1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. Bir El Mesafesindeki Dost
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir El Mesafesindeki Dost

26 Aralık 2009 Cumartesi 21:26A+A-

Bir dostum var bu uçsuz bucaksız şehirde
Bir el mesafesi kadar yakın bir yerde
Günler günleri kovalar, haftalar bilmez dur durak.
Nasıl da geçti bir yıl, daha hiç anlamadan bak
Eski dostların yüzü şimdi ne kadar da uzak
Hayat denilen şey hızlı ve acımasız bir tuzak
Dostluğumuz bitmedi, hala sımsıcak kalpler
Kapımı çaldığı ve kapısını çaldığım günler
Daha dün gibi. O vakitler tabii genciz
Şimdilerde ne vaktimiz var ne de halimiz
Bıktık artık boş işlerle oyalanmaktan
Bıktık artık unvan peşinde koşmaktan
Tamam söz! Yarın dostu görmeye gideceğim
Aslında onu ihmal etmediğimi göstereceğim.
Yarınların da sonu yok ki biri gelip biri gidiyor.
Aramızdaki dostluk an be an eriyip bitiyor.
Bir el mesafesi kadar yakın, bir ömür kadar ırak
Geldi işte acı haber, “Dostu yanına almış Hak”.
Beklemekle hak ettiğimiz işte bu en nihayet.
Bir el mesafesindeki dostumuz gitti ilelebet.

Charles Hanson TOWNE / Çeviren: Oktay ESER

 

Her Telden Benzer Yazılar

Bir hengâmedir gidiyor hayat, koşturup dururken içinde, öğütüyor bizi bir bir.

Ne çocukluğumuzu biliyoruz, ne de gençliğimizi hakkınca, aha geldik yolun yarısına.

Yaş otuzbeş değil, onu da geçtik çok şükür; ama geçmişte bir dolu hatıralar, yanlışlar, pişmanlıklar bırakarak.

Sanki öldüm gibi, değil mi? Yok, şimdilik nefes alıyoruz daha, sonraki harfe basar mıyız veya yarına çıkar mıyız bilmeden…

Hengâme demiştim…

Her çeşidinden mebzul miktarda, gani mi gani… Bir gürültüdür, bir patırtıdır, en kötüsünden bir kaostur var ama hiç kimse ben haylazlık yapıyorum, tantanayı ben çıkarıyorum, kaosun, karabasanın sebebi benim demiyor. Devlet ayrı bir dert, millet ayrı… İktidardakiler, bizi buraya kim itti, kim getirdi dercesine şaşkın mı şaşkın. Yer yer insana dair, insanın hassasiyetlerine dair yapıyorlar bir şeyler ama Allah aşkına olmasın mı o kadar? Öte yandan hem sığ, hem de derin, hem silahsız, hem de silahlı; düz, doğru yol, istikamet unutuldu, hep inişi, olmadı yokuşu gösteren bir muhalefet var ki, eh o kadar olur! Olmasa ne olacak sanki… mi? Ben de diyorum her daim ama var işte… Muhalefet böyle mi olunur? Tabiatı kurusun onun. Aman İslam olmasın, laiklik olsun; aman hak, hukuk, adalet olmasın da Kemalizm, Atatürkçülük olsun; yani aslında güç onun olsun, para pul onun olsun, dünya onun olsun diye insanını tüketmekle meşgul…

Kurumlar, yani gerçekte oraları temellük etmiş dünyaya sevdalılar birbirlerine durmuş. İktidar, parlamento ayrı telden, muhalefet, TSK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay bir başka telden; sermaye, medya, sivil güçler, hadi modaya uyalım, global güçler hiç durmaksızın karadüzen çalıp oynuyorlar. İktidar, pasta, haz,hırs, güç, egemenlik,sermaye,mal ,mülk,makam mansıp hep onların olsun oyunu bu.. Bir başka İnsan mı, vatandaş mı, nesine lazım onların; varsa yoksa kendileri, kendi bekaları.

Hep söylenir ya, hele devletin derununda bir “ben” var ki iktidardan içerü, bir türlü gözler görmez onu, hayalet gibidir ama şah odur, padişah, kral odur, kanun odur, hüküm onundur.

Anayasa, laiklik, Kemalizm, Atatürkçülük, Ergenekon, Gladyo, kafes, darbe, baro, Yargı-tay, hukuk, TSK, Danıştay, YÖK, PKK, Öcalan, Demokratik açılım, Alevi açılımı, Roman açılımı ve bilirkişilerin dediklerine göre ta Tanzimat’tan bu yana daha neler neler…

Off ,off,off !..Şimdi de al başına belayı cinsinden domuz gribi…

Şaka bir yana ne çok problemimiz var değil mi? Peki, ya Müslümanlar? Onların parçalanmışlığına, birbirlerini yemelerine, aymazlıklarına, biteviye farklılıklarını kaşımalarına ne demeli? Oysa bize cephe alanların, bizi yok sayanların, ne Musa’nın Kızıldeniz’i yarması umurlarında, ne de Yunus’un balığın karnında olması..Ne Yusuf’un rüyasına kafa yorarlar, ne de Nuh’un tufanına..Ameli,itikadi mezhep farklılıklarıymış,onlara ne?

Onların, “aman ha, olmasın” diye korktukları şey, tevhittir, Kur’an’dır, vahiydir, haktır, adalettir, Muhammed’in sahih kavlidir. Yani açıkça hedef aldıkları şey İslam’dır, O’nun hükümferma olmasıdır, O’nun kurallarının hayata hâkim olmasıdır. Sahih İslam düşüncesinin kabul görmesi, yayılmasıdır.

Peki, ya Müslümanlar? Onların parçalanmışlığına, aymazlıklarına, kılü kal meseleleri dert etmelerine ne demeli? Tevhit, vahdaniyet, inanç ve güç birliği yani ümmet birliği

İddiasına ne oldu?

Zor be dostlar, bu karmaşa içinde, bu dağınıklıkta zor mu zor…

***

Tutmuş bir dost, bu kadar sıkıntı içinde içimi acıtan, yüreğimi kıpırdatan bir şiir göndermiş bana; unuttuğumuz değerlerimizi, kaybettiğimiz hassasiyetlerimizi yine, yeni, yeniden hatırlatmak, başımıza başımıza vurmak için…

Okuyunca hüzünlendim birden. Her zamanki gibi keşkeler sıralandı dilimden.

Ve beraberinde,” Biteviye keşkeleri oynamasak artık, ne olur!” diye hayıflanarak.

Pişman olmak, tövbe etmek dile kolay nasıl olsa, al tespihi say sayabildiğince, tutan mı var seni? İyi de, ya hayatın kendisi? Yarını bekliyor o,hem de hiç ölmeyecekmişçesine, tövbe de nedir ki?

Bu curcunada “nasılsın?” diye soranlara,”Çok şükür, koşturup duruyoruz” cevabını verirken, kendimize dönüp sormuyoruz hiç,”Yahu iyi de, başına musallat olan bu belaların nedeni olan günahlara tövbe etmeden, tövbenin hakkını vermeden nereye koşturuyorsun?” diye.

Biliyoruz ya, anlatırken tövbeyi birilerine, kendimizi istisna tutarız hep, hem de kendi “ben”imizle yüzleşmekten korkarak. Hayatın bir hengâme olduğunu, bizi öğüttüğünü bir matahmış gibi söylenip dururuz da, ne hengâmeden geri dururuz, ne de öğütülmemek için direnç gösteririz.

Bir tutunmuşuzdur ki hayata, sormayın. Müstağniyi, istiğnayı iyi biliriz; iyi biliriz de büyüklenmek, kibirlenmek yine bizde, tevazu ise hak getire. Hep “en”leri oynarız, en iyi bilen, en iyi düşünen hep bizizdir.”En”lerimiz ve dahi “ben” lerimiz birilerin kalbini kırmış, dostlukları bozmuş, kardeşlik hukukunu çiğnemiş kime ne?

Şiir de ne ki, Kur’an/vahiy emretmiyor mu bize, örnekliğini dilimize dolayıp durduğumuz Hz. Resul demiyor mu bize,”kardeş olun, birbirinizi sevin, birbirinizin hukukunu koruyun, birbirinizin dedikodusunu yapmayın, iftira etmeyin, zanla amel etmeyin malayani işlerle uğraşmayın vs.” diye?

Şekil ortada işte, Kur’an dese ne yazar, Peygamber dil dökse ne yazar? Kardeşlikmiş, dostlukmuş, birlikmiş, birlikte mücadeleymiş, geçin efendim geçin, herkes kendi mahallesine… Varsa yoksa “en”lerimiz, ”ene”lerimiz, varsa yoksa “ben”lerimiz, komplekslerimiz…

Yazarken hep kırıyoruz, söylerken hep döküyoruz, dinlerken ukalalığımız üstümüzde, birlikte yaşarken de hep yakıp yıkıyoruz, yeter ki “ben”imiz mutlu olsun.

Ne diyor bakın bir üstat, tanırsınız siz onu: ”Hakikaten bu gün ümmet olarak yaşadığımız parçalanma ve bölünme tarihte belki de hiç olmadığı kadar vahim sonuçlar üretiyor. Bugün Müslümanların en büyük problemi nedir diye sorsanız, “tefrikadır” derim. Bugün Müslümanlara yapılacak en büyük ikram nedir diye sorsanız, “vahdettir” derim.

Buna da bir kulp buluruz biz,mahiriz o işlerde çünkü..

Niye bulmayalım ki; yerimiz dar ama “en”imiz bol bizim.”En” okuyan da biziz,”en” yazar da biziz,”en” Müslüman ve “en” mü’min de biziz. Ne yazılanı beğeniriz, ne söyleneni…

Müslümanlık mı? Biz nasıl tarif ediyorsak o…Müminlik mi? Biz ne diyorsak o… İslam mı, Din mi? Yahu dedik ya, o da bizden sorulur elhamdülillah… Siyaset mi, politika, ekonomi mi, eh onlarında en hakikisinden piri sayılırız…

Her şeyden öte  “Elhamdülillah -en- Müslüman-ım benim ” diye ilan ettik mi bir kere, bitti… Garanti belgesi, cennetin tapusu elimizde… Bir de ıstampa mühür, ha babam vur gelene, de babam vur gidene; damgala gönülleri, damgala kalpleri, damgala insanları, topunun canı cehenneme! Öyle ya, bize ne?

Ya HU, iteklersek birbirimizi, mahkûm edersek söylemlerimizi, ararsak öküzün altında buzağıyı; böyle dostluk mu olur, böyle dost mu kalınır, böyle kardeş mi olunur, böyle kardeşlik mi kalır, böyle birlik mi olunur, böyle cemaat mi olunur, böyle ümmet mi tesis edilir; böyle küfre, tağuta, zulme vs.ye karşı mücadele mi edilir, diye sormazlar mı bize?

Müslüman, Mü’min elinden, dilinden emin olunan değil miydi? Mü’min, Mü’minin kardeşidir diye buyurmamış mı hazreti Kur’an? Mümin, zanla hareket etmeyen, gaybi sınırları zorlamayan demek değil miydi, öyle öğretmemişler miydi bize? Öyleyse niye bu ayrışma, öyleyse niye bu hırgür?

Şiirde de ifade edildiği gibi, hep ölünce mi kör, badem gözlü olacak?

Öldükten sonra çok geç, hep musalla taşında mı helallik dilenecek? Daha dün birlikte değil miydik, daha dün haberleşmedik mi, daha dün yazısını okumadık mı, söyleşisini dinlemedik mi, niye en helalinden helalleşmedik, diye hayıflanacağımız zamanı mı bekliyoruz? Ölen ölmüş, ağıt yaksak ne fayda, gözyaşı döksek, dizlerimize vursak ne fayda…

Bir başka üstadın dediğine bakalım, çok iyi tanırsınız kendisini:”Ve amma, 'Kur'an Mektebi'ne bağlı olanların kaskatı, kemikleşmiş, taşlaşmış bir anlayış içinde olmaları gerekir' diye bir anlayışa kapalıyım.

İslam'ı, 'Tevhit inancı ve Nübüvvet bağlılığı' temelinde, Allah'ın verdiği akılla ve kendi hür iradesiyle tercih edip, onu hakkaniyet ölçüleri içinde anlamaya çalışmanın haram olduğuna dair bir bilgim de yok..

Hakikat tektir, amma, yansıma ve algılanması farklıdır..

Allah'ın dinini anlamak konusunda, kendimiz gibi düşünmeyenleri, 'bâtıl'da bilerek hatta sağlıklı bir noktaya varılabileceğini sanmıyorum.

Mümin kişi, İslam'dan kendi anladığının doğru olduğunu söylemekte elbette hürdür. Ama sadece benim anlayışım doğrudur demek, inanç adına despotizmdir. Başkalarının da kendi anladığı tarzın, İslam'ın en doğru yorumu olduğuna inanmak hakkı vardır. Kimse başkasına, kendisi gibi inanması gerektiğini dayatamaz.

Öyleleri, Muntezirî'ye daha bir ay öncelerde 'İslam haini'; Mir Huseyn Musevî ve Khatemî'ye, 'Emevi ve Yezid'; Refsencanî'ye ise, 'fitnenin başı' diyorlardı, gazetelerinde..

İslam adaleti ve kardeşliği, bu mu Allah aşkına?”

Doğru söze ne denir, hay ağzına sağlık demeyelim mi, hakkını teslim etmeyelim mi şimdi?

Alalım dersimizi ne olur, dostlarımız, kardeşlerimiz, hısım ve akrabalarımız; en önemlisi âlim ve aydınlarımız, mücadele adamlarımız henüz sağken kıymetlerini bilelim artık…

Kolay dost olunmuyor, kolay kardeş olunmuyor, hele âlim ve aydın hiç kolay yetişmiyor…

Ne olur yemeyelim birbirimizi, berhava etmeyelim değerlerimizi…

Üstatların, âlim ve aydınların yazılarını okuyoruz biteviye, bilgi paylaşmak için nasıl olsa.

Allah için, hepsi birer emek mahsulü.

Her birisi kendince değerli, kendince önemli mesajlar içeriyor. Sahip olunan bilgi, birikim, kültür vs. farklı olacak, doğal olanda bu. Ama kaldıramıyoruz bir türlü farklılığı, farklı sesleri. Hep kendimiz gibi, bizim gibi düşünsünler istiyoruz insanları. Sonra bir kavgadır, bir ötekileştirmedir gidiyor. Oysa “kesrette vahdet vardır” diyor birileri. Hakikat tektir, amma, yansıma ve algılanması farklıdır” diyor bir başka birileri

Ama yok,illa bizim dediğimiz,illa kavga, illa tefrika,illa gerilim,illa öteki, illa beriki..

Biz kavga ededuralım, bilelim ki birileri pusuda, ellerini ovuşturuyorlar…

Sonra ham yapar bu zilliler, yerler bizi o birileri, yani omuzlarında galaksi olanlar, yani onbirler, yani altı oku yedeğinde tutanlar, Ergenekoncular, Gladyocular birbirlerine danışırlar, yargılarlar da tay-lara bindirip kafese atarlar bir bir… Olmadı, Devletin derin mi derin kuyularında boğarlar. En hafifinden kandırırlar bizi, iktidar pastasından tattırıp zehirlerler ve kolaylıkla kendilerine, kendi değerlerine ram ederler. İmkân çok onlarda, yasalarıyla, kanunlarıyla, tehdit ve şantajlarıyla, olmadı silahlarıyla, tanklarıyla, rap rap sesleriyle korku salarlar. İhtilal, darbe söylemleri her daim… Katliamlar, son moda suikast ve intiharlar ne için sanıyoruz ki, değil mi*?

Diyoruz ama…!

Kime ne söylüyoruz ki?

Ey, hikmetinden sual olunmaz Rabbimiz, ne güzel de ders veriyorsun bizim gibi aymazlara...

Al-i İmran / 103: "Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Fırkalara bölünüp dağılmayın, birbirinizden kopmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Siz birbirinize düşmanlar idiniz de, kalplerinizi kaynaştırdı ve O'nun nimeti ile kardeşler kılındınız. Oysa ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtardı. Allah size mesajlarını işte böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasanız."

Enfal / 46:  Allah'a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum