bölünmesine gelene kadar, bu toplum zaten hayli derinden bölünmüş olarak yaşıyor; kendine bir alan açmayı ve peşine birilerine takmayı beceren herkes de bölünmeyi derinleştiriyor.

Bir memlekette her türlü “toplumcu” duygu, düşünce ve davranış kırıntısı, “mazallah komünistliğe varır” diye herkesin elbirliğiyle ezilirse olacağı da budur. Esası da budur.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT