1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. İktidar Hırsının Götürdüğü yer ve Toplumsal Dejavu
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

İktidar Hırsının Götürdüğü yer ve Toplumsal Dejavu

10 Aralık 2009 Perşembe 17:58A+A-

Bugünlerde bazılarının, toplumu psikonevrotik bir rahatsızlığa itekleyen siyasi karmaşa ve yine sürekli güncellenen terör olayları nedeniyle olsa gerek, yazı ve söylemlerinde kullanageldikleri “Dejavu “ diye bir kavram var. Anlamı da; karşılaşılan bir durum ya da olayın, daha önce de karşılaşılmış ya da yaşanmış hissedilmesi demekmiş ki aslında bu yönüyle psikolojik rahatsızlıkların teşhisinde kullanılan bir tabir olduğunu da ilave edelim. Ama anladığımız kadarı ile bu kavramı kullanmaktan maksat,”Ben bu filmi daha önce de gördüm” söyleminde içkin, geçmişte yaşanmışların ayniyle vaki bugün de yaşandığına işaret etmektir ki görünenden hareketle söylersek teşhis bu şekliyle doğrudur ve bu bir varsanı, varsayım filan da değildir, bilakis fiilen yaşanan bir olgudur. Ne yazık ki insan fıtratında mündemiç olan erk/iktidar hırsı, insanlık varlık âleminde kendine yer bulduğundan bu yana toplumlara “dejavu” halini yaşattırmaktadır.

Herkesin de bildiği gibi “İktidar”, bir işi gerçekleştirmek için gereken kuvvet, muktedir olma durumunun karşılığıdır. Aynı zamanda bir işi yapabilme yetkisi, kudret, sözü geçerlik, istediğini yaptırabilme, nüfuz; bir bireyin, bir toplumun, başka birey, küme veya toplumları egemenliği, baskısı ve denetimi altına alma, hürriyetlerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya yeteneği demektir…

Ne yazık ki insanlık, varlık alanında kendini ifade etmeye başladığından bu yana, malum kavrama en olumsuzluk şekliyle vahye rağmen hayat vermiş ve bu çerçevede kendi cinsini katletmekten, öteki kılmaktan, işkence, baskı, tehcir ve tenkile maruz bırakmaktan geri durmamıştır.

Önceki peygamberlerin oluşturduğu vahyi geleneğin, vahye karşı çıkan insanlar tarafından tahrif edilmesinin akabinde, yaşadığı çağın olanca kirliliğinden, kendine verilen yetenekleri en iyi şekilde kullanarak farkına varan ve bu anlamda hayatı ve eşyayı okumanın hakkını veren Hz. Muhammed’in, Rabbimiz  tarafından yeni bir tevhidi gelenek oluşturmak için görevlendirilmesiyle beraber başına gelenler hiçbirimize yabancı değildir. Aynı zamanda rıhletinden hemen sonra defin işlemi gerçekleşmeden yaşananlar da dahil, vahyi hayatın içinde yaşanır kılmak için sağlığında onunla birlikte mücadele eden insanlardan bir kısmının iktidar kavgası nedeniyle birbirlerine durması ve devamla birbirlerini kırması yabancısı olduğumuz mevzular değildir.,Yani o gün yaşananlar da, tıpkısının aynısı olmamakla beraber, anlam itibariyle geçmişte yaşanmış olayların tekrarı gibidirler.Hz. Adem’in,Hz. Musa ve İsa’nın,özetle ta Hz. Muhammed’e kadar gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin yaşadıkları, Kur’an’ın da teyidi ile birbirine benzer olaylar değil midir?

Şimdinin İslam dünyasında yaşananların da, inanç ve eylem bağlamında geçmişte yaşanmışları ihsas ettirecek şekilde gelişmediğini yani bir “dejavu” halinin olmadığını kim söyleyebilir?

Meseleyi kendi tarihimizden birkaç örnekle açmaya çalışalım..

İlk Halife Seçimine İlişkin Kesitler

Hz.Peygamber’in vefatının akabinde defin süreci başlamadan “Halife kim olacak?” sorusuna cevap arandığını ve bu tartışmalara Hz. Ömer’in itiraza mahal bırakmayacak bir şekilde sergilediği bir tavırla son noktayı koyduğunu hepimiz biliyoruz. Farklı anlatılarda Hz. Ömer’in, Hz.Ebubekir’in halifeliğine itiraz edenlerin kellelerini uçurmakla tehdit ettiğine dair rivayetleri okumak mümkündür.

Bu gelişmelerle beraber Hz.Ebubekir’in halifeliğine Hz. Ali’nin itiraz ettiği ve yaklaşık altı ay gibi süreden sonra biat ettiği; Sa’d bin Ubade’nin de- ki Hz. Peygamberle omuz omuza İslam için mücadele vermiş bir sahabedir- aynı tartışmaların akabinde Hz.Ebubekir’e ömür boyu biat etmediğine dair veriler de yabancısı olduğumuz şeyler değildir...

Devamla, Hz.Fatıma’nın eşi yani Hz. Peygamberin damadı ve mümtaz şahsiyetlerden biri olan Hz. Ali’nin, Hz.Ebubekir’in halife seçilmesine itiraz gerekçelerine ve bu gerekçeleri sıralarken Hz. Ömer’i de eleştiren sözler söylemesine; Hz.Fatıma’nın vefatının akabinde yalnız kalması ve fitneye daha çok mahal vermemek için Hz.Ebubekir’e biat etme sürecine dair farklı rivayetlerin olduğunu hatırlatalım.

Yine Hz.Ebubekir’e biat etmeyen ve bu doğrultuda Hz.Ömer’e de kızgın olan Sa’d Bin Ubade’nin Hz. Ömer’in halifeliğinde onun elçisi Muhammed b. Mesleme el-Ensar tarafından özellikle Halid in Velid’in yardımıyla Şam’da öldürülmesine ilişkin rivayetleri de hatırlayalım. Bu rivayetlerde Hz.Ebubekir’e biat etmeyen ve baskı sonucu Hz.Fatıma’nın evinde yine Hz.Ali’yle birlikte bu sürece dâhil olan isim örneklerine bakarsak- ki bunlar;”Abbas b. Abdulmuttalib, Utbe b. Ebu Leheb, Selman-i Farisî, Ebuzer Gıfârî, Ammar b. Yasir, Mikdad b. Esved, Bera b. Azib, Ubey b. Ka'b, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Talha b. Abdullah, Zübeyir Bin Avvam vb.gibi Peygamberle savaşlara katılmış güzide insanlardır-halife seçimine ilişkin tartışmaların boyutunun büyüklüğünü görebiliriz.

Bu tartışmaların, sonraki süreçte İslam itikadına ve fıkhına müteallik yazılan usül kitaplarında “Halife Kureyş’ten olmalıdır!” hükmünün yer almasına vesile olduğunu da ilave edelim. Ki bu görüşü; ırkçılık, milliyetçilik, kavmiyetçilik, Turancılık, Anadoluculuk, yerlicilik, kafatasçılık, asabiyetçilik, vatancılık vs. gibi kabullerin neresine koyacağımızı da bir düşünelim…

Cemel Vakası’ndan Hatırlatmalar…

Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra halife seçilen Hz. Osman’ın, yönetimi sırasında Hz. Peygamberin  (altını çizerek söyleyelim)sınırlarını çizdiği/koyduğu ilke ve yasaklara rağmen davranmasıyla  -ki bu arada Ebu Zerr Ğıfari’yle ilgili yaşanmış gerilimleri de çok meşhur olduğu için zikredelim-yönetim zafiyetleri oluştuğu, bu zafiyetlerden Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye lehine sonuçlar çıkarmak için uğraştığını tarih kitapları yazmaktadır. Hz. Ali’nin, Hz. Osman’la yönetim tarzı açısından çatıştığı ve bazı rivayetlere göre de ona hiç biat etmeyerek sürekli muhalefette kaldığı anlatılmaktadır. Bu süreç içerinde Hz. Osman’ı şehit ederek siyasal boşluk ve gerilime sebep olanlar,bu durumun kendi aleyhlerine gelişmemesi adına Medine halkını Hz. Ali’yi, Zübeyir’i ve Talha‘yı öldürmekle tehdit ederek Hz. Ali’yi Halife olmaya zorladıkları erbabınca bilinen anlatılardır.

Halife olan Hz. Ali’nin Hz. Osman zamanında vali seçilenleri tüm uyarılara rağmen azat etmesi ve görevden alınanların muhalif tavır içine girmelerinin akabinde,bütün bu gelişmeleri kendi aleyhine gören Şam Valisi Muaviye, Hz. Osman’ın katilinin bulunması için yeterli gayret gösterilmediği gerekçesi ve bahanesi ile siyaseti germeye başladı. Hz. Ayşe’de olumsuz propagandaların etkisiyle aynı kabulde olduğu ve belki de İfk hadisesinde kendinden tarafa açık bir görüş ortaya koymadığı için olsa gerek Hz. Ali aleyhine gelişen bir tepkimenin tarafı durumunda kaldı. Talha ve Zübeyir’de valilik beklentileri yerine getirilmediği iddiası ile Hz. Ayşe ile beraber Hz. Ali aleyhine muhalefet sürecinin içine girmiş oldular.

Hz. Ali, Muaviye’ye karşı bir savaşın içine girecekken Basralıların oluşturduğu ordunun başında olan Zübeyr, Talha ve özellikle Hz. Ayşe ile mücadele içerisine girmek zorunda kaldı(656).

Tarafların tüm uzlaşı çabalarına rağmen gerçekleşen savaşın akabinde Hz. Ali, yazılanlarda anlatıldığına göre kendisine esir(!) düşen Hz. Ayşe’ye gerekli saygı ve hürmeti, ihtiram duygularını göstererek koruması altına almış ve Medine’ye göndermiştir.

Sıffin Savaşına Küçük Bir değini…

Cemel vakasından bir yıl sonra Hz. Ali,yine Hz. Osman’ın katilinin bulunmasında yavaş kalındığı ve onu şehit edenlerden intikam alınması gerektiği iddiası ile muhalefet geliştiren Muaviye’nin ordusuyla Sıffin denilen yerde karşı karşıya geldi..

Savaşı kaybedeceğini fark eden Muaviye, Amr b. el-Âs’ı devreye sokar ve o da askerlerin Kur’an/Mushaf sayfalarını mızraklarının uçlarına takmalarını söyleyerek güya taraflardan Allah’ın kitabını hakem tutmalarını ister(Hakem olayı).Hz. Ali bunun bir hile olduğu konusunda ordusunu ikna etmeye çalışsa da başarılı olamaz ve sonunda Amr b.el-As’ın hilesi, savaşı neredeyse kazanmış Hz.Ali’nin anlaşmaya razı olması ile karşılığını bulur.. Bu savaş aynı zamanda Hariciliğin de ortaya çıkmasına sebep olmuştur (657)...

Devamla..

Hz. Peygamberin torunlarından ve Hz. Ali’nin oğullarından Hz. Hasan’ın türlü vaatlerle kandırılan ve sonradan kendisini kandıranların da onu katlettiği eşi (Muaviye/Yezid) tarafından zehirlenerek şehit edilmesi(669)..

Yine Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in Kerbela’ da Muaviye’nin oğlu Yezid ve taraftarlarınca şehit edilmesi(680)..

Vs. Vs…

Bu siyasi olduğu söylenen olayların 632 yılında vefat eden Hz. peygamber’den hemen sonra, yani Vahyin iniş sürecinin sıcaklığı henüz soğumamışken geliştiğini yeniden hatırlatalım.

Bütün bunlar niye örnek olarak verildi?

Başarabilirsek şayet; Kur’an’ın/vahyin ilk temsilcileri olarak bilinen ve bazılarının yaygın kabule göre gökteki yıldızlar mesabesinde olduğu iddia edilen insanların bile birbirlerine durmalarına sebep olan “şey” in “iktidar hırsı” olduğunu ve aslında bu hırsın “şeytan ve Âdem’e secde” metaforunda da işaret edildiği üzre insanın fıtratında ve üstelik bile bile cennetten olmaya kadar götürecek bir şekilde yer tuttuğuna işaret etmek için…

Ve bu hırsın, öyle bir şey ki; Kabil’in Habil’i öldürmesini ve aslında Kabil’in ne kadar da aciz olduğunu anlatan ayet örneklerinden de anlaşılacağı üzre, insanlığın ta baştan beri kardeş katlini meşrulaştırdığı gerçeğini hatırlatmak için…

Ve bu iktidar hırsının, yine öyle bir şey ki; Hz. İsa örneğinde görüldüğü gibi peygamberi çarmıha gererek öldürmeye şartlandırdığına; yine Hz. Yusuf kıssasında anlatıldığı gibi kardeşi canlı canlı kuyuya atmaya teşvik etttiğine; Hz. Peygamber’in  hayatından kesitlerde de dile getirildiği gibi en emin, en güvenilir ve hem de canciğer akraba olan birini bile suikast yoluyla öldürmeyi meşru gösterdiğine; İmam Ebu Hanife başta olmak üzere iktidarları eleştiren neredeyse bütün ulemanın,  kendilerini en iyisinden Müslüman(!) gören iktidar mensupları tarafından, yine iktidar merkezli, kâh öldürtecek, kâh işkenceye ve tehcire zorlatacak kadar baskın gücü olduğuna; özetle, insanlık var olalı beri, önce kural ihlali yaptırdığına, sonra insanların birbirlerinin canlarına kastettirdiğine ve tabii ki böylece kargaşa, kaos ve fitneye sebep olduğuna  vurgu yapmak için…

Ve özellikle iktidar hırsını kendine rehber edinenlerin, tüm zalimlikleriyle insanlığa biteviye “dejavu” halini yaşattıkları için…

Biliyoruz ki İslam uleması tarafından, sahabe arasındaki bütün bu siyasi çekişmeler binlerce insanın ölümüne neden olmasına rağmen, buradan bakıldığında bizi rahatsız eden içtihat farkına verilmiştir. Hz. Peygamberden mülhem oluşmuş genel bu kabule göre “içtihadında isabet eden iki sevap, edemeyen de bir sevap alır” hükmü sahabenin içinde yer aldığı siyasi gelişmeleri değerlendirmek adına ters mantıkla ölçüt olagelmiştir.  

Küçük hatırlatmalar sadedinde söylersek; suikast/pusu/zehirleme yolu ile öldürmeler, Abdullah bin Sebe (yaşadığı tartışılsa da) gibi fitne/fesat tohumu ekicilerin tuzağına düşerek savaş yolu ile katliamlar olsa bile sonuçta hepsi içtihat farkına verilmiştir.

Yine elfaz-ı küfrün çeşitlerini, insanın hangi söz, amel ve inanışla küfre girdiğini ve yine hangi sebeplerle fasık olabileceğini anlatan usul kitap/kaynaklara baktığımızda sahabenin bu tarz eylemlerinden dolayı itikadi olarak suçlanmadığını; üzücü olayların yorum farklılığından dolayı geliştiğini, bırakın eleştirmeyi, bilakis gökteki yıldızlar mesabesinde değerlendirildiğini görüyoruz.

Bilhassa bunca katliamlara, siyasi cinayetlere sebep olan Muaviye ve oğlu Yezid’in ehl-i sünnet(!) kaynaklarında küfre girdiklerini, kâfir olduklarını söyleyen hükümlere rastlamak neredeyse zor gibidir.

Herkes bilir ki;“Bir insanı haksız yere öldüren âlemi öldürmüş gibidir (Maide 32)” kavlini en iyi bilen ve anlayan Peygamber dostlarının, bu denli kıyıcı mücadeleler içine girmelerinin İslam düşünce geleneğindeki karşılığı tartışmalıdır. Özellikle vurgulayalım ki İslam düşünce geleneğinde yer tutmuş olan bu geçmişi kutsama, eleştirmeme yaklaşımı da artık enikonu tartışılmalıdır. Çünkü bugünkü kırılmaların sebebi, bize göre, o günlerde oluşturulan alt yapı sebebiyledir.

Şöyle bir irdelediğimizde savaşların çıkış sebebi genellikle iktidar mücadelesi için gibidir ama gerçekte araya giren münafık tiplerin ayak oyunlarına bakılınca, aslında “Din”e karşı bir tavrı da tetikleyen çekişmeleri de ihtiva etmektedir. Âlimleri ve acizane bizi de tutan şey o çekişmelerde ölen, öldüren, katledilenlerin de ne yazık ki Peygamber dostları olarak bilinmeleridir. Öyle ya, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, geleneksel kabule göre aralarında aşere-i mübeşşere(!) ve vahiy kâtibi(!) olduğu kabul edilen insanların(istisnalar bir tarafa) bu derece kanlı, baskıcı, işkenceci, toplu kıyımcı tavırlarına ve onların eylemlerini içtihadi farklılığa verenlere karşı nasıl ileri geri konuşabiliriz ki?

Varmak istediğimiz yer!..

İslam âlimleri, tefsir ettikleri Kur’an ve şerhleriyle donattıkları hadis külliyatları önlerindeyken, İslam tarihinde gelişen ve kısa notlarla alıntıladığımız bu siyasi gelişmeleri hep teenniyle, itidalli bir şekilde yorumlamaya çalışmışlardır. Peygamber sonrası Emevi hanedanlığı, Abbasi ve Selçuklu yönetimleri sırasında ortaya çıkan kargaşaları ve yine yakın tarih açısından Osmanlı iktidarında meşrulaşan(!) kardeş katlini(!) dahi hep bu ölçütlerle değerlendirmişlerdir. (Siyasi iktidarların ulema üzerindeki olumsuz baskıları nedeniyle de, başka bir din algısı geliştirildiğini parantez içinde ilave edelim)

Cumhuriyet öncesi Osmanlı hanedanlarının siyasi reflekslerini, iktidarda kalmak için, muhalifleriyle beraber birtakım siyasi cinayetlerin oluşumuna fırsat vermelerini de hep bu doğrultuda yorumlamaya çalışmışlardır.

Öyle bir gelenek ki bu, aslından gittikçe uzaklaşmış ve Cumhuriyet öncesi küresel ve yerel kaotik şartların adeta itekleyerek kahraman yaptığı Mustafa Kemal’i neredeyse Peygamber telakkisi içinde değerlendirmekten kaçınmamıştır. Yine kültürel dokumuzun İslamla yoğrulduğu gerçeğinden hareketle tek parti yönetiminden sonraki süreci bizatihi İslami uyanış olarak görmüş ve o dönemde iktidar hırsı çerçevesince siyasi olarak asılan Başbakan dâhil bir takım insanları, kavramı özgün anlamından da soyutlayarak şehit(!) olarak nitelenmesine yol açmıştır.

İtidalli olma prensibini yok saymadan söylersek, elbette geleneğin oluşturduğu ve hatta dayattığı bu kabullerin hiçbirine düşünce olarak katılmamız mümkün değildir.

Ne çare ki 1400 yıllık bir gelenekle ve özellikle geleneğin içerisinde neredeyse kutsanmış insanların kavilleriyle karşı karşıyayız.

Bu kavillerin yol açtığı flu görüntü ve anlayışlar nedeniyle de, şimdiki zaman için söylersek, Hz. Peygamber döneminde olduğu gibi saflar net bir şekilde oluşturulamamaktadır.

Anlaşılacağı üzre iktidar hırsı, insanı vahiy gerçeğinden uzaklaştırmakta ve ondan bağımsız salt iktidar merkezli bir dünya tasavvuruna iteklemektedir.

Ve sanki bugün Gladyo/ Ergenekon, demokratik açılım, Kürt açılımı vs. ekseninde yaşananlar ve bu paralelde gerçekleştirilen insan kıyımları,  ilk halifeden bu yana geliştirilen, siyasi olduğu iddia edilen ama istisnalar bir tarafa, aslında iktidar hırsı  uğruna gerçekleşen kavgaların mantığını, sonraki süreçte adı şu ya da bu olan halife, padişah vb. yöneticilerin hatalarını da içtihattır diye görmezden gelen zihniyet sebebiyledir…

Ve sanki şimdikilerin eylemleri de geçmişe öykünmek gibidir. En kötüsü de yine bugün vahyi değerlerden, yine istisnalar bir tarafa, popülist yaklaşımlarla ödün veren ulema, cemaat ve tarikat liderlerinin ve taraftarların kavilleri nedeniyledir…

Ve artık sankisi fazla, Devleti kutsayan ve bu uğurda insanları harcamaktan kaçınmayanlar; mutlu azınlıkların iktidarını, yüzbinlerce insanın hayatına tercih edenler herkesin bildiği üzre “derin devlet “diye tanımlanıyorlar… Aldanmayın çözülüyor denilmesine, bakmayın şekle, görüntüye, bakmayın cambaza!

“Saklı seçilmişler “ hala rol kesiyorlar, bilelim…

Aksi iddia ediliyorsa şayet…

Buyurun, en kallavisinden tartışalım efendim…

Dün Susurluk olayı, bugün Ergenekon vb. dosyalar; dün Bingöl vb.yerlerde, bugün Tokat’ta gerçekleştirilen kıyımlar vs…

Ben bu filmleri şu yaşımda bile kaç kez gördüm, siz görmediniz mi?

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum