1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. Unutuldu işte!
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

Unutuldu işte!

17 Eylül 2009 Perşembe 17:00A+A-

Hey gidi günler hey!

Bizim ev de sel suları ile yıkananlardandı bir vakitler.

Olayı bizzat yaşamasam da, yaşayanlar canlarım olduğu için, ateş düştüğü yeri yakar kabilinden empatiyi birinci dereceden yaşayanlardan sayabilirim kendimi. Sonrasında tamirat, çamur, temizlik bizim elimizden geçtiğinden en azından o boyutuyla da olsa bilirim sel muhabbetini.

Daha dün gibi, rahmetli babam telefonda:

—Oğlum, evin içinden su fışkırıyor! Sel altında kaldık!

Şaşırdım! Haberlerde geçilmişti “Bartın, şiddetli yağmur altında!” diye ama bizim eve kadar su gelmesi ve evin içinden su fışkırması en son aklıma gelebilecek bir şeydi. Bu denli su baskını hiç yaşanılmamıştı, nerden tahmin edebiliriz ki? Babamın bile, olayı anlatırken şaşkınlığı kelimelerde, kurduğu cümlelerde kendini gösteriyordu. Altmış beş yaşındaydı ve hiç başına gelmemişti böyle bir olay; evin içinden, tabandan tavana su fışkırması ise sonraki süreçte gırgır niyetine anlatacağı bir enstantane olmuştu onun için.

Uzaktayız, yapacak bir şey, yola koyulduk telaşla ve üzüntüyle; hayretler içinde girdik şehre,her taraf sanki bataklık, çamur deryası,evlerden su daha yeni veda edip ayrılıyor,sanki “bakmayın gittiğime, bir daha geri dönebilirim” dercesine..

Mahallemize girdik, tabii ki ilk vardığımız nokta baba evi, ana evi. Yaşlılardı onlar, çaresiz ve şaşkın bakışıyorlardı etrafa. Bizi gördüklerinde yağmura, sele inat bardaktan boşanırcasına gözyaşı dökmeleri var ya, içimizi burktu ama gariptir onlar gibi ağlayamadım ben!

Biz yaşamadık ki,görmedik,şahit olmadık ki;sadece bu nasıl olabilir dercesine bakışıp durduk etrafa,bir yandan teselli etmeye çalıştık onları.Yapacak bir şey yok,tevekkül gösterip hepsi Allah’tan dediler,dedik beraberce..

Evin içi çamur deryası, eşya ve kitapların bir kısmı kanlı ırmağımızın suyuyla içli dışlı olmuşlar. Temizliğe koyulduk beraberce. Bir yandan, tabandan gelen su fışkırmasını bırakıp, kapının eşiğine eve su girmesin kabilinden halı, kilim nevinden eşyalarla barikat kurmaya çalışan teyzemin çabasını; sonra buzdolabının evin içinde yüzmesini, çamaşır makinesini torununun sırtına tek başına yüklenip üst kata çıkarmasını zafer kazanmış kahraman edasıyla gülerek ve hem de yer yer kahkaha atarak hikâye ediyordu babam. Olmuştu bir kere, hiç olmazsa ömrünün son demlerinde heyecanla anlatacağı bir hatırası olmuştu babamın, annemin.

Ha, bu ara yan komşumuz, amcamız..Onun evi yani oturduğu kat bize göre daha yüksekte ya ve evini henüz su basmamış ya, kendinden emin edalarla ve sanki onun evine hiç su çıkmayacak garantisi verilmişçesine sanki bıyık altından güler gibi nazar ediyormuş bizimkilere…Öyle anlattılar,annem,babam,oğlum ve hatta teyzem ve sonra onun da evini su basınca amcamın şaşkınlığını anlatmalarını bir dinleseydiniz; “oh olsun “diye değil desem, inanır mısınız? Bakmayın böyle denildiğine, gırgırına, muhabbetine her şey. Amcam da şaşkınlıkla, çaresizlik içinde izlemiş suyun yükselişini, nutku tutulmuş bir müddet, ta evine su girinceye kadar… Sonra bir telaş, bir telaş, o da düşmüş kendi derdine. Ne yapabilirdi ki!

Yaşamışlar bir kere, anlatıyor annem, evin ikinci katından suyun merdiven basamaklarını bir bir çıkışını seyrediyorlarmış bir yandan. Suyun çağıldaya çağıldaya gelişini çaresiz balkondan izlediklerini de…

Düşünmeye başlamışlar, su ikinci kata çıkarsa, evin çatı katına nasıl çıkabiliriz diye hesap yapmışlar. Ama ne mümkün, nasıl çıksınlar ki? Yaşlılar ve bedenleri eskisi gibi hizmet götürmüyor onlara. Dedim ya şaşırmış, şaşkınmış herkes ve çaresiz, ne yapabilirler ki?

Muhabbetine anlatıyorlar yine, teyzem içinde az miktarda para olan cüzdanının, babamsa çocuklar gibi yeni aldığı ayakkabının derdine düşmüş. Hayretle, şaşkınlıkla, “Allah, Allah!”  diyerek içine düştüğü halin fotoğrafını vermeye çalışıyordu, şimdilerde muhabbetini çok özlediğim babam.

Bu ara Allah’a dualar, yalvarıp yakarmalar mı, haliyle!

Ve sonra Allah sanki gazab niyetiyle yağdırdığı suyu, “Rahmet nasıl olurmuş, dönüp bir bakın!” dercesine tekrar geri çekmiş, sevindirmiş çaresiz kullarını. Şükür üstüne şükür, dua üstüne dua olabildiğince… Tevekkül sahibi kullara da bu yakışmaz mı zaten?

Selden geriye kalan mı?

İnanın çamur deryası değil, yıkık dökük, sele giden eşyalar hiç değil. Tövbe edilesi, şükrünü eda edilesi bir hayat kalmıştı onlara.

Daha ne istensin ki, ne istesinler ki?

***

İstanbul vb. yerlerden sel haberlerini “film” gibi izlerken bunlar geldi aklıma, kısmen de olsa yaşadıklarım, yaşayanlardan dinlediklerim hafızamda canlandı birden.

Sel sonrası insanların evlerini, eşyalarını temizlemeleri birebir yaşadığımız şeylerdi bizim…

Ama suyun yükselişine şahit olanlar gibi, suyun kendilerini yutup gitmesine ramak kaldığı anın heyecanını yaşayanlar gibi; yakınlarını, sevdiklerini, aile bireylerinden birini kaybedenler gibi mi yaşadıklarımız?

İzlediklerimiz sadece birer haber, inanın(!)…

Birkaç kez daha haber olur,”Suçlu Devlet, suçlu Belediye diye!”

Birkaç gün daha konuşulur buralara ev yapılır mı, iskân izni verilir mi, diye!

Birkaç gün daha ekranlarda boy gösterir o samimiyetsiz bilirkişiler, hayata hep ideolojik gözlüklerle bakmayı öncelemiş ruhsuz sefiller!

Sonra yine sel, sonra yine deprem olur, sonra yine hortum(!)..

Duydunuz mu, izlediniz mi, bu ara bir yerlerde bir yerleri hortum almış götürmüş!

Dere yatağı, fay hattı, alt yapı, üst yapı; anladık, iyi de ya Hortum hattı?

Sahi hiç düşündük mü, onun sorumlusu kim?

Hem neyi çağrıştırıyor sizce hortum?

Nerde bu Devlet, nerde Hükümet, nerde Başbakan, nerde Belediye Başkanı?

Neredesiniz ey yetkililer, neredesinizzzz?

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum