1. YAZARLAR

  2. Ayşe Hür

  3. Terör, İslam ve Amerika... -6
Ayşe Hür

Ayşe Hür

Yazarın Tüm Yazıları >

Terör, İslam ve Amerika... -6

12 Aralık 2003 Cuma 05:41A+A-

George W. Bush'un ABD başkanı seçilmesinden sonra ortada yeni yeni kavramlardolaşmaya başladı. 'Yeni Amerikan Yüzyılı', 'Büyük Ortadoğu',
'Teröre Karşı Küresel Eylem Planı', 'Önleyici Darbe', 'Şer Mihveri' gibi parlak ve gizemli lafların mucitleri kimdi?
Fikirden iktidara
Bush'un başkan seçilmesi aslında uzun süredir kendilerini iktidara hazırlayan bir fikir akımının ödülü olmuştu. Bu fikir akımı Neo Conservatism (Yeni Muhafazakarlık) olarak anılıyor. Bu akımın taraftarları da kısaca 'neocons' (yeni muhafazakârlar) olarak adlandırılıyor.
Aslında ortada bir Yeni Muhafazakâr parti yok ama American Enterprise Institute (AEI) adlı kuruluşun binasında çalışan ve 1987 oluşturulan Project For a New American Century (PNAC) adlı think-tank (düşünce) kuruluşu etrafında toplanmış bazı isimler bilinmekte. Hıristiyan köktendinciliği ile neo-liberalizmi yan yana getiren bu yeni düşünce günümüzde bir fikir akımı olmaktan çok öte anlamlar taşımaya başladı.
Yükseliş tarihi 1981
Ünlü siyaset felsefecisi Leo Strauss, strateji uzmanı Albert Wohlstetter ve 1987 yılında yayımlanan The Closing of the American Mind (Amerikan Zihninin Kapanması) adlı kitabın yazarı Alan Bloom'un fikir babalığını yaptığı Yeni Muhafazakâr hareketin yükselişe geçmesi aslında 1981 yılında Ronald Reagan'ın başkan seçilmesine kadar götürülebilir. 'Amerika is back' (Amerika geri döndü) sloganı ile hayata geçirilen bu muhafazakar-liberal karşıdevrimin liberal kanadı artık çökmüş, buna karşılık muhafazakâr kanadı şahlanmış görünüyor.
Dünya hegemonyası
Yeni muhafazakârlar, dünya barışının kalıcı biçimde yerleşmesi için siyasal rejimlerin yapısını, her türlü uluslararası kurum ve anlaşmadan daha önemli görüyorlardı.
Dünyayı bekleyen en büyük tehlikenin ABD'nin demokrasi değerlerini paylaşmayan ülkelerden geldiğine inanıyorlar ve bu tür ülkelere ABD'nin gerektiğinde müdahale edebilmesini savunuyorlardı.
Nitekim önce Mart 1992'de New York Times gazetesine sızan bir haberde sözü edilen Defense Planning Guidance adlı raporun yazarı Paul Wolfowitz askeri güç yoluyla dünya hegemonyasını kurmanın yollarını uzun uzun tanımladı, ardından 1997 yılında Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Jeb Bush ve Francis Fukuyama bir bildiri yayımlayarak Amerikan dış politikasının ve savunma politikasının bir dönüm noktasında olduğunu iddia ettiler. Bu bildiride yeni muhafazakârlar, Carter ve Clinton dönemlerinde Amerika'nın suçluluk duygusu içinde dibe vurduğunu, Soğuk Savaş döneminden beri çok korkak, çok zayıf, çok iddiasız biçimde davrandığını, buna bir son verilmesi gerektiğini söylediler. Onlara göre Amerikan liderliği sadece dünyanın stabilizasyonu için değil, aynı zamanda demokrasi ve özgürlüğün dünyaya yayılması için de tek anahtardı.
'İçi boş kavramlar'
Bugün yeni muhafazakârlar 'uluslararası camia', 'uluslararası kurumlar'
'realpolitik' gibi kavramları içi boş bulurlar. BM, dünyanın en kokuşmuş rejimlerini içinde barındıran hantal ve gereksiz bir bürokratik kurumdur.
ABD'nin hesap vereceği yegâne gücün 'taşıdığı tarihi misyon' olduğuna inanan yeni muhafazakârlar Avrupa'nın tarihi misyonunu çoktan yitirmiş olduğunu; 'yumuşak konsensüs', 'kültürel görelilik', 'kimlikler politikası'
gibi yanıltıcı ilkelerle elinin kolunun bağlandığını ileri sürüyorlar. Onlara göre artık komünizm düşman olmaktan çıkmıştır ama simdi 'özgür dünyayı' tehdit eden yeni bir tehlike vardır: 'İslami terörizm!' Başkan Bush 2002 yılının haziran ayında West Point'te yaptığı konuşmada, "Amerika pazarlığa tabi olmayan ve gerekleri tüm insanlıkla örtüşen tartışmasız ahlaki yükümlülüklerin yönlendirdiği ilahi bir ulustur" dedikten sonra ekliyordu:
"Bu ilahi ulusun üzerinde insanlığı terörizm belasından kurtarmak gibi bir misyonu vardır:" Bu konuşmalara gerek Irak'ta gerekse dünyanın değişik yerlerinde verilen yanıtlar çok kanlı oluyor. Bush sertleştikçe terör örgütleri de sertleşiyor.


Bazı ünlü 'neocon'lar

·  The Weekly Standart'ın editörü William Cristol,

·  John Hopkins Üniversitesi akademisyenlerinden Elliot Cohen,

·  Carnegie Endowement Int.Peace adlı kuruluştan yazar Robert Kagan,

·  Defence Policy Board adlı bir danışmanlık şirketinin başkanı olan ve 'Karanlıklar Prensi' olarak adlandırılan Richard Perle,

·  Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve eşi Lynn Cheney,

·  American Values'ü yöneten Gary Bauer,

·  The Weekly Standart'tan Fred Barnes ve David Brooks,

·  Adalet Bakanlığı üst düzey görevlisi Michael Horowitz,

·  Commentary dergisini yöneten Norman Podhoretz,

·  Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz,

·  Savunma Bakanlığı görevlisi Peter W. Rodman,

·  Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Elliot Abrahams,

·  Middle East Forum'dan Daniel Pipes,

·  Forbes Magazine'in sahibi Steve Forbes,

·  Bush'un Afganistan özel temsilcisi Zalmay Halilzad,

·  Florida Valisi ve Bush'un kardeşi Jeb Bush,

·  Fox TV'nin ve The Weekly Standard'ın patronu Robert Murdoch,

·  The Wall Street Journal'ın yorum sayfalarının editörü Robert Bartley.


Nükleere karşı insan bombası
İslam intiharı yasaklarken, intihar eylemlerine girişen Müslümanların giderek artması şaşırtıcı. Gazze'deki bir üniversitenin duvarında şu ifadeler yazılı: İsrail nükleer bombalara sahipse, bizim de insan bombalarımız var.
Yeni muhafazakârlar, dünya düzenini sağlamak için en şiddetli tedbirleri aladursun, Irak, Filistin, Türkiye, Fas, Suudi Arabistan, Endonezya, Hindistan ve Çeçenya'da son yıllarda intihar saldırılarının arttığı görülüyor.
Hem saldırının başarıya ulaşmasını garanti eden, hem de eylemcinin kararlılığını en derinden hissetmemize yarayan bu yöntemi aslında Japonların ünlü Kamikazeleri ya da Çar'ın üzerine bombalarla saldıran Rus anarşistlerinden tanıyoruz. Ancak intiharın İslam inanışına yabancı bir kavram olması uzmanların kafasını karıştırmış görünüyor.
'Şehit adayı'
Kendilerine'Allah'ın askerleri' diyen bu kişiler, daha küçük yaşlardan itibaren ilahi adalet adına ölümsüzlüğe kavuşmak arzusuyla eğitiliyor.
Şehit adayları, bilerek gittikleri ölümleri karşılığında öteki dünyada mutlu bir yaşamla ödüllendirileceklerine inandırılıyorlar. Nitekim 2002 Nisan ayında Irak'ta verilen bir fetvada 'İsrail'e karşı intihar saldırısı gerçekleştiren Filistinlilerin cihadın en yüce mertebesine ulaştıkları' ilan edilmişti. Bunun yanı sıra, ailelerine yardım yapılması da garanti ediliyor. Ailenin bu intihardan dolayı büyük onur kazanması, toplum içinde ayrıcalıklı bir konuma ulaşması da cabası... Bilindiği gibi Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin de Filistinli şehitlerin ailelerine 25 bin dolarlık yardımlarda bulunuyordu.
'Ölülerimizi onların üstüne püskürteceğiz'
1 Haziran 2001'de İsrail'in başkenti Tel Aviv'deki intihar saldırısından sonra gazetecilere konuşan HAMAS sözcüsü Abdülaziz Rantisi, "Eğer İsrail işgali bitmezse ölülerimizi onların üstlerine püskürteceğiz" diyordu. Bir başka HAMAS lideri Şeyh Hasan Yusuf ise sokaklarda yürürken yanına gelen genç Filistinlilerin intihar komandosu olarak kendilerine görev verilmesi için yalvardıklarını söylüyor ve "Onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum... Bunun için uzun süre beklemeleri gerekmeyecek!" diyor.
Filistin'de HAMAS' ın kontrol ettiği Gazze'deki üniversitelerin duvarlarında "İsrail nükleer bombalara sahipse bizim de insan bombalarımız var" yazılı; ilan tahtalarında da canlı bomba olarak ölüme giden ve
'şehitlik mertebesine ulaşan' kahramanlara verilen beratlar, diplomalar asılı. Şehitlerin hikâyeleri web siteleri, duvar gazeteleri, kulaktan kulağa anlatılan hikâyelerle toplumun her katmanına yayılıyor.
Sadece Ortadoğu'da değil dünyanın başka yerlerinde de intihar saldırıları artıyor. Son bir yılda Rusya'da, çoğu Çeçen eylemciler tarafından gerçekleştirilen saldırılarda 300 kişi hayatını kaybetti.


İki perspektif: Çatışma ve uzlaşma
Günümüzdeki temel çatışmayı medeniyetler arasında görmeyi yeğleyen Huntington'ın tersine dinsel hareketlerin mikro dünyasına eğilmeyi tercih eden ve dinsel referansların hem kötü, hem de iyi sonuçlar doğurabileceğini
ileri süren siyaset bilimci James Piscatori'ye göre İslam'ı tehlike sayan Batı'nın izlediği temel iki yol var. Bunlardan 'çatışma' perspektife göre, Batı'nın İslam'la birlikte yaşaması mümkün olmadığı için İslam'ı sürekli kontrol etme ya da İslam'la çatışma yolu seçiliyor.
'Uzlaşma' perspektifine göre ise İslami hareketleri doğuran sorunların temelinde, sosyo-ekonomik problemler yatıyor.
Bu ülkelerde yaşanan zengin-fakir ayrımı, sosyal adaletsizlik ve buna benzer sorunlar İslami hareketlerin bu rejimleri kuran ve/veya destekleyen Batı dünyasını düşman görmeye yitiyor. Bu nedenle İslami hareketlere karşı başarılı olmanın birinci yolu bu ülkelerdeki, ekonomik çöküntüye, sosyal tansiyona ve politik çürümeye son vermekten geçiyor, çünkü bu sorunlar,
İslami hareketlerin beslendikleri noktalar oluyor. Piscatori'ye göre
İslam'la Batı arasındaki ilişkiler hangi stratejinin benimseneceğine düğümlenmiş görünüyor.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT