1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘İslamofobia’dan ‘anti-İslamizm’e...
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘İslamofobia’dan ‘anti-İslamizm’e...

05 Eylül 2007 Çarşamba 12:40A+A-

Müteveffâ Papa II. Johannes Paulus, Müslümanların kitabı Kur’an’ın, ‘Hz. Meryem ve Hz. Îsâ konusunda son derece saygılı davrandığını’ söyler ve bunu belirtmesi bile, farklı dinlere menbub insanların yakınlaşmasına vesile olurdu.

Şimdiki Papa 16, Benedicktus (Kardinal Ratzinger) ise, iki sene kadar önce, doğum yeri olan Bavyera’nın Regensburg şehri üniversitesinde yaptığı bir konuşmada, Kilisenin tozlu rafları arasında kalmış bir takım iddia ve tartışmaları bugüne taşıyarak, İslam’a ve Müslümanlara savaş açmayı yeğledi; Resul-ü Ekrem (S) hakkında saygısız ifadeler kullandı.. 18 yıl önce de,  Bombay’lı bir müslüman ailenin Selman Rushdî isimli mürted oğlunun, ‘Şeytan Âyetleri’ adıyla yazdığı sözde romanın, sövgünâmenin  İslam ve Müslümanları küçük düşürmek ve tahrik etmek için nasıl tezgahlandığı hâfızâlardadır.. Son 3 yıl içinde ise,  Danimarka’lı bir karikatürist ve Hollanda’lı bir film yapımcısının İslam aleyhinde sergiledikleri düşmanlıklar, âdetâ Papa’ya zemin hazırlamak için sipariş olunmuş gibi bir hava bile oluşturmuştu..

Papa’nın, o safsataları bugüne taşıma çabası, bazılarınca, onun bir teoloji (ilâhiyat)  prof.’u olmasından ileri geliyordu.. Bazılarına göre ise, onun, gençlik yıllarında Hitler’in gençlik örgütlerinde, mutlaka bir düşman üretmeye yönelik bir ruh haliyle yetiştirilmesinden kaynaklanıyordu.. Tabiî, buna bir diğer etken daha ilave edilebilirdi.. O da, bu Papa’nın çocukluk döneminin geçtiği yörenin özelliği.. Çünkü, Güneydoğu Almanya’da, Çek ve Avusturya sınırı yakınında, Tuna nehri üzerinde bulunan Regensburg şehri, Osmanlı ordularının Viyana önlerine kadar geldiği zamanlarda, müslüman istilasına mâruz kalmak korkusuna kapılmış yörelerden birisiydi.. Onun içindir ki, Almanya’nın batı ve kuzey kesimlerinde pek rastlanmıyan şekilde, o yöredeki şehirlerin hemen her köşebaşındaki evlerin cebhesini süsleyen ve kardinaller öncülüğünde Osmanlı’ya karşı saldırıya geçen Haçlı askerlerini tasvir eden heykelciklerde en dikkati çeken husus, (Müslümanları sembolize etmekte kullanılan)hilallerin ayaklar altında çiğnenmesidir.

Bugünlerde Irak’a gizlice ve tekrar gelip, işgal ettiği yerlerde, çağdaş bir Haçlı (Crusader) havası atan Bush’un bütün cinayetlerini ‘Tanrı’ adına yaptığını söylemesine paralel olarak, Papa’nın da tarihte kalmış bir takım hesablaşmalar için, hrıstiyan dünyasının bugün varolduğuna inandığı üstün güçlerinden faydalanmak istemesi anlaşılmaz değildir.

15-20 sene öncesine kadar, kendisine komünizmi, bertaraf edilmesi gereken birinci derecede düşman olarak gören kapitalist Batı dünyasının gündeminde, hele de Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesinden sonra, pek ciddî bir İslam mes’elesi sözkonusu edilmiyordu.. Ama, komünizmin inkırazında, çöküşünde müslüman halkların direnişi de devreye dahil edildikten ve netice sağlandıktan sonra, kapitalist dünya ‘Soğuk Savaş’sız kalmanın kendi iç bünyesinde meydana getireceği denge bozukluklarının korkusuna saplandığından, kendi toplumlarına bir ‘yeni düşman’ göstermeyi bir zarûret olarak hissediyordu.

İşte öyle bir dönemde 11 Eylûl 2001 Saldırıları gerçekleşmişti.. Amerikan iç bünyesindeki hesablaşmaların sonucu olduğu izlenimi veren ve belgeleri hâlâ da açıklanmayan bu saldırı, o yeni düşmanın yontulması için bulunmaz bir fırsat oldu. Ve o saldırı üzerinden henüz 7-8 saat geçmekte ve ortada hiçbir ciddî delil yok iken, ideolojik savaş stratejistyenleri, bu saldırıları müslümanların üzerine ve ‘Islamic terror’  nitelemesiyle atmaktan çekinmediler.

Böylece bir ‘Islamofobia’ dönemi başlatılıyordu.. ‘İslamofobia’, ‘İslam korkusu’ idi.. Ama, bu korku mutlaka, İslam düşmanlığı demek değildi.. O korku zail de olabilirdi..

Ama, din farklılığının halkların anonim kültüründeki derin ve hattâ farkında bile olunmayan gayri-iradî etkileri, yine de gözardı edilemezdi. Hakkında sağlıklı bilgi sahibi olmadıkları bir din ve mensubları hakkında, geçmiş kültürlerden kalan yalan ve düşmanlıklardan beslenen bir İslam korkusu, Avrupa toplumları içinde, eritilemiyen bir Müslüman nüfusun giderek artması ve 25-30 milyonu bulması üzerine daha bir netleşmeye başlamıştı..

Ve, derken.. bugünkü noktaya, ‘anti-islamizm’e gelindi.. Yani, emperyalist dünyada bugün artık sözkonusu olan İslam korkusu değil; İslam karşıtlığıdır ve o dünya, bu düşmanlığa endekslenmiştir.. Ve ilginçtir, bu ‘İslam karşıtlığı’nı hele de Batı dünyasında en çok tahrik etmeye kalkışanlar, Batı’lılardan ziyade, Müslüman coğrafyalarından ve özellikle Türkiye, İran, Cezayir, Tunus, Mısır, Suriye, Somali vs. gibi coğrafyalardan gelen laik, ateistlerdir. Onların İslam hakkında çizdikleri tablolar öylesine korkutucu ki, bazen, insaflı hristiyan din adamları bile bu iddiaları yalanlamak zorunda kalıyorlar.. Ama, onların çoğu da, Papa’dan farksız.. Hattâ, Köln’de yapılması düşünülen bir büyük câmi için, ‘minareleri çok yüksek, Kiliselerle boyölçüşmeye çalışıyorlar!’ diye itirazlar geliştirmeye çalışan kardinaller bile var..

Ve bu kesimler, dinlere ve hele de İslam’a yapılan saldırılar konusunda temaşacılar.. 

Son olarak da İsveç’li bir karikatüristin, Resul-u Ekrem (S)’i hedef alan tahrik edici karikatür karşısında kardinaller tek kelime söylemediler.. Yapılacak itirazlara Hükûmet’lerin verdiği  cevablar ise, klasik: ‘Bizim ülkemiz özgürlük ülkesidir.. Medyaya müdahale edemeyiz..’

Ama, aynı çevrelerin, yahudilerle ilgili yazılara nasıl tepkiler verdiklerinin en canlı örneği, bu konudaki bir yayını dolayısiyle AB ülkelerinde basım ve dağıtımı yasaklanan bu gazetedir..

Halbuki, iki hafta önce, Malezya’nın başkenti Kuala-Lumpur’da, Hindularca ve tamil dilinde yayınlanan bir derginin kapağında Hz. İsâ, bir elinde bira şişesi, diğer elinde bir Amerikan sigarası olduğu halde resmedilmesi üzerine, dev bir protesto gösterisi yapanların başında Müslümanlar geliyordu ve Malezya Başbakanı Abdullah Bedavî de, ‘inançların hafife alınmasının asla himaye edilemiyeceğini’ söylüyordu..

Bir de Batı’ya bakınız. Hattâ, Hz. Îsâ ve Hz. Meryem de bu ahlâksızlıklardan uzak kalamıyor.

Bu saldırılara nasıl cevablar verilmeli.. Kızgın tepkiler mi? Bu diyarları terketmek mi? Her iki şık da, esasen onların öngördükleri ve gerçekleşmesini istedikleri tepkiler..Hiç tepkisiz durmak da bir tepki şekli olur mu? Köpek bizi ısırdığında, biz de köpeği mi ısırmalıyız, yoksa? Bu konulara, her bir Müslüman, etraflıca kafa yormalıyız..

Unutmayalım ki, Resul-u Ekrem (S)’in üzerine neler atmamışlardı? Ve Ebu Cehl, O’nu ‘en çirkin insan’ olarak nitelediğinde, Yüce Resul de, ‘onun İslam’a olan düşmanlığı varken, bana nasıl sevgi ile bakabilir?’ mealinde görüş belirtmiş ve aldırmamıştı. Ve kervanımız hâlâ ilerliyor, bazen ağır aksak, bazen dev adımlarla.. Bu alaylar, istihzalar, hakaret ve tahrikler de esasen, bu ilerleyiş yüzünden.. Bizi, zamanını, mekanını, şeklini bizim belirlemediğimiz bir savaşa çekerek, inisiyatifi ele geçirmek istiyorlar.. Bu oyuna gelecek miyiz veya n’apacağız?

YAZIYA YORUM KAT