1. YAZARLAR

  2. Salih Tuna

  3. Azrail olsan da can alamazsın!
Salih Tuna

Salih Tuna

Yazarın Tüm Yazıları >

Azrail olsan da can alamazsın!

22 Aralık 2011 Perşembe 13:22A+A-

İlk gençlik yıllarımızda sigarayı öyle uç uca eklerdik ki, paket yarıya inerdi de haberimiz olmazdı.

Çok şükür sigarayı bıraktık ama uç uca ekleme alışkanlığından kurtulamadık.

Bundan olsa gerek bazı türküleri uç uca ekleyerek tekrar tekrar dinliyorum.

Bu yazıya oturmadan evvel de Maçkalı Hasan'ın "Yüce Dağ Başında" türküsünü uç uca ekleyerek onlarca kez dinledim.

Nasıl ciğerden söylüyor anlatamam!

Sözleri de şöyle: "Yüce dağ başında da yayılmış taylar anam yayılmış taylar / Var mı benim gibi de emeği zailar / Siz de mi duydunuz da yıldızlar aylar / Ben bir fidan boylu da yardan ayrıldım anam yardan ayrıldım"

Devamı var elbette ama biz şu kadarıyla nihayete erdirelim: "Yüce dağ başında da kar olamazsın anam kar olamazsın / Ezrail olsan da can alamazsın / Sen de benden başka da yar bulamazsın / Sıva kollarını da dola boynuma anam dola boynuma"

Ah nasıl da çalıyor bir bilseniz!

Zaten (1986'da aramızdan ayrılan,1912 Maçka doğumlu) Hasan Tunç'tan daha iyi kemençe çalanı da ben işitmedim.

Hele bu türküde kemençeyi resmen ağlatmış.

"Ezrail olsan da can alamazsın" sözüne takılan olur mu bilmiyorum ama her ihtimale karşı biz yine de söyleyelim: Canı veren de alan da Allah'tır; Azrail nihayetinde bir aracı veya vasıtadan ibarettir.

Bir sevda türküsü bu ama vallahi sevdadan/aşktan değil, dert yüzünden tekrar tekrar dinledim.

Hayır, Ermeni yasa tasarısı değil derdim.

O milli dert.

Ve, bu milli derde en iyi cevabı sevgili dostum Markar Esayan verdi: "Bir 'Acıları pazara çıkaralım, en yüksek fiyata satalım' mevsimi daha geldi. (...) 1915'te Anadolu'nun herhangi bir bölgesinde katledilen bir kişi eğer bugün canlanıp Sarkozy'ye ulaşabilseydi, muhtemelen onun suratına tükürür 'Benim acımdan siyasi kazanç çıkarıyorsun' derdi..." (19. 12. 2011, Taraf)

Bu türküyü, omuzu kalabalık bir generalin "Biz bu ülkeyi 10 milyon devraldık" diyerek 60 milyona kolpa attığı, "Gerekirse silah bile kullanırız" manşetlerinin kotarıldığı 28 Şubat'ın en netameli günlerinde sıklıkla dinlerdim.

Belki o korkunç gündemden dağlara, bulutlara sığınmak istiyordum. Belki de o sözü terennüm etmekle rest çekmiş oluyordum: "Azrail olsan da can alamazsın!.."

İyi de, şimdi ne oldu da yine böyle vurdu aklıma?!

Evet, bir şey oldu, 28 Şubat'ı çağrıştıran, hatta "Bitmedi mi şu lanet süreç?.." dedirten bir şey!

O süreçte 14 yaşında bir çocuk, Yakup Köse idamla yargılanmıştı.

Suçu, devletin anayasal düzenini cebren yıkmaya teşebbüstü.

Ne ki, işlediği iddia edilen suçun ne olduğunu fehmedecek yaşta bile değildi.

Yoktan yere tam 10 yıl mahpus damında yatmıştı.

"Eski Türkiye"nin bu zulmünden dolayı "Yeni Türkiye" özür dilemesi, mağdurla helalleşmesi gerekirken ne yaptı biliyor musunuz?

Onca haksızlık yetmemiş gibi üç-beş gün önce yıllarca ceza kesti.

Niye mi?

İsterseniz Yakup Köse'nin bana gönderdiği mailden okuyalım: "28 Şubat'ta 14 yaşındayken gözaltına alınıp 3 aylık bir yargılanma döneminin ardından idam cezası aldım ve bu ceza sonucunda 10 yıl içeride yattım. İçeride yatarken de her türlü baskı, zulüm, işkenceye maruz kaldım. Bunlardan bir tanesi de cezaevi baskınıydı... Vurdular, yaraladılar, öldürdüler, yaktılar, yıktılar ama cezayı onlara değil bize verdiler..."

"Eski Türkiye"deki o cezaevi baskınında (19 Aralık 2000) 32 kişi ölmüştü.

Yazık ki yazık, "Yeni Türkiye"de o cezaevi baskınını yapanlara değil, zulme uğrayanlara ceza kesildi.

Kimi köşe yazarı arkadaşlar "Bir daha darbe olur mu?" diyorlar.

Yakup Köse'ye verilen cezayı hesaba katsaydılar bu soruyu nasıl sorardılar acaba?

YENİ ŞAFAK

 

YAZIYA YORUM KAT